SALİH ERKEK VE SALİHA KADIN KİMDİR? (2)

802

Salih Eşler, Birbirini Hoşnut Eden Kimselerdir

Kadını ve erkeği hayırlı ve salih yapan bir vasıf da karşılıklı rıza arayışıdır. Allah’ı ve Resûlünü hoşnut etme arayışı gibi birbirini hoşnut ve razı etme cehd ve gayreti de eşlere salahat kazandıran bir vesiledir. Bu manada Allah Resûlü cennetlik kadınların en hayırlısını da haber verirken şöyle buyurur: “… Onlar sevecen, doğurgan ve eşlerine maddî-manevî faydalı ve yardımcı olma adına çok düşkün kimselerdir. Hatta kocası kendisine öfkelense yanına gelip, elini beyinin eli üzerine koyup ‘Sen benden razı olmadıkça üzüntüden/sıkıntıdan gözüme uyku girmez.’ diye söyleyen ve kocasını bir şekilde razı eden kadındır.”1 Yine eşleri karşılıklı birbirini razı etmek için yarışa davet ve teşvik eden Allah Resûlü kadınlar üzerinden şu müjdeyi de verir: “Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.”2 Bu muştuyla O, eşlerin omuzlarına, birbirinin cenneti olma ve el birliğiyle yuvayı cennet köşelerinden bir köşeye çevirme sorumluluğunu da yükler.

Allah Resûlü bu husustaki tahşidatlarını farklı vesileleri değerlendirerek de devam ettirir. Mesela bunlardan birisi şu vakadır: Birgün meramını çok güzel/beliğ ifade edebilen kadınlardan birisi olan Esma Bint-i Yezid‘i bir grup kadın temsilci olarak seçer ve Allah Resûlü’ne gönderirler. “Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah! Ben kadınlar tarafından sana gönderilmiş bir elçiyim. Allah (celle celâluhu) seni bütün erkeklere ve kadınlara peygamber olarak gönderdi. Biz de sana ve senin Rabbi’ne iman ettik. Fakat biz kadınlar olarak sizin evlerinizde kapanıp kalıyoruz. Sizin maddi-manevi ihtiyaçlarınızı gideriyor; her türlü isteklerinizi yerine getiriyoruz. Halbuki siz erkekler bizim gibi değilsiniz. Cuma namazı kılmak, camilere ve cemaate katılmak, defalarca hacca gitmek, cenaze namazı kılmak, bunların hepsinden daha faziletlisi ise cihada çıkmak gibi amellerle bizi geçmiş durumdasınız. Kaldı ki erkekler hac, umre ya da savaş için cepheye çıktığında arkalarından yine onların malını-mülkünü biz koruyor; yuvasına biz sahip çıkıyoruz. İplik eğiriyor, elbiselerini dokuyor ve çocuklarına biz bakıyoruz. O halde biz kadınlar o hayırlı işlerin ecir ve sevabında sizlere ortak olacak mıyız?”

Hz. Esma’yı dikkatlice dinleyen Allah Resûlü, ashabına döner ve şöyle buyurur: “Siz, bir kadının, dinî konulardaki sorularını bundan daha güzel ifade ettiğine hiç şahit oldunuz mu?” Ashab-ı kiram “Ey Allah’ın Resûlü! Biz bu kadın gibi doğruları söylemeye hidayet edilmiş bir kimse olacağını zannetmiyoruz!” diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ey hanımefendi! Şunu iyice bil, anla ve seni gönderen hanımlara da anlat ki, kadınların, kocalarıyla iyi geçinip onların hoşnutluğunu kazanmaları ve kocalarıyla uyum içinde olmaları, saydığın o faziletli amellerin hepsine denk gelir.” Bu cevabı duyan Hz. Esma, sevincinden “Lâ ilâhe illallah” diye kelime-i tevhid çeker, huzurdan ayrılır ve bunu kendisini bekleyen kadınlara da ulaştırır.”3

Ezvâc-ı Tahirât ve Peygamber Efendimiz (aleyhisselam)

