ALLAH’IN KULLARINA BİR HEDİYESİ: “MİSAFİR AĞIRLAMAK”

1.817

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün ashâbına “Allah Teâlâ bir kavim için hayır murat edince onlara bir hediye ikram eder.” buyurur ve ardından sükût eder. Bunun üzerine merakı daha da katlanan çevresindeki sahabîler, “Yâ Resûlallah! Bu hediye nedir?” diye sorarlar. Efendimiz, “Allah’ın hediyesi misafirdir. Zira misafir rızkı ile gelir, giderken de Allah (celle celâluhu) o hane halkını bağışlar.”1buyurur. 

Günümüzde ihmal edilen ya da unutulan önemli Sünnet’lerden birisi de misafir ağırlamaktır. Allah Resûlü, bu ibadetin önemini anlatırken onu doğrudan doğruya imanla irtibatlı ele alır ve “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikramda bulunsun…”2 buyurur. Bu ifadeleriyle misafiri en güzel şekilde ağırlamanın, imanı artıran ve karşılıklı imanlaşmaya zemin teşkil eden önemli salih bir amel olduğuna dikkat çeker.  

Misafirliğin bu öneminden dolayıdır ki Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), onu “mü’minin, mü’min üzerindeki hakları” kategorisinde ele alır. Bu noktada evlendikten sonra kendisini daha çok ibadet u taata verip, ailesini ve çevresini ihmal etmeye başlayan Hz. Abdullah İbn-i Amr İbni’l-Âs’ı da şöyle uyarır:

 “Hanımının, senin üzerinde hakkı vardır. Misafirlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bir de bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver!”3

Misafirin hakkı, onun en samimi ve güzel şekilde ağırlanmasıdır. Bu, bir lütuf değil, misafirin hane sahibi üzerindeki kul hakkıdır. Dolayısıyla misafir ağırlayan bir kimse, zahiren ona ikramda bulunuyor gözükse de gerçekte hakkını veriyor ve ebedî hayatına yatırım yapıyor demektir.  

Misafir: Duası Makbul Kul 

Allah (celle celâluhu), misafire değer verir; onu korur ve ibadetlerinde kolaylıklar tanır. Bu çerçevede yolculukta abdest almasının daha kolay olması için mesh giyebilir ve abdest alırken meshlerini 72 saat çıkarmadan üzerlerine meshedebilir. Namazlarını kılarken, -dört rekatlı farzları- kısaltabilir; iki rekât olarak eda edebilir. Ramazan ayında ise kendisine farz olan oruç ibadetini yolculuğu boyunca -daha sonra kaza etmek şartıyla- tutmayabilir. Cenâb-ı Hakk’ın misafire farklı bir değer verdiğinin bir göstergesi de onun dualarının makbuliyetidir: 

“Hiç şüphe yok ki üç kimsenin yaptığı dua kabul edilir. Bunlar anne-babanın çocuklarına yaptığı dua, misafirin duası ve bir de zulme uğramış mazlum kimsenin duası.”4 

Hadis-i şerifte sayılan bu üç sınıfın ortak paydası, dualarını içten ve samimi yapmalarıdır. Anne ve baba, evladına yürekten dua eder. Mazlum da inim inimdir ve yalvarıp-yakararak can u gönülden dua eder. Misafir de yoldadır, yolculuktadır, gurbettedir. Kalacak güvenli bir mekâna ve karnını doyuracak yiyeceğe ve sıcak-samimi bir mekâna/dostluğa muhtaçtır. O da bunları elde etmek ve korktuklarından emin olmak için bütün benliğiyle duaya durur. Kendisine bu imkânı sunan kimselere de içtenlikle dua eder. Bu makbuliyet adeta ona bir dokunulmazlık zırhı da giydirir. Zira kendini ve haddini bilen hiçbir kimse ona sataşmaya, ona zarar vermeye yeltenmez; bedduasından korkar, çekinir; duası makbul böyle bir kimseye ellerinden gelen iyiliği yaparak dualarını almak ister.

