ALLAH RESÛLÜ ve GÜZELLİK (1)

242

“Allah güzeldir, güzelliği sever. Üstün ahlakı ve yapılan bir işin en güzel şekilde yapılmasını sever. Kötü ahlakı/kötü işleri ise sevmez.”1

Varlıklar arasında en güzel şekilde yaratılan insanda güzellik arayışı, güzeli anlama ve en güzeli bulma merakı tabiatıyla yaratıldığı andan itibaren başlamıştır. Zira insanoğlunun, suret ve sîretiyle yaratılanların en güzeli olma unvanına sahip kılınması, mutlaka bu çizgide bir güzellik arayışına doğru yola çıkışının da bir başlangıç noktası olarak görülmelidir.

O, kendisini ‘ahsen-i takvime’ mazhar kılan Rabbi’nin sahip olduğu bütün güzellikleri, tecelliyatında keşfetme ve O’nu tanıma cehd ve gayretinde olduğu sürece kendisine bahşedilen maddî-manevî bütün güzellikleri korur, katlar ve çevresine de güzellikler katar.

Güzeli tanımak, güzelliği anlamak ve güzellikler üzerinde tefekkür etmek hem varlığı hem de onu Yaratanı tanıma açısından önemlidir. Mikro ve makro alemde her şey O’nun zât, sıfat ve en güzel isimlerinin tecelliyâtından ibarettir. Her şey Yüce Sanatkâr’ın kullarına bir ihsanı olarak aynı zamanda O’nun varlığının, birliğinin ve üstün sanatının en beliğ şahitleridir. Zerreden şemse her varlık hem varlığını hem de bütün güzellik/cazibe ve değerini O’na borçludur.

Bütün güzellikler, O’na aittir ve O’ndandır; tüm güzel isimler O’nundur; ezelî ve ebedî bütün güzelliklerin sahibi O’dur.

En Güzel İsimler O’nundur

Kur’ân, Rabbimizi ulûhiyet ve Rubûbiyetinin sonsuz özelliklerini ortaya koyan birçok isim ve sıfatlarıyla bize tanıtır. Ayetlerde (ﻟﻪ ﺍﻷﺳﻤﺎﺀ ﺍﻟﺤﺴﻨﻲ) yani “Bütün güzel isimler O’nundur/O’na aittir.” buyurulur. Böylece Yüce Yaratıcının bütün isimlerinin güzel olduğunun belirtilmesinin yanında tüm güzelliklerin gerçek kaynağının da O olduğuna dikkatler çekilir. Bu isimler en güzel manalara delalet eden ve kullarını tüm güzellikler/değerler üzerinden zatına bağlayacak isimlerdir.

Esma-i hüsnâ tabiri Kur’ân’da dört yerde zikredilir ve sadece Allah hakkında kullanılır. İlk olarak A’raf Sûresinde geçen tabirde, bu isimlerle O’na dua edilmesi ve isimleri hakkında arzu ve heveslere göre hareket edilmesi yasaklanır: “En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terk edin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir.2

Esma-i hüsnayı ifade eden ikinci ayet Tâhâ Sûresinde geçer ve orada arz ve semavâtın yaratıcısı ve Mâliki/Hâkimi olarak Allah’ı niteler; her şeyin kendisine ait olduğunu ve en gizli şeyleri de bildiğini açıkça beyan eder:

“Göklerde, yerde, bu ikisi arasında ve toprağın bağrında ne varsa O’na aittir. Ey insanoğlu! Sözlerini içinde gizlesen de açığa vursan da, Allah için birdir; çünkü O, gizli söz ve düşünceleri de bilir, bundan çok daha gizlileri de. O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur, bütün güzel isimler O’nundur.”3 Gelmiş geçmiş bütün Peygamberler ve semâvî kitaplar bu hakikati dile getirir ve bu temel prensiplere dayalı bir inanç sistemi ortaya koyarlar. Allah, en mükemmel özelliklerin ve en üstün vasıfların yegâne sahibidir. Bu ayetlerde Allah’ın isimlerinin güzellik açısından diğer bütün isimlere üstün tutulması, güzellikte sonsuzluğu ifade eden kutsallık, büyüklük, yücelik ve Rabb’lik manalarını ihtiva etmesine bağlanabilir.4

