Peygamberimizin Yüzüğü ve Mührü

451

Bu makalede Peygamber Efendimizin yüzüğü ve yüzüğündeki mührü incelenmektedir. Ayrıca altın, gümüş ve akîk yüzükler hakkında bazı tahliller yapılmaktadır.

Asr-ı Saadette Hicaz bölgesinde yüzük kullanılmaktaydı, ancak yüzüğün kaşına mühür nakşedilmesi yaygın değildi. Hicri yedinci senede Peygamber Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) gümüş bir yüzük yaptırması ve kaşına mühür nakşettirmesiyle birlikte yaygınlık kazanmıştır. Peygamber Efendimiz bu yüzüğü hem takmış hem de yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Daha sonra halifeler tarafından sürdürülen bu gelenek, zamanla çeşitli görevlerde bulunan idarecilere de şamil olmuştur.

Hadislerde yüzük, “hâtem” [خاتم] kavramıyla ifade edilmektedir. Aslında hâtem’in sözlük anlamı, mühür, damga, mühürlenen, son verilen… demektir. Bu kavrama yüzük anlamının yüklenmesi ise idarecilerin evrakları mühürlemek üzere kullandıkları yüzüğün kaşındaki mühre nispetledir. Zamanla mühürlü ya da mühürsüz bütün yüzüklere “hâtem” denilmiş; hatta Arapçada yüzüğün asıl karşılığı olan حلقة “halka/halaka” veya فتخة “fetha/fetaha” nın yerini almıştır.1

Bundan başka Peygamber Efendimizin sırtındaki mühre de “hâtem” denilmektedir. Peygamberlerin sonuncusu anlamındaki “hâtemu’l-enbiya” ve “hâtemu’n-nebiyyîn” ifadeleri de O’nun vasıflarındandır.

Şu halde hâtem tabiri, Peygamber Efendimizle alakalı birkaç hususu ihtiva eden müşterek bir lafızdır. Nitekim kaynaklarda ve hadislerde “Peygamber(lik) mührü” anlamındaki “hâtemu’n-nebî, hâtemu Rasûlillah, hâtemu’n-nübüvve…” gibi terkiplerle Onun yüzüğü, yüzüğündeki mühür veya sırtındaki peygamberlik mührü ifade edilmektedir. Ancak bunlardan hangisinin kastedildiğini tespit için hadisteki diğer bilgi ve karinelere de bakılmalıdır.

Peygamber Efendimizin Yüzüğü

Mekke döneminde Peygamber Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) yüzük kullandığına dair herhangi bir kayda rastlamadık. Medine döneminde ise ilk önce altın bir yüzük taktığı, bunu hemen çıkarıp gümüş yüzük yaptırdığı, bu arada altın yüzüğü ashabın erkeklerine yasakladığı nakledilmektedir. Bu konuda Buharî ve Müslim’in Abdullah İbn-i Ömer’den rivayet ettikleri bir hadis şöyledir:

“Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) altın bir yüzük taktı ve yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdi. Ashabdan da altın yüzük takanlar vardı. Derken Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) minbere çıktı, elindeki yüzüğü çıkardı ve şöyle buyurdu: “Vallahi bundan böyle ebediyen altın yüzük takmayacağım.” Ashabdan altın yüzük takanlar derhal yüzüklerini çıkardılar. Bundan sonra Allah Resûlü gümüşten bir yüzük yaptırdı.”2

Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) kısa bir süre taktığı bu altın yüzük, Hz. Âişe’nin (r.anha) bildirdiği şu rivayetten anlaşılacağı üzere Habeş hükümdarı Necaşî’nin gönderdiği bir hediyedir:

“Habeş hükümdarı Necâşî’nin Resulüllah’a (aleyhissalâtu vesselâm) gönderdiği hediyeler gelmişti ve bunların arasında Habeşî kaşlı altın bir yüzük de vardı. Resulüllah o yüzüğe pek iltifat etmeden bir çubukla ya da parmağının ucuyla aldı. Daha sonra kızı Zeyneb’in kızı Ümâme’yi çağırdı ve yüzüğü ona vererek ‘Yavrucuğum, bununla ziynetlen (süslen)’ buyurdu.”3

Bu hâdise, 628 yılında Hayber fethinin ardından vuku bulmuştu. Nitekim Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer İbn-i Ebî Tâlib başkanlığındaki Habeş muhacirleri kafilesi, beraberlerinde Necaşî’nin gönderdiği Habeşli heyet ve hediyelerle birlikte Rasulullah’ın huzuruna gelmişlerdi. Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) hediyeleri kabul etmiş ve gönderen hükümdara değer verdiğini izhar etmek üzere altın yüzüğü parmağına takmıştı. Abdullah İbn-i Ömer bir süre, Enes İbn-i Mâlik ise sadece o gün parmağında gördüklerini, akabinde yüzüğü çıkarıp ashabına bu tür ziynetlerin erkekler için meşru olmadığını bildirdiğini kaydederler.

Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm), aynı sene içinde (hicri 7.) gümüş bir yüzük sipariş vererek kaşına mühür nakşettirir. Enes İbn-i Mâlik (radıyallahu anh) bu hususu şöyle anlatır:

“Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) Roma ve Acem diyarına mektup yazmak istediğinde kendisine, ‘Eğer mektubunuz mühürsüz olursa onlar bunu asla kabul etmezler.’ denildi. Bunun üzerine Resulüllah gümüşten bir yüzük yaptırdı. Yüzüğün kaşında محمد رسول الله [Muhammed Allah’ın Rasûlüdür] ibaresi nakşedilmişti. Parmağındaki gümüş yüzüğün ışıltısı hâlâ gözümün önündedir.”4

Yüzükteki Mühür

Enes İbn-i Mâlik (radıyallahu anh) şöyle demiştir: Resulüllah’ın yüzüğünün kaşındaki yazı üç satır şeklinde nakşedilmişti. “Muhammed” bir satırda, “Rasûl” diğer satırda, “Allah” lafzı ise bir başka satırda yazılıydı.5

Aynı rivayet, Abdullah İbn-i Ömer ve diğer sahabîler tarafından da nakledilmektedir. Üç satırdan ibaret bu istif yazının alttan yukarıya doğru okunuşu محمد رسول الله [Muhammed Resulüllah]’dır.

Merhum Muhammed Hamîdullah, Medineli bir sanatkâra yaptırılan bu yüzüğün gümüşten mâmul, iri ve kalın bir yüzük olduğunu, mührün çapının iki cm.yi bulduğunu, Resulüllah ve ilk halifeler tarafından devlet mührü olarak kullanıldığını kaydeder.6

Enes İbn-i Mâlik ve Abdullah İbn-i Ömer, bu mührün Peygamberimiz’e has olduğunu şöyle nakletmişlerdir: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) gümüşten yüzük yaptırdı. Kaşına ‘Muhammed Resulüllah’ yazısını nakşettirdi ve buyurdu ki: Hiçbir kimse yüzüğüne aynısını nakşettirmesin.”7

Yine Enes İbn-i Malik demiştir ki: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) helâya gireceğinde yüzüğünü çıkarırdı.”8

Ashab-ı Suffe‘den Ebû Râfi‘, Resulüllah’ın abdest alırken –suyun alta nüfuz etmesi için– yüzüğünü hareket ettirdiğini nakleder.9 Aynı şekilde Hz. Ali ve Abdullah İbn-i Ömer başta olmak üzere sahabe ve tabiînden birçok şahsın abdest alırlarken yüzüklerini hareket ettirdikleri kaydedilir.10

peygamber efendimizin mührü

Peygamber Efendimiz Yüzüğü Hangi Parmağa Takardı?

Hz. Enes İbn-i Mâlik ve İbn-i Ömer (r.anhuma), Peygamber Efendimizin yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktığını naklederler. Ayrıca kimi zaman yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdiğini kaydederler.11

Bir defasında Enes İbn-i Mâlik’e (r.a), Resulüllah’ın yüzük takınıp takınmadığını sorduklarında şöyle demiştir: “Evet takınırdı. Hatta bir gece Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) yatsı namazını kıldırmayı gece yarısı oluncaya kadar tehir etmişti. Sonra mescide çıkmış ve şöyle buyurmuştu: “Halk namazı kılmış ve uyumuştur. Siz ise namaz için beklediğiniz müddetçe namaz kılıyor (gibi ecirde) sayılırsınız.” Enes İbn-i Mâlik “Sanki ben şu an Resulüllah’ın yüzüğünün parıltısını hâlâ görüyor gibiyim” dedi ve sol elini kaldırıp serçe parmağını gösterip yüzüğün takıldığı yere işaret etti.12

Resulüllah Efendimiz, bazen yüzüğü sağ elinin serçe parmağına da takmıştır.13 Ancak ekseriyet itibariyle sol eline taktığı mervîdir. Dört halifenin de sol elin serçe parmağına taktıkları nakledilir. Ayrıca Hz. Hasan, Hz. Hüseyin gibi torunlarının da Resulüllah’a ittibaen yüzüklerini sol ellerine taktıkları kaydedilir.14

Hz. Ali (radıyallahu anh) ise orta ve işaret parmağını göstererek şöyle demiştir: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) şu iki parmağa yüzük takmamı nehyetti.”15

Bütün bu rivayetlere göre baş parmağa, orta ve işaret parmağına yüzük takmak tasvip edilmezken serçe parmak veya yüzük parmağına uygun görülmektedir.