Dolayısıyla herkes misafirin hak ve hukukuna dikkat etmeli; yardımcı olmalı, en güzel şekilde ağırlayıp hoşnut ederek gönlünü kazanmalı ve duasını almaya bakmalıdır. Gönül kırarak, ezerek, rencide ederek ya da hakkını gasp ederek bedduasına duçar olmamalıdır. Üstelik misafir bu şekilde mazlum konumuna düşürülürse, bedduasının tesirinin daha da katlanacağı unutulmamalıdır. Zira kırık kalplerin yaptığı dualarla Allah’ın kabulü arasında perde yoktur. Cenab-ı Hakk’ın Hz. Musa’nın (aleyhisselâm), “Ey Rabbim! Seni nerede arayayım?” sorusuna, “Beni, kalbi kırıkların yanında ara.”5 buyurması; mazluma müjde, zalime apaçık bir ikazdır.  

misafir ağırlamak elinde çay olan insan

Misafire İkramın Bir Karşılığı: “Rabb’in Hoşnutluğu”

Misafire sahip çıkma, onu ağırlama ve bir nebze de olsa ihtiyaçlarını giderip rahatlatma, Allah katında makbul ve salih bir ameldir. Allah Resûlü bu konuda ashabına hem örnek olur hem de teşvik eder. O’nun bu hususta verdiği temel ilke şudur: 

“… Müslüman kardeşinin maddî-manevî ihtiyacını gideren kimsenin, Allah da ihtiyacını giderir. Yine kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından birini giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir…”6 

Dolayısıyla hakiki mü’min, Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için her vesileye başvuran onu hakkıyla değerlendirmeye çalışan kimsedir. Nitekim Kur’ân’ın inananlara verdiği hedef de budur: 

“Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya/hoşnutluğunu kazanmaya vesile arayın/kollayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza nail olasınız.”7

Allah Resûlü’nün, Rabb’in hoşnutluğunu kazanma adına mü’minlere adres gösterdiği vesilelerden birisi de misafirperverliktir. O (aleyhissalatü vesselam), bir gün Mescid-i Nebevî’de iken bir bedevî gelir ve “Ben açım! Yiyecek bir şeyleriniz var mı?” diye sorar. Allah Resûlü, önce kendisi bu misafiri ağırlamaya talip olur ve eve haber gönderir. Fakat evinde sudan başka bir şey bulunmadığı haberi gelir. Bunun üzerine ashâb-ı kirama döner ve “Bu gece bu misafiri ağırlayan kimseye Allah merhametiyle muamele etsin!” diye dua eder. O sırada Ensar’dan Hz. Sabit İbn-i Kays İbn-i Şemmâs kalkar ve “Ben misafir edebilirim!” der. Bedevîyi alır ve evine götürür. Varınca da hanımına “Evde ne varsa getir! Bak, Resûlullah’ın misafiri var onu en iyi şekilde ağırlamalıyız.” der.

Hanımı, evde herkese yetecek kadar yemek olmadığını haber verince Hz. Sabit, çözüm olarak çocukları uyutmayı, mevcut yemeği misafire ikram etmeyi, misafirin rahatça yiyebilmesi adına ışığı söndürüp kendileri de yiyormuş izlenimi vermeyi teklif eder. Öyle yaparlar; misafir alaca karanlıkta karnını doyurur. Sabah olunca da misafiri uğurlarlar. O gün yanına gelen Hz. Sabit’e, Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) şu müjdeyi verir: “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan dolayı Allah hoşnut oldu.”8

Misafir ağırlamak ve hoşnut etmek için çalışmak ve bunun için fedakârlık yapmak, Allah’ın rızasını kazanmanın önemli bir vesilesidir. Bu anlamda “Misafirini memnun et ki, Allah da senden memnun olsun!” denilebilir. Nitekim Allah, bu sahabînin, misafirini en güzel şekilde ağırlama çabasından memnun olduğunu vahiyle Resûlü’ne bildirir. Böylece hem o aileyi takdir eder hem de onların bu davranışını vahiyle ebedileştirerek insanlığa örnek olarak takdim eder:

 “… Kendileri muhtaç olsalar bile, başkalarını daha çok düşünür; onları nefislerine tercih ederler. Kendisini nefsinin cimriliğinden koruyan kimseler kurtulmuştur.”9 

Ayetin fezlekesinin cimrilikten arınmayla bitirilmesi de Allah için yapılan maddi-manevî fedakarlıkların, misafirperverliğin zamanla insanı cimrilik duygularından arındıracağına işaret eder. 

Misafirin Câizesini de Verin! 