Esma-i hüsna ile ilgili üçüncü ayet, İsrâ Sûresinde geçer: “De ki: “Dua ederken ister “Allah” ister “Rahman” diye hitab edin. Hangisini deseniz en güzel isimler hep O’nundur…”5 Farklı kültürlere, dillere ve inançlara sahip topluluklara evrensel İslâm inanç esaslarını duyurmak için Allah’ı farklı isim ve sıfatlarla anmak ihtiyaç olabilir. O’na ister “Allah” diye dua edin, ister “Rahmân” diye veya isterseniz bunlar dışında, “Rab, Kadîr, Azîz, Alîm, Hakîm, Mucîb, Hayy, Kuddûs, Mâlik, Karîb, gibi vs.. isimleriyle dua edin; bunlardan hangisiyle duâ ederseniz edin fark etmez. Zira yücelik ve güzellik ifade eden bütün sıfatlar ve isimler O’nundur.

Kur’ân’ın nazil olduğu dönemde Yemen taraflarında Rahman kelimesi tanrının ismi olarak kullanılmaktaydı. Bu isimden haberi olmayan Mekkeli müşrikler, Allah Resûlünün dualarında bu isimle yalvarıp/yakarmasını yadırgamış ve bu davranışının iddia ettiği tevhid anlayışına zıt olduğunu belirtmişlerdi. Bunun üzerine bu ayet nazil olmuş6 ve onların şahsında bütün inananlara ve insanlığa, Rahman isminin de O’nun güzel isimleri arasında bulunduğunu ve bununla kendisine dua edilebileceğini hükme bağlamıştı.

Bu konuda dördüncü ayet Yüce Rabbimizin birkaç ismini peş peşe zikrettiği bir ayette geçer: “O Allah; (el-Hâlık) yani hem yaratandır hem (el-Bâriu) yani kusursuz var edendir hem de (el-Musavvir) yani yarattıklarına şekil verendir. En güzel isimler O’na aittir. Göklerde ve yerde olan her şey, O’nu tesbih eder. Ve O (el-Azîz) yani çok güçlüdür, (el-Hakîm) hüküm/hakimiyet ve hikmet sahibidir.”7

Halık-ı zü’l-celâl, mikro ve makro alemde yarattığı bütün varlıkların ilk örneklerini yaratan (el-Bâriu) ve el-Musavvir, yani o ilk örneklere gerekli donanımı bahşedip en güzel suretleri verendir. Her şeyi en mükemmel şekilde yaratan, varlıklara ayırıcı özelliklerini lütfeden ve onları düzenli, sağlıklı, ahenkli ve dengeli bir şekilde yaratmaya devam edendir. Herkese ve her şeye dilediği şekil, uzuv, sima ve vücudu verendir.

“el-Esmâu’l-Husnâ” terkibi Kur’an’da geçtiği dört yerde de (ﻟﻪ) yani “Sadece O’na mahsustur” anlamı veren tahsis lâmı ile gelir. Aşkın ve mutlak varlık, zâtı hakkındaki bilgiyi insan idrakine isimleri vesilesiyle indirmiştir. Allah diyenin aklına ne gelmesi gerektiği isimleri aracılığıyla cevaplandırmıştır. İnsan idraki, mutlak olanı bütün gerçekliğiyle kavrayamaz. Bundan dolayıdır ki soru sormaya Allah’tan başlamak yanlış yerden başlamaktır.

Esmay-ı hüsna, bilince, bilinenden bilinmeyene doğru bir yol çizer. Bu yüzden İlâhî isimler müteşabihtir. El-esmau’l-husnâ terkibi mutlak mükemmelliği de vurgular.8

İnsanoğlu, isim ve sıfatlarıyla kendisini bize tanıtan Yüce Sanatkârı tanıdığı ölçüde sevecek; ilahî ahlak ile ahlâklanacak; marifetullahta derinleşecek ve o ölçüde de zahir ve batınıyla güzelleşecek; söz, hal ve davranışlarıyla cennete ehil hale gelecektir.