Yüzüğün İlk Halifelere İntikali

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince parmağındaki mühürlü yüzük çıkarıldı ve ilerleyen günlerde ilk halife ve devlet başkanı olarak seçilen Hz. Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) teslim aldı. O da Resulüllah’ın yaptığı gibi yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktı ve yazışmalarda devlet mührü olarak kullandı. Sonrasında Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti.16

Fakat Hz. Osman’ın hilafetinin altıncı senesinde (h.30/m.650) yüzük kayboldu. Abdullah İbn-i Ömer ve Enes İbn-i Mâlik bu hâdiseyi şöyle haber verirler: Resulüllah’ın yüzüğü vefatına kadar elinde (parmağında) idi. Sonra Halife Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve ardından Hz. Osman’a intikal etti. Bir defasında Hz. Osman Erîs kuyusunun başına oturmuştu. Yüzüğü parmağından çıkarmış, elinde çeviriyordu. Derken yüzük kuyuya düştü. Hz. Osman’ın nezaretinde üç gün boyunca kuyunun suyunu çekerek boşaltmamıza rağmen onu bulamadık.17

Arama çalışmaları sonuç vermeyince Hz. Osman başka bir yüzük yaptırmıştır.18

Erîs kuyusu, Mescid-i Nebevi ile Kubâ Mescidi arasındaki hurmalıklarda yer almaktadır. Resulüllah’ın hâtemi düştükten sonra “Bi’ru Hâtem” namıyla şöhret bulan kuyu, Medine’deki ziyaretgâhlardan iken yakın zamanda Kuba mescidiyle ilgili çevre düzenlemesi ve yol yapımı esnasında ortadan kaldırılmıştır.

Bu arada Peygamber Efendimizin yüzüğünün/mührünün zayi olmasıyla alakalı yanlış bir kanaatin tashih edilmesinde yarar var: Hz. Osman’ın yüzüğü kuyuya düşürüp kaybetmesiyle birlikte hilafetinde ciddi sıkıntılar yaşadığı, şehit edilmesine kadar fitnelere maruz kaldığı… şeklinde bazı ithamlara maruz kalmıştır. Ne var ki bütün bu olumsuzlukları yüzüğün zayi edilmesine bağlamak İslâm inanç ve akidesine katiyen uymaz. Hem Hz. Osman yüzüğü bilerek ve isteyerek kuyuya düşürmüş değildir. Üstelik kuyudan çıkartılması için çok çaba harcadığı malumdur. Bütün bu sebeplerle Hz. Osman’ı itham etmek doğru değildir.

Buraya kadar tahlil etmeye çalıştığımız yüzük mühre ait hususiyetleri, günümüze intikal eden orijinal vesikalarla da özleştirmek mümkündür. Nitekim Resulüllah’ın orijinal mektuplarından dördü Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi’nde mevcuttur. Deri üzerine mürekkeple yazılmış bu mektuplar Peygamber(lik) mührüyle mühürlenmiştir. M. Hamîdullah, birçok eserinde bu mektuplar hakkında geniş bilgi vermiştir.19 Ayrıca Hilmi Aydın’ın hazırladığı “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” (İstanbul, 2004) adlı eserde bu mektupların metinleri ve üzerindeki mühürler renkli fotoğraflarla sunulmuştur.

Altın ve Gümüş Yüzük Kullanmanın Hükmü

Altın Yüzük Erkeğe Haram mı?

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), Necaşî’nin göndermiş olduğu hediyeleri kabul ettiğini izhar etmek üzere Habeşî kaşlı altın yüzüğü sadece bir defa –o güne mahsus– takmıştır. Ardından yüzüğü çıkarmış ve ashabına hitaben bu tür altın ziynetlerin erkekler için meşrû olmadığını bildirmiştir. Altın yüzüğü de kız torununa hediye etmek suretiyle kadınlar için meşrû olduğunu göstermiştir. Akabinde gümüşten bir yüzük yaptırmış ve kaşına “Muhammed Resulüllah” mührünü nakşettirmiştir.