Misafirin en güzel şekilde ağırlanması ve hoşnut edilmesi üzerinde farklı vesilelerle duran Allah Resûlü, bir defasında ashâbına “Allah’a ve Resûlü’ne iman eden kimse misafirine câizesini versin!” buyurur. Onlar “Ey Allah’ın Resûlü! Misafirin câizesi nedir?” diye sorarlar. Bunun üzerine Efendimiz, “Onu, bir gün ve bir gece en güzel şekilde ağırlamaktır…” buyurur. Ardından da misafirliğe bir sınırlama getirir: 

“…Misafirlik en fazla üç gündür. Üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır…”10 Ancak “… (Normal şartlar altında) üç günden sonra da misafire, ev sahibini zora sokacak şekilde yanında kalması helal olmaz.”11 

Müslim’in rivayeti ise bu konuyu daha da açıklayıcıdır: “Bir Müslümanın, din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.” Ashâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar?” diye sorunca: “Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan (ya da evi misafiri uzun süre ağırlamaya müsait olmayan) kimsenin yanında fazla kalmakla.”12 buyurur. Böylece Allah Resûlü, bir taraftan mü’minleri misafir ağırlamaya teşvik ederken diğer taraftan bunun suistimal edilmemesi gerektiğini de ümmetine ders verir. 

Sözün özü “câize” misafiri ilk gün daha özel ağırlamak ve ona ikramlarda bulunmaktır ki alimlerimiz bunu vacip olarak değerlendirir. Şayet misafir ikinci ve üçüncü gün de kalacaksa o zaman evde rutine geçmek ve ekstra yük altına girmemek gerekir. Misafir ayrılırken de ona bir günlük yiyecek-içeceği için bir şeyler hazırlayıp vermek de ihsanı/iyiliği en güzel şekilde tamamlama adına vazedilmiş bir sünnettir. Bu hususta herkes hem kendi hem de misafirin malî durumuna göre hareket etmeli; aşırıya kaçmamalı, kendisini malî açıdan sıkıntıya sokmamalıdır.

Evin Zekâtı: “Misafir Ağırlamak”

Her şeyin zekâtı kendi cinsindendir. Nakdî maldan nakit olarak, buğdaydan buğday, arpadan arpa, pirinçten pirinç, hurmadan hurma… Bu hukuki prensipten hareket ederek Allah’ın bir kimseye ihsan ettiği ev nimetinin şükrünü hakkıyla eda etmesi için zekâtı da kendi cinsinden verilmelidir. İşte ev sahibi olmanın zekâtı da içinde misafir ağırlamaktır. Allah Resûlü, “Her şeyin bir zekâtı vardır. Evin zekâtı da içinde misafir ağırlamak, -ev müsaitse- misafir için müstakil bir oda hazırlamaktır.”13 buyurur ve bu konuda ashabını teşvik eder; ev mimarisinin bu şekilde geliştirilmesini de tavsiye eder.  

Zekât, Kur’ân’da belirtilen zekât verilebilecek grupların hakkıdır.14 Onu vermek, kişinin maddî-manevî varlığını arıtmasını sağlar.15 Zenginleri mal tutkusundan arındırır; malın esiri olmaktan, cimrilik hastalığına kapılmaktan kurtarır. Onlara, paylaşmayı sevdirir, cömert hale getirir, huzur verir ve nimete karşı yine kendi cinsinden şükretme imkânı ve güzelliği kazandırır.

Bu anlamda evin zekatını vermek, yani içinde misafir ağırlamak da ev sahiplerini olumsuz duygulardan ve kötülüklerden arındırır; içlerini temizler. Yine zekât sosyal hayatta dayanışmayı, birlik ve beraberliği, kardeşliği güçlendirdiği gibi misafirperverlik de dayanışmayı ve kardeşliği güçlendirir. Zekât malı bereketlendirdiği gibi misafir ağırlama da haneleri bereketlendirir; çok hayra kavuşturur. Allah Resûlü bu hususa dikkat çekerken meseleyi zıddıyla da ele alır ve “Evinde misafir ağırlamayan kimsede hayır yoktur.”16 buyurur. Merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Misafir, bereket çatısında dam/Misafir sevmeyen, hayırsız adam.” 

Allah Resûlü, yine bu ibadetin/sünnetin vesile olacağı/getireceği hayrı, ilk muhataplarının anlayacağı bir misalle de şöyle dile getirir: “Çok misafir ağırlanan eve hayır/bereket, bıçağın, kesilen devenin hörgücüne ulaşmasından daha çabuk ulaşır.”17 Zira deve kesilirken kasap bıçağı deveye asla göstermez ve ani bir hamleyle; çok hızlı bir şekilde -deveye eziyet vermeden- işini tamamlar. Aksi taktirde deve kaçabilir ya da kendisini kesmek isteyenlere zarar verebilir. Onun için Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbının çok iyi bildiği bir kesim tekniği üzerinden misafir ağırlamanın getireceği “hızlı hayrı” veciz bir şekilde ifade eder. Bu hikmetten dolayıdır ki O (aleyhissalatü vesselam), “Misafir ağırlamayı terk eden topluluklar, ne kötü toplumlardır.”18 buyurur ve misafirperverlik hasletini kaybeden toplulukların maddî-manevî bereketten mahrum kalacağı uyarısını yapar. 