Allah Resûlü’nün eşleri de O’nu hoşnut etmeye çok dikkat eder, bu konuda gerekli fedakârlık ve hassasiyeti gösterirlerdi. Efendimiz de onların hoşnutluğunu gözetir, bazen ibadetlerini eda etmek için bile izin ister gönüllerini alırdı. Mesela Hz. Âişe validemiz bu konudaki bir hatırasını şöyle nakleder: “Bir gece bana hitaben “Ey Âişe! Müsaade eder misin, bu geceyi Rabbime ibadetle geçireyim?” Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Seninle olmayı isterim fakat senin istediğini daha çok isterim.” dedim. Sonra abdest aldı ve namaza durdu. Namaz esnasında o kadar ağladı ki secde ettiği yer ıslandı. Namazı Hz. Bilal‘in sabah ezanını okumaya başlayacağı ana kadar sürdü. Hz. Bilâl, O’nun çok ağladığını fark edince “Ya Resûlallah! Niçin bu kadar çok ağlıyorsunuz. Nasılsa sizin gelmiş geçmiş her şeyiniz affedildi.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz “Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece bana bir ayet indirildi’ buyurdu ve ardından şu ayeti okudu:4

“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır.”5

Burada Hz. Âişe validemizin kullandığı “Seninle olmayı isterim fakat seni sevindirecek/hoşnut edecek şeyi daha çok tercih ederim.” demesi onun her zaman Efendimiz’in hoşnutluğunu gözettiğinin net bir ifadesidir. İşte saliha kadın bu îsar çizgisinde hareket edebilen kimsedir. Hz. Âişe annemiz bu ifadesiyle aynı zamanda eşlere birbirlerinin isteklerine nasıl yaklaşmaları ve nasıl cevap vermeleri gerektiğine dair ders de verir.

Kur’ân, Allah Resûlü’ne hanımlarının hoşnutluğunu gözetmesi gerektiğini özellikle belirtir: “Ey Peygamber, eşlerinden dilediğini bir süre geri bırakır dilediğini de yanına alabilirsin. Kendisinden bir süre uzak durduğun eşlerinden birini tekrar yanına almanda sana bir vebâl yoktur. Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir.”6 Bu ayet Allah Resûlü’ne eşleri arasında istediği şekilde bir taksimde bulunma yetksi vermesine rağmen Efendimiz yine aralarında nöbette adil davranmaya ve onları razı etmeye dikkat eder, hatta bu hususta oluşabilecek bir hakka karşıda şöyle dua ederdi: “Ya Rabbî, ben elimden geleni yapıyorum. Öyleyse elimde olmayıp yalnızca Senin kudretinde bulunan bir şeyi yapamadığımdan dolayı beni sorumlu tutma.”7

Yine Hz. Âişe validemiz, Allah Resûlü’nün de kendisinin hoşnutluğunu gözettiğini şu şekilde ifade eder: “Bir gün Allah Resûlü bana, ‘Senin benden hoşnut olup olmadığını kesinlikle bilirim!’ buyurdu. Ben de ona ‘Peki bunu nasıl anlarsın?’ diye sordum. O da bana ‘Sen benden hoşnut olduğunda bana hitaplarında hep ‘Hayır! Muhammed’in Rabbi’ne yemin olsun ki’ ifadesini kullanırsın. Bana kızgın olduğun zaman ise ‘Hayır! İbrahim’in Rabb’ine yemin olsun ki!” dersin. Bunun üzerine ben de ‘Evet ey Allah’ın Resûlü! Vallahi, ben o durumda ancak senin ismini terk ederim.”8

Dolayısıyla Kur’ân ve Sünnetin erkek ve kadın ilişkilerinde koyduğu bu ölçüler ve çerçevesini çizdiği bu daire, korunması gerekli “hududullah” yani ilahî sınırlardır. Bu açıdan bakıldığında Müslüman eşlerin öteler için hazırlayacağı salih amellerden birisi de birbirleriyle güzel geçimi, uyumları ve hoşnutluk arayışlarıdır. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü “Bir kadının dünya ve ahiret hayatı için hazırlayacağı en hayırlı şey, kocasıyla uyumu ve onun haklarını yerine getirmesidir.”9 buyurur ve bunun aile hayatı adına önemini ve vazgeçilmezliğini pekiştirir.