Peygamber Efendimizin bu uygulamasını örnek alan ashab-ı kirâmdan altın yüzük takmakta olanlar altından vazgeçmişler ya da gümüşe tebdil etmişlerdir. Enes İbn-i Malik ve Abdullah İbn-i Ömer bu hususu şöyle anlatırlar:

“Resulüllah (s.a.s) altın yüzük takmıştı. Yüzüğünü hemen çıkardı ve “Artık ebediyen bu yüzüğü takmayacağım” buyurdu. Bunun üzerine ashab da altın yüzüklerini çıkardılar.”20

Resulüllah’ın altın yüzüğü erkekler için meşrû görmediğine dair Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn-i Mes’ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, İmrân İbn-i Husayn, Ebû Hureyre, İbn-i Abbâs, Berâ İbn-i Âzib ve daha birçok sahabeden gelen çoklu rivayetler vardır. Bu rivayetlerde; Resulüllah’ın altın yüzüğü yasakladığına dair söz ve uygulamaların yanı sıra sahabe uygulamaları da yer almaktadır.21

Akik Yüzük

Resulüllah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) akik yüzük taktığına dair mevsûk bir rivayet yoktur. Akik yüzüğü tavsiye etmesi konusundaki rivayetler ise sıhhat ve sübût yönünden tenkit edilmiştir. Hadis münekkitleri, akik, zümrüt, yâkut, zebercet gibi değerli taşları ihtiva eden yüzükler hakkında Peygamberimizden sahîh rivayet gelmediğini belirtmişlerdir.22

Akik yüzük kullanmak caizdir fakat sünnet değildir. Her ne kadar bu hususta تختموا بالعقيق “Akik yüzük takının.”23 rivayeti varsa da bu rivayet, isnâd yönünden za‘fiyeti bir tarafa, metin yönünden hatalı nakledilmiştir. Zira تَخَتّمُوا [tehattemû =yüzük takının] ibaresinin aslında تخَيّمُوا [tehayyemû = çadır kurup ikamet edin] şeklinde olduğu, ancak ravinin ي harfini hataen ت olarak nakletmesi sebebiyle rivayet illetlidir. Hadisteki bu tür harf veya kelime hatalarına tashîf denilmektedir. Yukarıdaki rivayetin metin yönünden doğrusu تخَيّمُوا بالعقيق “Akîk vâdisinde çadır kurun/ikamet edin.” olmalıdır. Nitekim Ebû Ahmed el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn adlı eserinde bu hususu beyan eder. Ali el-Kârî, el-Münâvî ve el-Aclûnî gibi hadis münekkitleri de bu görüşe destek verirler.24

Akikle ilgili bu rivayetteki tavsiye, akik yüzük kullanımı değil, bilakis Medine’deki Akîk vâdisinden istifade edilmesidir. Yukarıdaki rivayetin bazı kayıtlarında şöyle bir ziyade vardır: .فإنه واد مبارك “…çünkü o mübârek bir vâdidir.” Ne var ki تخَيّمُوا ibaresi hatalı nakledildiği için, tabiatıyla hadisin devamında yer alan ifadeler de akik yüzükle irtibatlı zannedilmekte ve şu şekilde hatalı yorumlanmaktadır: Akik yüzük mübarektir; bereket kaynağıdır; fakirliği giderir; sıkıntıyı, tasa ve kederi bertaraf eder… Hatta yüzükteki akik taşının parmağa temas etmesi hakkında da birçok hikmetler uydurulmuştur ki, bütün bunlar dayanaktan yoksundur.

Oysa Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm)’in tavsiye buyurduğu akik, Medine’nin kuzeybatı-güneybatı istikametindeki meşhur bir vâdinin adıdır. Bu vâdinin isim benzerliği dışında akik taşıyla herhangi bir ilgisi yoktur. Orada ne akik taşı ne de değerli bir taş vardır. Akik taşı Arap yarımadasında daha ziyade Yemen taraflarında bulunmaktadır.

