Hudeybiye’de Kurbanlıkların Kesilmesi ve İhramdan Çıkış (24 Zilkâde 6 Hicrî)

428

Hudeybiye anlaşmasına kadar ashâb-ı kirâmın, Efendiler Efendisi’nin gördüğü rüyanın tahakkuk edeceğinde zerre kadar tereddüdü yoktu; bunun için Hudeybiye’ye kadar gelmiş ve hep, yıllar sonra yeniden Kâbe’yi tavaf etmenin hayallerini kurmuşlardı. Günlerdir burada yaşadıkları, şartları ağır bir anlaşma yapılarak geri dönüş hazırlıklarının başlamış olması ve son olarak da Ebû Cendel’in durumu onları ciddi manada sarsmıştı. Şimdi büyük bir tereddüt yaşıyorlardı. Öyle ki, İbn Abbas gibi sahabîlerin müşahedesiyle, ashâb Beytullah’a gidip de tavaf edemedikleri için üzülmüş, oraya gitmekten alıkonan develer bile o gün inlemeye başlamış, yavrularına olan şefkatlerinden dolayı çıkardıkları sesi çıkarıyorlardı.

Dün ise her şey bitmiş ve anlaşma mühürlenmişti; artık Hudey­biye’den itibaren yeni bir dönem başlıyordu; bundan böyle savaşsız bir zeminde İslâm’ın güzelliklerini daha çok insanla paylaşma fırsatı vardı. Ancak ashâb-ı kirâm, henüz bunu kavrayamamış ve Beytullah’ı tavaf edemeden geri dönüyor olmayı bir türlü hazmedememişti; onun için Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri, geri dönüş için ashâbına:

– Kalkın ve kurbanlıklarınızı kesip traş olun, diye emredince hiç kimse yerinden kalkmadı. Ne Beytullah’tan vazgeçebiliyorlar ne de Resûlullah’a itaatsizlik gibi bir durumla karşı karşıya kalmak istiyorlardı; ancak şartlar onları, ikisinden birini tercih konumuna kadar getirmişti! Bir de, Allah Resûlü’nün bu beyanlarının, bir emir mi yoksa teşvik mi olduğu konusunda tereddüt yaşamış ve muhtemel ki, Cibril-i Emîn’in gelerek bu sulhu iptal edeceğine dair beklenti içine girmişlerdi; çünkü hâlâ vahiy devam ediyordu ve bu zeminde her zaman hükümlerde bir değişim söz konusu olabilir ve onlar da bu durumda yeniden Kâbe’ye giderek Beytullah’ı bu sene tavaf edebilirlerdi.

Derin düşüncelere dalmışlardı; sair zamanlarda gösterdikleri hassasiyeti şimdi göstermekte ve emr-i Nebevî karşısındaki duyarlılıklarında bir miktar gecikme söz konusu olmuştu. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), talebini üç kez tekrarladı; yine kimse kalkıp da kurbanını kesmiyor, ihramdan çıkmak için de saçını traşa yeltenmiyordu.

Bu durum Allah Resûlü’nün de ağrına gitmişti; mahzun bir şekilde Ümmü Seleme Validemizin yanına geldi ve:

– Müslümanlar helâk oldu; Ben onlara kurbanlarını kesip traş olmalarını emrediyorum ama onlar bunu yapmıyorlar, diye dert yandı.1 Belli ki can dostuyla meseleyi istişare edecek ve meselenin çözümü adına onun da fikrine müracaat edecekti:

– Yâ Resûlallah, diye başladı sözlerine Ümmü Seleme Validemiz. “Onları levmetme; çünkü şu anda onlar, büyük bir şok yaşıyorlar! Anlaşma konusunda yaşadığın sıkıntılar ve bekledikleri gibi bir fetih yaşamadan geriye dönmek durumunda kalmak gibi hususlar onlara çok ağır geldi. Ey Allah’ın Nebi’si! En iyisi mi Sen, çık ve kimseye bir şey söylemeden kurbanını kes; sonra da birisini çağırıp başını traş ettir!”

