Misafirperverliğin Babası: “Hz. İbrahim”

967

Hz. İbrahim (aleyhisselâm), bir çok ilklerin babası olduğu gibi yeryüzünde misafirperverlik ibadetini de başlatan bir nebidir.1 O, sıklıkla evinin misafirsiz kalmaması ve sofraya onsuz oturmamak için yola çıkar birkaç mil yürür ve mutlaka misafir bulur ve onu evinde en güzel şekilde ağırlar. Bundan dolayıdır ki kendisine “Ebu’d-Dayf” yani “Misafirperverliğin babası” ünvanı verilmişti.2 Nitekim Kur’ân’da da onun misafirperverliği özellikle dile getirilir:

“Sahi! İbrâhim’in ağırladığı seçkin misafirlerinden haberin oldu mu? Hani insan sûretinde melekler, selâm vererek onun huzuruna girmişlerdi, o da ‘Allah’ın selamı/rahmeti sizin üzerinize olsun. Sanırım buralarda yabancısınız!’ demişti. Derken misafirlere aç olup olmadıklarını sormadan usulca ailesinin yanına gidip közde kızartılmış besili bir buzağı getirdi. Ve sofrayı önlerine koyarak, ‘Buyurun, yemez misiniz?’ dedi. Fakat misafirlerin yemeğe el uzatmadıklarını görünce, -onların azap melekleri olduklarını düşünerek-endişeye kapıldı. Hz. İbrahim’in kaygılandığını gören melekler, ‘Korkma! Bizler Allah’ın görevli elçileri melekleriz.’ dediler.”3

Ayet-i kerimede gelen misafirlerin Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm) yanına girmek için izin aldıklarından bahsedilmemesi, evinin her zaman misafirlere açık olduğunu; onun bunun için “misafirhane” diyebileceğimiz özel bir mekân hazırladığını ve ağırlama da konuklarına izzet u ikramda bulunmada ma’ruf ve meşhur olduğunu gösterir. O, bu hassasiyetiyle mal ve mülk biriktirmeye değil cömertliğe, misafir ağırlamaya, muhtaçları ve yolda kalmış kimseleri bulup gözetmeye, yedirip-içirmeye önem veriyordu ki melekler ona misafir olarak temessül edip gelmişlerdi.  

Hz. İbrâhim’in Misafirlerine Davranış Tarzı

Hz. İbrâhim’in misafirlerine davranış tarzı da misafire ikrâm usûlüne dair bize bazı ilkeler verir. Onun misafirlerinin selâmını en güzel şekilde alıp onlara evini/gönlünü açması, “Her zaman misafir ağırlamaya açık ve hazır olma.”  prensibini. Misafirlerine, karınlarının aç olup-olmadığını sormadan ikramda bulunması, “Misafire yemek isteyip-istemediği sorulmaz!” ilkesini. Yemek hazırlamak için yanlarından ayrılırken, “Biraz bekleyin bir şeyler alıp-geleyim vs.” dememesi bilakis onlara bir ikram getirecekmiş izlenimini dahi vermeden nezaketle müsaade isteyip dışarı çıkması, “Misafiri, izzet u ikramlarla ezmeme, onurunu zedelememe, onu mahcup etmeme” esasını. Evinde ve elinde bulunan en değerli malı olan danalarından birini kesip kızarttıktan sonra getirip misafirlerine en güzel bir şekilde takdim etmesi, “Misafire en değerli yiyeceklerin sunulması ve hoşnut olacağı şekilde ağırlanma” ilkesini. Son olarak, Hz. İbrahim’in bu ikramı kendisinin üstlenmesi, “Misafire bizatihi ev sahibinin hizmet etmesi” ilkesini açıkça gösterir. Nitekim bugün bazı kırılmalara uğramış olsa da bizim kültürümüzde de misafir ağırlama, bu esaslara göre şekillenmiştir. 

Bu olayda gözden kaçırılmaması gerekli bir husus da şudur: “Melekler, daha baştan Hz. İbrahim’in ikram niyetini anlayıp onu ikram hazırlığı ile meşgul etmeyebilir; gereksiz yere sofra hazırlanmasını engelleyebilirlerdi. Halbuki onlar bu noktada sessiz kalıyor bir açıklama yapmıyorlar. Zira misafirlikte temel ilke “Ev sahibinin işine/ikramlarına karışmama” ahlakıdır. Ev sahibine düşen ise “misafir yemeyecek bile olsa mutlaka ona ikramda bulunma” esasıdır. Zira misafir çekinebilir, utanabilir ve isteyemeyebilir. Misafir ikram almasa bile, ev sahibi kendine düşeni yerine getirmiş olur; ikram ve ihsan sevabını alır. Misafirin yememesi ya da az yemesi ev sahibinin sevabından bir şey eksiltmez.