Sonuç 

– İslâm’da misafir ağırlamak başlı başına salih bir ameldir. Ev sahibi, önüne çıkan misafir ağırlama fırsatını Allah’ın bir hediyesi olarak bilmeli ve severek/isteyerek gönülden değerlendirmelidir. Sadece evinin kapısını değil gönlünü de açmalıdır. Bu anlamda evine misafir gelmeyen kimseler “Acaba Allah bizden hediyesini mi kesti?” diye düşünmeli ve gerekirse Hz. İbrahim gibi misafir aramalı ve özel olarak ağırlamalıdır.

– Misafir, her zaman rızkıyla/bereketiyle gelir ve giderken ev halkının günahlarının bağışlanmasına vesile olarak gider. Az şey alır fakat çok büyük ve değerli bir şey bırakarak ayrılır.

– Allah için misafir ağırlamak ve onu memnun etmek, Rabbimizin hoşnutluğunu celbeden çok değerli bir vesiledir. Bu vesile mü’minlerin omuzlarında bir yük değil ilahi bir ikram ve ihsandır. 

– Misafirin, dinine, ırkına ve mezhebine bakılmamalıdır. Misafir, kim olursa olsun değeri bilinmeli ve bir kere daha Allah’ın hoşnutluğunu yakalamak için hakkı verilmelidir. 

–  Misafirini Allah için ağırlayan ve aziz tutanlar, misliyle karşılık görür hem izzete hem de ilahi rahmete mazhar kılınırlar. 

– Misafire hizmet eden de Allah yolundadır.

– Allah için misafiri güleryüzle karşılayan ve can u gönülden ağırlayanlar, O’nu hoşnut eder ve O’nun razı olduğu salih kullar arasına dahil edilirler. 

– Misafirden hoşlanmayan ve sıkılan kimseler, Allah’ın hediyesini beğenmeyen kimseler mesabesindedir. Bu kişilerden Allah ve Resûlü’nün hoşnut olması tabiatıyla zordur.

– Misafir, ev sahibine yük değil, rahmet ve berekettir; büyük hayırdır. Rızkın açılmasının; daha da bollaşmasının vesilelerinden birisidir. Bu anlamda misafir rızkın ve affın elçisidir. Kültürümüzde misafire özel oda hazırlanması da bu elçiye verilen değeri ve kabulü gösterir. 

– Misafire ikramda bulunmak Müslümanın imanından kaynaklanan ve imanını besleyen bir sünnettir. Bu hususta aşırılıklara, gereksiz israfa da girilmemeli ki, ev sahiplerine bu salih amelden usanç gelmesin. 

– Misafir, duası makbul kullardandır. Dolayısıyla onun duası kaçırılmamalı; en güzel şekilde ağırlanarak özel duaları alınmalıdır.

– Evlerin zekâtı içlerinde misafir ağırlamaktır. Zekâtı verilmeyen evlerden zamanla hayır ve bereket de çekilir. Bundan dolayıdır ki misafir ağırlamayı terk eden fert ve topluluklarda hayır yoktur.

Dipnot:

  1. Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/80; Nebhânî, el-Fethu’l-kebîr, I/77
  2. Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Îmân 74, 75, 77
  3. Nesâî, Sıyâm 76
  4. Ebû Davud, Salât, 365 (1536); Tirmizî, Birr 7 (1905), De’avât, 48
  5. Ebû Nuaym, Hilye, II/364; İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye, Medâricu’s-Sâlikîn, III/379
  6. Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58
  7. Mâide Sûresi, 5/35
  8. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar 10 (3798); Tefsîru Sûre (59) 6 (4889); Müslim, Eşribe 172, 173 (2054)
  9. Haşr sûresi, 59/9; Bkz. Buhârî, Tefsîru Sûre (59) 6 (4889)
  10. Buhârî, Edeb 31 (6019) 85, Rikâk 23; Müslim, Lukata 14
  11. Buhârî, Edeb 85 (6135)
  12. Müslim, Lukata 4/15, 16 (48)
  13. el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, XV/390; İbn Asâkir, Tarihu Dimeşk, 47/344
  14. Bkz. Tevbe Sûresi, 9/60
  15. Bkz. Tevbe Sûresi, 9/103
  16. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV/155 IV, 155 (17419)  ; Heysemî, Zevaid, VIII/178
  17. İbn Mâce, Et’ıme 55 (3356, 3357)
  18. Heysemî, Zevâid, VIII/175; Münavi, Feyzu’l-Kadîr, III/213 (3185)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.