Saliha Kadın “Hâfizât” Yani Koruyucudur

İtaatkâr ve uyumlu oluşundan sonra, kadını saliha haline getiren bir vasıf da “hâfizât” yani eşlerini koruyucu olmalarıdır. Kur’ân’da onların bu sıfatı ifade edilirken (حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللهُ), yani “…Kocalarının gıyabında onların can, mal, iffet, onur, ferdî ve ailevi sırlar gibi maddî-manevî bütün haklarını koruyan kadınlar, salihadır…”10 buyurulur. Allah’ın korunmasını emrettiği bu hususları korumayıp, kocasının ve çocuklarının maddi-manevi haklarını ihmal ve ihlal eden; öfke ve intikam duygularıyla hareket edip ailevî ilişkileri yıpratan kadınlar âbid ve zahit de olsalar saliha vasfını kaybederler. Bundan sonra onlar artık saliha kadın değil, “nâşize” yani “isyankâr, dik başlı, serkeş, geçimsiz, sadakatsiz ve hırçın” vasıflarıyla nitelendirilirler. Zira ayetin devamında “sâliha” kavramının zıddı olarak “nuşûz/nâşize” tabiri açıkça kullanılır. Nitekim Allah Resûlü de kendisine “Kadınların en hayırlısı kimdir?” diye sorulduğunda “En hayırlı kadın şu kimsedir ki, kocası kendisine baktığı zaman onu sevindirir, meşru isteklerinde ona itaat eder, malıyla ilgili harcamalarda ve nefsiyle ilgili mevzularda onun istemediği şekilde hareket edip ona muhalefet etmez, bilakis onu korur.”11 buyurur ve ardından yukarıdaki ayeti okur.12

Dolayısıyla saliha kadın sadece kendi iffetini ve haklarını koruyan değil, aynı zamanda kocasının ve ailesinin iffet, şeref ve haklarını da korumaya dikkat eden kişidir. Allah Resûlü’nün beyanıyla “Kendi için istediğini eşi/kardeşi için de isteyebilen kimsedir.”13 O bu gayretiyle salahat kesp etmekle kalmaz, aynı zamanda karşı tarafa da salahat kazandırır, mücadelesi ölçüsünde salihlikte derinleşir hem salih hem de muslih olur. Bunların hepsini birden Allah Resûlü şu şekilde ifade buyurur: “Mü’minin takva üzere yaşamaya dikkat ettikten sonra en ziyade fayda/destek göreceği kimse saliha eştir. Bu kimse hanımından bir talepte bulunsa ona itaat eder. Kendisine baksa sevinç duyar. Bir şeyi yapıp-yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yemininden kurtarır. Evinden ayrılıp uzak bir iş seyahatine çıksa kadın hem iffetini korur hem de kocasının malı/emanetleri hususunda hayırlı ve dürüst davranır.”14

Bu ayet ve hadislerde itaat ve iffet kavramlarının birlikte zikredilmesinden öyle anlaşılıyor ki itaat etmek ve itaati/uyumu korumak, iffeti korumakla eşdeğerdir. Bu yönüyle itaat iffetin, iffet de itaatin bir boyutudur.

Yine Allah Resûlü Kureyşli kadınların hayırlı olduklarını ifade ettiği bir hadislerinde, bunun sebebini “Çocuklarına bakım görümde çok ilgili ve şefkatli olmalarına ve bir de kocalarının kendilerine emanet ettiği mallarını/yuvalarını korumada, idare etmede ve israf etmemede çok dikkatli davranmalarına” bağlar.15 O bu açıklamalarıyla kadının salahat kazanması için malî haklara riayet etmesinin yanında çocuklarının terbiyesine önem vermesi, haklarını gözetmesi ve onlara daima şefkatle yaklaşması gerektiğini de ifade eder. Eşine ve çocuklarına merhamet ve şefkatten mahrum kadınların saliha olamayacağına ve sinesi şefkat dolu salih evlatlar yetiştiremeyeceğine de işaret eder.