Nitekim bu hakikate dikkat çeken Allah Resûlü bir hadislerinde “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimlerin hakkını yerine getirir ve gereğine göre amel ederse cennete girer. Bir de O, tektir, teki sever.”9 buyurur.

Allah, Güzeldir, Güzelliği Sever

Bütün güzel isimler ve sıfatlar Allah’ın olduğu gibi o bütün güzellikleri de sever. Allah Resûlü bir hadislerinde “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez.” buyurur. Bunun üzerine bir adam, “İnsan giydiği elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder.” diye sorar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz “Allah güzeldir, güzelliği sever. Bu kibirden değildir. Kibir hakkı kabul etmemek/hakkı batıl kılmak ve insanları küçük görmektir.”10 buyurur.

Bu esnada Ebû Reyhâne “Ey Allah’ın Resûlü! Elbisemin yıkanmış olması, saçımın yağlanmış ve ayakkabı bağımın da yeni olması benim hoşuma gidiyor.” diyerek pek çok şeyi daha sayar. Hatta kamçısının kabzasının süslü olmasını bile zikreder ve “Bunlar kibre girer mi?” diye sorar. Efendimiz ona da bunların hiçbirinin kibre dahil olmadığını bilakis bunların güzelliğin bir unsuru olduğunu belirtir.11

Abdullah İbn Amr, bir gün Efendimize “Ey Allah’ın Resûlü! Güzel bir elbise giymem kibirden midir? diye sorar. Allah Resûlü ona da “Allah güzeldir, güzelliği sever.”12 buyurur, bununla güzel giyim ve kuşamın İslâm’ın tevazu anlayışına zıt olmadığını açıkça belirtir.

Yine bir gün bir vesileyle Allah Resûlü, “Kibirden hiçbir şey cennete giremez.” buyurur. Bunun üzerine bir sahabi, “Ey Allah’ın Nebisi! Ben kamçımın kabzasından ayakkabımın bağına kadar süslenmeyi/güzel giyinmeyi seviyorum.” der. Efendimiz de yeri gelmişken tekrar bu ölçüyü hatırlatır ancak ilave olarak şu açıklamayı da yapar: “Şüphesiz bu kibirden değildir. Allah güzeldir, güzelliği sever. O, verdiği nimetlerini kulunun üzerinde görmeyi de sever. Lakin kibir, hakkı reddetmek ve insanları/yaptıklarını küçük görmektir.”13

Bir başka hadislerinde ise bu izahına yeni bir ilave daha yapar: “Allah güzeldir, güzelliği sever. Üstün ahlakı ve yapılan bir işin en güzel şekilde yapılmasını sever. Kötü ahlakı/kötü işleri ise sevmez.”14

Allah Resûlü bu sözleriyle, temiz ve güzel giyinmenin yasak olmadığını bilakis bunun Allah’ın hoşnut olacağı bir davranış olduğunu belirtir. Ancak güzel giyim ve kuşamla, marka, model ve modayı takiple çaka satılmasını da tecviz etmez. Bunu yasaklarken de o gün toplumda çok yaygın bir adet üzerinden misallendirir: “Kim elbisesini kibir/gurur ve gösterişle sürüyerek yürürse kıyamet günü Allah ona bakmaz.” buyurur.15

Nitekim Hz. Ebû Bekir, Allah Resûlünün bu beyanı karşısında “Ey Allah’ın Resûlü! Benim izarımın bir kısmı sarkıyor bazen de yere değiyor.” diye sorar. Efendimiz onun bu sorusuna cevaben “Sen bunu kibir/gösteriş olarak yapanlardan değilsin ki!”16 buyurur ve kalpteki niyete vurgu yapar. Kibrin ve başkalarını küçük görmenin, insanı güzelliklerden koparıp çirkinleştireceğini haber verir.