Onlardan birisi olarak konuşuyordu Ümmü Seleme Validemiz; herkesin bir misyonu vardı ve O da, bu yolculuğa çıkışta Resûlullah ile birlikte olmanın gereğini yerine getiriyor ve istişaredeki açılımıyla tarihi bir misyona imza atıyordu. Demek ki böylesi durumlarda, toplumun önünde olan insanların fiilen adım atmaları, sözle insanları sevk etmekten daha etkili bir yoldu.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çadırından dışarı çıkmıştı; ihramını omzunun birisi açık kalacak şekilde diğerinin üzerine atmış ve kurbanını kesmede kullanacağı bıçağı da eline almış, develerin bulunduğu yere doğru ilerliyordu. Gözler O’na kilitlenmişti. Çok geçmeden Resûlullah’ın yüksek sesle:

– Bismillahi Allahü Ekber, diyerek seslendiği duyuldu; belli ki Allah’ın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), kurbanlarını kesiyordu.2 Resûlullah kurbanını keser de ashâb durur muydu; yerinden fırlayan bıçağını kaptığı gibi kurbanlığının yanına koşmaya başladı! Ümmü Seleme Validemizin delâleti işe yaramıştı; artık Hudeybiye’de, birbirleriyle yarışırcasına bir koşuşturma başlamış ve herkes, Resûlullah’ın peşinden kurbanını kesmenin telaşına düşmüştü.

Kurbanlarını da kesen Efendiler Efendisi artık ihramdan çıkmak üzereydi; yanına Hırâş İbn Ümeyye’yi çağırdı ve ona saçlarını traş ettirdi. Ashâb-ı kirâm hazretleri, Allah Resûlü’nün mübarek saç tellerini yere düşürmemek için birbirleriyle yarışıyor ve bir telini bile zayi etmemeye çalışıyorlardı; bir tutamını da Ümmü Ümâra almıştı.

Ashâb-ı kirâmın bazısı saçlarını kökünden kestirmiş, diğer bir kısmı da sadece kısaltmakla yetinmişti. Efendimiz, çadırından mübarek başlarını çıkardı ve:

– Allah (celle celâluhû), saçını kökünden kesenlere merhamet etsin, diye dua etti. Ashâbın içine bir korku düşmüştü:

– Peki yâ Resûlallah, diyorlardı. “Ya kısaltanlar?”

Zira ashâbın içine kurt düşmüş ve saçını kısaltanların ihramdan çıkıp çıkmadığından şüphe etmeye başlamışlardı. İşin garibi, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrar:

– Kökünden kesenler, buyurmuş ve bunu da üç kez de tekrar etmişti. Ashâbın şüphesi giderek artıyor ve sadece saçını kısaltmakla yetinenlerin hükmü konusunda Efendimiz’den bir açıklama bekliyorlardı. Bunun üzerine O:

– Kısaltanlara da, buyurdu ve böylelikle bir mesele daha netleşmiş oldu.

Daha sonra Hudeybiye’de bir rüzgâr kendini gösterecek ve ashâb-ı kirâmın saç tellerini Mekke’ye doğru alıp götürecekti.

İhramdan çıkan Allah Resûlü ve ashabı, birkaç gün daha Hudeybiye’de bekleyecek, anlaşmanın bölgede meydana getirdiği atmosferi ve hareketliliği izleyecek ve sonra büyük fetihlerin kapısını aralamış bir şekilde Medine’ye geri dönecekti…


Dipnot:

  1. Başka bir rivâyette bu ifade, “İnsanların yaptıklarını görüyor musun; Ben onlara bir şey emrediyorum; onlar ise, emrimi duyup yüzüme baktıkları hâlde bunu yapmıyorlar!” şeklindedir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/613; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/56
  2. Efendimiz (s.a.s.) Hudeybiye günü yetmiş tane deve kurban etmiş; bunlardan birini de yedi kişiyle ortak kesmişti. Aynı zamanda O’nun, Eslem kabilesine mensup biriyle Mekke’ye yirmi deve gönderdiği ve Merve’de bunları kurban ettirdiğine dair de bilgi vardır. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/614; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/57
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.