İtaatin ve koruyucu davranmanın hem eşlerin hem de yuvada yetişen çocukların/nesillerin haklarının korunması adına önemli olduğuna dikkat çeken Allah Resûlü, meseleyi zıddıyla da gündeme getirir ve bu mevzuda özellikle kadınları ve yetki/sorumluluk sahibi herkesi uyarır: “Şu iki grup, insanların en ağır azaba çarptırılacakları kimselerdir. Birisi kocasına isyan içinde kötü davranan ve her türlü haklarına giren kadın, diğeri ise bir milletin başında istenmeyen zalim imam/yönetici.”16

Salih Erkek Malî Sorumluluğunu Yerine Getirebilendir

Salih erkeğin bir vasfı olarak Kur’ân’da üzerinde durulan diğer bir husus da malî sorumluluklarla ilgilidir: “… Bir de kavvâm erkekler servetlerinden harcama yapmak, ailenin bütün malî giderlerini karşılamak zorundadırlar…”17 Buna göre erkek malî sorumluluklarını yerine getirebildiği ölçüde salahat kesp eder ve kavvamiyet görevini daha verimli yerine getirir. Aksi taktirde yuvanın malî ihtiyaçlarını gideremeyen ve bu mevzuda sorumsuzca davranan erkekler hem salih hem de kavvâm olma vasıflarını kaybederler. Bunun içindir ki Allah Resûlü “Kişiye günah olarak ailesinin nafakasını ihmal etmek yeter.” 18 buyurur ve bu konuda erkekleri uyarır. Ölçü olarak da “… Önce nafakası sana gerekli olan kimselere tasadduk et/harcama yap…”19 ilkesini verir.

Yine helal dairesinde ailesinin rızkı peşinde koşan erkeklerin Allah yolunda olduğunu belirtir,20 bu çerçevede ev halkına yapılan harcamalara da sadaka sevabı verileceğini müjdeler: “Kişinin, mükafatını Allah’tan umarak ailesi için yaptığı harcamalar onun için sadakadır.”21 Allah Resûlü bunun daha iyi anlaşılması için müşahhas bir örnek de verir: “…Hatta sen hanımının ağzına koyduğun lokmadan dolayı bile mükafatlandırılırsın.”22

Burada şunu da belirtmek gerekir ki nafaka yükümlülüğünde alt ve üst sınırlar, içinde yaşanılan toplumun örfüne ve herkesin malî durumuna göre belirlenir:

“… Annelerin yiyecek ve giyeceğini örfe uygun (bil-ma’rûf) olarak sağlamak, babaya aittir. Kimse, gücünün yeteceğinden fazlası ile yükümlü tutulmaz.”23

Bir başka ayette nafaka miktarı hakkında bu kayıt daha açık bir şekilde zikredilir: “İmkânı geniş olan, imkânına göre nafakayı bol versin. Nasibi sınırlı olan ise Allah’ın kendisine verdiği imkân ölçüsünde nafaka versin. Allah, herkesi sadece ona verdiği imkân nispetinde yükümlü tutar. Allah, sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.”24 Bu duruma göre nafakanın miktarı anneye ve aileye yetecek miktarda olması, örfteki yaygın uygulamaya uygun düşmesi gerekir. 

Allah Resûlü, ailesinin nafakasını çölde bulunan develeri sayesinde sağlıyordu. Onların sütü ve ondan imal edilen süt ürünleri ve yapılan çeşitli yemekler ile hayatlarını devam ettiriyorlardı. Bu develeri eşleri arasında taksim etmişti. Bunlar çoban tarafından alınır ve gündüz mer’ada otlatılır akşamları ise Medine’ye getirilir ve sütleri sağılarak Efendimiz’in eşleri arasında dağıtılırdı.  Bunlar arasında Allah Resûlü’nün kendi payına düşen devesi de vardı ki en çok süt veren deve o idi.25 Eşleri arasında nafaka konusunda bir ayrım yapmaz; birine ne verdi veya ayırdı ise diğerine de aynı şekilde muamele ederdi. Mesela Hayber savaşından sonra ezvac-ı tâhirâtın her birine yıllık seksener vesk hurma ya da arpa taksim etmişti.26