Hz. İbrahim’im (aleyhisselâm), ikramı yaptıktan ve salih/alim bir evlat muştusunu aldıktan sonra “Ey elçiler! Başka ne istiyorsunuz, ne işiniz var?”4 diye sorması gösteriyor ki misafire önce ikram yapılıp dinlendirilmeli, rahatlatılmalı sonra işi/ihtiyacı sorulmalı ve onun için de yapılacak bir şey varsa yardımcı olunmalı, yol gösterilmelidir.

misafirperverliğin babası cami görseli

Misafirperverliğin Ardından Gelen Müjde

Hz. İbrahim (aleyhisselâm) ve hanımı Sâre, bu misafirperverliklerinin ve cömertliklerinin ardından kendilerini hem hayrete sevk eden hem de çok sevindiren bir müjdeye nail olurlar:

“… Ve bundan sonra melekler onu, İshak adında ileride alim/nebi olacak bir çocuklarının dünyaya geleceği ile müjdelediler.”5 

Bu inanılması çok zor müjde karşısında Hz. Sâre’nin tepkisini Kur’ân şöyle haber verir: 

“Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi, elini yüzüne vurarak: ‘Vay başıma gelene! Ben kısır bir kocakarı iken mi doğuracağım!’ diye çığlık attı. Melekler, ona: ‘Evet orası öyle! Fakat Rabbin böyle buyurdu’ dediler. -Unutma ki- O, tam hüküm ve hikmet sahibi -her şeyi yerli yerinde yapan ve- her şeyi hakkıyla bilendir.”6 

Görüldüğü üzere uzun yıllar hiç çocuğu olmayan “İbrahim ve Sâre ailesi”, çocuklarının olacağı müjdesini misafirlerini ağırlama esnasında alırlar. Halbuki böyle bir müjde Hz. İbrahim’e vahiyle doğrudan doğruya bildirilebilir; bizatihi meleklerin misafir olarak gönderilmesine gerek kalmazdı. Ancak burada misafirlik serenomisinin arkasında yatan önemli bir ders ve hikmet vardır. O da misafirperverlik salih amelinin ve misafirin duasını almanın ne kadar değerli olduğu; bu ibadetin o güne kadar ulaşılamayan büyük hayırlara -Allah’ın izniyle- ulaşılabileceği hakikatidir. Onun için ihtiyaç sahipleri, bu salih amele de başvurmalı ve misafirlerin duasını almalıdırlar. Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) “misafirin duasını” da makbul dualar arasında sayıp ona özel vurguda bulunması bu anlamda çok manidardır.  

Sonuç

Yeryüzünde misafirperverlik çığırını açan Hz. İbrahim (aleyhisselâm) olduğundan bu salih amelin sevabını elde etmede kimse onu yakalayamaz. Zira Allah Resûlü (salllahu aleyhi vesellem), 

“Kim, İslâm’da iyi/hayırlı bir çığır açarsa, -kıyamete kadar- o kimseye bunun sevabı ulaşır; zira bu çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey eksilmez…”7 

buyurur. Bundan dolayı o, kıyamete kadar bu sünneti yaşatanların sevaplarına ortaktır. Dolayısıyla bugün bu çığırda yürüyenler onun izinde ve onun milletindendir. Onun açtığı bu çığır sadece iman edenleri değil inancı ne olursa olsun bütün insanlığı içine alır ve ayrımcılık yapılmasını reddeder.8

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Bkz. Beyhâkî, Şuabu’l-İman, VI/395 (8641)
  2. Bkz. Münavi, Feyzu’l-Kadîr, IV/543
  3. Zâriyât, 51/24-27; ve bkz. Hûd, 11/69, 70; Hicr, 15/51, 52
  4. Hicr, 15/57
  5. Zâriyât, 51/28
  6. Zâriyât, 51/29, 30. Ayrıca bkz. Hûd, 11/71-73
  7. Müslim, Zekât 21/69 (1017); Nesâî, Zekât 64 (2554); Tirmizî, İlim 15 (2675)
  8. Bu çerçevede İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân eserinde Hûd sûresi 69. ayetin tefisirinde şöyle bir hadise nakleder: “Hz. İbrahim misafir aramak için gittiği çarşıda bir gün belde halkından olmayan bir adamla karşılaşır ve onu ağırlamak üzere davet eder ve evine getirir. Sofra kurulunca Hz. İbrahim besmele çeker ve ona da -unuttuğunu düşünerek- hatırlatır. Ancak adam, “Allah nedir, kimdir?” bilmiyorum!” diye yakışıksız karşılık verir. Adamın saygısızca cevabına karşılık Hz. İbrahim onu ağırlamaktan vazgeçmeyi düşünür. O esnada Hz. Cebrâil (aleyhisselam) nuzûl eder ve “İnkar etmesine rağmen, Allah onu ömrü boyunca rızıklandırdı fakat sen bir lokmayı bile ondan esirgemeyi düşünüyorsun?” diye ikaz eder. Bu yaklaşım karşısında Hz. İbrahim kararını değiştirir ve sofradan kalkan adamı tekrar geri oturtmaya çalışır. Ancak adam “Biraz önce beni ağırlamaktan vazgeçen sen değil miydin? Hem vazgeçiyorsun hem de buyur ediyorsun!” der ve oturmak istemez. Bunun üzerine Hz. İbrahim, “Allah, seni iyi ağırlamadığım için beni uyardı.” der ve Cibril’in  dediklerini kendisine anlatır. Bu sözden çok etkilenen adam, “O zaman senin Rabb’in çok cömert kerîm bir Rabb’dir. Ben O’na iman ettim.” der ve Müslüman olur. Oturur ve besmele çekip yemeye başlar.” Bkz. İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 3/20
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.