Dolayısıyla ‘ceza amelin cinsindendir’ fehvasınca, içtimai hayatta gösterişe ve görünmeye talip olan kimseler ötelerde Allah’ın kendilerine nazar etmesinden mahrum bırakılarak cezalandırılır. Sahip oldukları her şeyi ve bütün güzellikleri ise Allah’ın birer ihsanı olarak bilen ve O’nun güzelliklerine, güzel sözleriyle, temiz ve nezih kıyafet ve olgun davranışlarıyla mücella birer ayna olanlar da mükafatlarını eksiksiz alır hatta Kur’an’ın beyanıyla onlar ödüllerini de katlar; cemâlullahı da müşahede ederler:

“Güzel düşünüp güzel davrananlara hak ettiklerinden daha güzel mükafat verilecek ve hatta daha fazlası; cemâl-i ilahîyi görme de ihsan edilecektir. Dahası onların yüzlerini ne günahların karası ne de bir utanç zilleti bürümeyecektir. İşte onlar cennet ehlidir, onlar orada sürekli kalacaklardır.”17

Bu noktada kibir ve gösteriş tehlikeli olduğu gibi “ucub” yani insanın kendisini beğenmesi de tehlikelidir. Onun için Allah Resûlü meseleyi sadece dışa bakan yönüyle değil içe bakan cihetiyle de ele alır ve sakındırır: “Geçmiş ümmetlerden güzel giyim-kuşamlı ve saçları da gayet güzel taranmış kendini beğenmiş bir adam yerin dibine batırıldı hatta kıyamete kadar da batmaya devam ediyor.”18

Bu çerçevede şu olay da önemli bir noktaya ışık tutar: “Bir gün Allah Resûlünün huzuruna çok yakışıklı bir adam gelir ve Ey Allah’ın Resûlü! Ben güzelliği çok seven birisiyim. Gördüğün gibi bana da güzellik verilmiştir. Ayakkabı bağımın güzelliği bile olsa güzellik konusunda benden üstün kimse olmasını dahi istemem. Şimdi bu tavır ve davranışım kibir sayılır mı?diye sorar. Bunun üzerine Güzeller güzeli Efendimiz, “Hayır! Kibir, hakkı kabul etmemek bir de insanları hakir görmektir.” buyurur.19

Dolayısıyla estetik bakış açısında önemli olan bir husus da insanın kendisini beğenmemesi, gerçeklere karşı sırtını dönmemesi ve kendini insanlardan bir insan kabul etmesi ve onlara tepeden bakmamasıdır. Bu açıdan Müslüman sanatçının en belirgin vasıflarından birisi de iç güzellik; iman, tevazu ve mahviyettir.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Heysemî, Zevâid, /191; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 7/78; Elbânî, Sahihu’l-Câmi’ (1743)
  2. A’râf, 7/180
  3. Tâhâ, 20/6-8
  4. Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, 2/537
  5. İsrâ, 16/110
  6. Bkz. İbn Kesîr, İlgili ayetin tefsirinde
  7. Haşr, 59/24
  8. Mustafa İslamoğlu, Haşr Sûresi 24 ayetin mealinde.
  9. Buhârî, Daavât 67 (6410); Müslim, Zikr ve Dua 2/5, 6 (2677)
  10. Müslim, İman 39/147-149 (91); Tirmizî, Birr 61 (1999)
  11. Bkz. el-Hâkim, el-Müstedrek (69); Ahmed İbn Hanbel, Müsned (3789, 17369); Heysemî, Zevâid, 1/103
  12. el-Hâkim, el-Müstedrek (70); elVâdiî, es-Sahihu’l-Müsned, (810)
  13. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 5/60 (4668); Heysemî, Zevâid, 5/135, 136
  14. Heysemî, Zevâid, /191; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 7/78; Elbânî, Sahihu’l-Câmi’ (1743)
  15. Buhârî, Libas 1 (5783, 5791); Müslim, Libas ve Zinet 9/42-48 (2085)
  16. Buhârî, Libas 2 (5784)
  17. Yûnus, 10/26
  18. Buhârî, Libas 5 (5789)
  19. Ebû Dâvud, Libas 27 (4092)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.