Bununla birlikte ezvâc-ı tâhirât, nafaka yetersizliğinden dolayı çoğu zaman yemek yapacak bir şey bulamazdı. Bazen Allah Resûlü eve geldiğinde yemek olup olmadığını sorar, olmadığını öğrenince de “O zaman ben de oruçluyum.” buyururdu.27 Burada hem ezvâc-ı tâhirâtın hem de Allah Resûlü’nün malî sıkıntılara büyük bir olgunlukla ve karşılıklı anlayışla yaklaştıkları görülür ki bu sabır ve kemâl salahatin ta kendisidir. Zira Allah Resûlü bazı insanların yaptığı gibi “Eve yorgun ve aç geldim, niye evde yemek yok?” deyip onlara çıkışmadığı gibi ezvâc-ı tâhirât da “Bizim ne suçumuz var? Sen eve yeterli erzak getirdin de biz yapmadık mı?” diye tartışmaya ve nefis müdafasına girmezler. Allah adına bütün sıkıntılara ve yokluklara/zorluklara birlikte göğüs gererler. İşte karı/kocayı güzel ahlak sahibi ya da salih yapan bir hususiyet de budur.

Dolayısıyla ailesinin nafakasını, yani yeme-içme, giyim-kuşam, mesken ve sağlık giderlerini helalinden temin eden ve bu hususlarda onları başkalarına muhtaç durumda bırakmayan “kavvâm erkekler” salih kimselerdir. Allah’ın emir/helal ve nehiylerine/haramlarına karşı dikkat etmediği gibi kul haklarına da riayet etmeyen; bu çerçevede ailesine karşı nafaka yükümlülüğünü yerine getirmeyen sorumsuz erkekler de salih değil, günahkâr; Kur’an’ın ifadesiyle şeytanların kardeşleri “mübezzir”,28 yani mesuliyet duygusundan mahrum saçıp-savuran birer müsriftirler.

Yazar: Selim KOÇ

Dipnot:

  1. Nesâî, Sünenu’l-Kübrâ, (9139); Taberânî, 12/59 (12467); Heysemî, Zevâid, (1311)
  2. Tirmizî, Rada’ 10 (1161); İbn Mâce, Nikah 4 (1854)
  3. İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, s. 1476 (6721)
  4. İbn Hıbbân, Sahih (620)
  5. Âl-i İmrân Sûresi, 3/190
  6. Ahzab, 33/51
  7. Ebû Davud, Nikâh 38 (2134); Tirmizî, Nikâh 41 (1140
  8. Buhârî, Nikâh 108 (5228); Edeb 63 (6078); Müslim, Fedâilu’s-sahabe 13/80 (2439)
  9. Taberânî, X/354 (10702)
  10. Nisa Sûresi, 4/34
  11. Nesâî, Nikah 14 (3231); Hakim, Müstedrek, (2719)
  12. Bkz. İbn Kesîr, Nisâ Sûresi 34. ayetin tefsirinde
  13. Bkz. Buhârî, İman 7 (13); Müslim, İman 17/71 (45)
  14. İbn Mâce, Nikah 5 (1857)
  15. Bkz. Buhârî, Enbiya 48 (3434); Müslim, Fedâilussahabe 49/200-202 (2527)
  16. Tirmizî, Salât 150 (359)
  17. Nisa, 4/34
  18. Ebû Dâvud, Zekât 46 (1692)
  19. Buhârî, Zekât 18 (1426, 1427); Müslim, Zekât 33/96, 106
  20. Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/63
  21. Buhârî, İman 41 (55); Müslim, Zekât 15/48 (1002)
  22. Buhârî, İman 41 (56); Müslim, Vasiyet 2/5 (1628)
  23. Bakara Suresi, 2/233
  24. Talâk Sûresi, 65/7
  25. İbn Sa’d, Tabakât, I/425
  26. Vâkıdî, el-Meğâzî, II/694; İbn Sa’d aralarında paylaştırılan ürünün hurma değil arpa olduğunu belirtir. Bkz. Tabakât, X/84
  27. Müslim, Sıyam 32/169 (1154)
  28. Bkz. İsrâ Sûresi, 17/27
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.