Rivayetlerde ifade edildiği üzere; Resulüllah (s.a.s) kimi zaman Medine’ye girip çıkarken yol üstündeki Akîk vâdisinde konaklamış, serin havasından ve suyundan istifade etmiş ve ashabına da tavsiye buyurmuştur. İbn Sa‘d, Resulüllah’ın (s.a.s) Akîk vâdisinde konakladığını ve Rûme denilen kuyudan su içtiğini kaydeder.25

Özellikle sıcakların arttığı dönemlerde Medine için ayrı önem bir taşıyan Akîk vadisi, serin havası ve suyuyla bir sayfiye yeridir. Kimi sahabîlerin orada yazlık meskenlerinin olduğu, hatta orada vefat ettikleri kaydedilir.26

Bundan başka Zülhuleyfe mevkii, Medine havalisi için mîkat (ihrama girme) yeridir. Akîk vâdisi de Zülhuleyfe’ye kadar uzanmaktadır. Bir defasında bu mevkide ihramlı olarak konaklayan Resulüllah (s.a.s) Akîk’in mübarek bir vâdi olduğunu beyân buyurmuştur.27

Dolayısıyla hadislerde mübarek olduğu ifade edilen akik, yüzük taşı değil, mezkûr vâdidir.

Sonuç

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke döneminde yüzük kullanmamıştır. Medine’ye hicretten altı sene sonra Necaşî’nin hediye olarak gönderdiği Habeşî kaşlı altın yüzüğü, gönderen şahsa değer verdiğini izhar etmek üzere sadece o gün parmağına takmıştır. Sonrasında kız torunu Ümâme’ye hediye etmiştir. Bir süre sonra gümüş bir yüzük yaptırmış ve kaşına “Muhammed Resulüllah” mührünü nakşettirmiştir. Bu arada altın ziynetlerin erkekler için meşrû olmadığını bildirmiştir. Ashabdan altın yüzük takmakta olanlar ise yüzüklerini çıkarmışlar yahut gümüş ile tebdil etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz gümüş yüzüğünü genellikle sol elinin serçe parmağına takmış ve yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Vefatından sonra ilk halifelere intikal eden bu yüzük Hz. Osman’ın hilafetinin altıncı senesinde Medine’deki Erîs kuyusuna düşmüştür. Bütün çabalara rağmen bulunamamıştır. Hz. Osman da başka bir yüzük-mühür yaptırmıştır. İlerleyen yıllarda vali gibi üst düzey idarecilerin yanı sıra alt kademede görev yapan kimseler de kendilerine mahsus mühürlü yüzük yaptırmak suretiyle bu uygulamayı sürdürmüşlerdir.

Yazar: Prof. Dr. Abdulkadir Paksoy

Dipnot:

  1. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, II, 10; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 40; XII, 164
  2. Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51
  3. Ebû Dâvûd, Hâtem 8
  4. Buharî, Libâs 52; Müslim, Libâs 56
  5. Buharî, Libâs 55
  6. M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1026
  7. Buharî, Libâs 54; Müslim, Libâs 54
  8. Tirmizî, Libâs 18; Ebû Dâvûd, Tahâre 10
  9. İbn Mâce, Tahâre 54
  10. Buharî, Vudû 29; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 44 vd.
  11. Müslim, Libâs 54-65; Ebû Dâvûd, Hâtem 5
  12. Buharî, Libâs 48
  13. Tirmizî, Libâs 16; Ebû Dâvûd, Hâtem 5
  14. Tirmizî, Libâs 16; İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 196
  15. Müslim, Libâs 64
  16. M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 371
  17. Buharî, Libâs 55
  18. Ebû Dâvûd, Hâtem 1
  19. Bkz. M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, s. 100; İslam Peygamberi, I, 43
  20. Buharî, Libâs 45, 53; Müslim, Libâs 51
  21. Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51; Tirmizî, Libâs 13; Ebû Dâvûd, Hâtem 3; Nesaî, Libâs 76-7. İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 193
  22. Bkz. İbn Hibbân, Kitâbu’l-Mecrûhîn, Haleb 1396, III, 138; İbn Adiy, el-Kâmil, Beyrut 1988, VII, 146; Ukaylî, ed-Du‘afâ, Beyrut, ts., IV, 449; İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-mütenâhiye, Beyrut 1403, II, 693; Kitâbu’l-Mevzûât, Beyrut 1983, III, 56-59; Zehebî, Mîzân, I, 530; IV, 448
  23. Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XI, 251; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, II, 57; Ukaylî, Du‘afâ, IV, 448
  24. Bkz. el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn, Kahire 1982, I, 360; Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfû‘a, Beyrut 1985, s. 94; el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr şerhu Câmii’s-sağîr, III, 236; el-Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, I, 356
  25. Tabakât, I, 504
  26. Hâkim, Müstedrek, III, 496, 566, 580
  27. Buharî, Hac 16
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.