Kimsesizlerin Kimsesi Peygamber Efendimiz (sas)

795

Dost ve düşmanın ittifakıyla Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) en önemli özelliklerinden biri zayıfları, kimsesizleri himaye etmesidir. O’nun içinden çıktığı toplumun –içinde iyiler bulunsa da- başlangıçtaki hâkim karakterinin “câhiliye” olarak tavsif edilmesi, zulmün boyutlarını ve O’nun bu konudaki mücadelesini göstermesi açısından yeterlidir.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), risâleti öncesinde de zayıf ve güçsüzlerin sığınağı olmuştur. İlk vahyi aldığında heyecanlanıp endişe ve titreme içinde evine döndüğünde başına gelenleri anlattığı eşi Hz. Hatice (radıyallâhu anhâ) O’nu şöyle teselli etmişti:

“Endişelenme! Yemin ederim ki Allah Teâlâ asla Sen’i mahcup etmez. Çünkü Sen akrabalık bağlarını gözetirsin, doğru konuşursun, zayıfların yükünü çekersin, yoksulların derdine derman olursun, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.”1

Rahmet Peygamberi’nin cahiliye toplumu üzerine bir güneş gibi doğmasıyla haklı olduğu hâlde ezilenlerin güç kazandığı, Ebû Süfyân’ın Müslüman olmadan önceki itirafıyla da sabittir: Hz. Peygamber’in İslâm’a davet mektubunu alan Bizans Kralı Herakleios, o sırada bölgede bulunan Ebû Süfyân ve arkadaşlarından O’nun hakkında bilgi almak maksadıyla sorulan birçok sorudan biri olan: “O’na eşraftan olanlar mı yoksa zayıflar mı tâbi oluyor?” sorusuna, Ebû Süfyân’dan “zayıflar” cevabını alınca: “Evet, zaten bütün peygamberlerin tâbileri de böyledir.” demişti.2

Peygamber Efendimiz’in risalet öncesinde de güçsüz ve zayıfların haklarını koruma maksadıyla kurulan hılfü’l-fudûl sözleşmesine katılması, bu komitede aktif görev yapması O’nun zulme karşı tavrını gösteren önemli bir örnektir. Bu antlaşma metnindeki: “Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine haksızlık ve zulüm yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi olsun ister kötü, ister bizden birisi isterse yabancı olsun kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir vücud gibi hareket edeceğiz…”3 hükmü gereği O, alacağını Ebû Cehil’in ödemediği bir adama yardımcı olmuş ve parasını tahsil etmesini sağlamıştır.

Ca’fer b. Ebî Tâlib’in Habeşistan’a hicreti sırasında ülkenin Kralı Necâşî Ashame’ye söylediği şu sözler de ilginçtir: “Ey Hükümdar! Allah içimizden birisini elçi seçip bize gönderinceye kadar biz cahillerdendik, putlara tapardık, ölü eti yerdik, her türlü kötülüğü yapardık, aramızdaki akrabalık bağlarını tamamen koparmıştık, komşulara her türlü eziyeti reva görürdük, güçlü bulunan zayıf konumda olanı yercesine ezerdi. İşte biz bu hâldeyken Allah içimizden, soyunu bildiğimiz, dürüst ve emin olduğunda asla tereddüdümüzün bulunmadığı, namuslu, şerefli birisini peygamber olarak gönderdi. O bizi tek olan Allah inancına ve sadece O’na kulluk etmeye davet etti. Atalarımızın taptığı taşlara, putlara inanmaktan vazgeçmemizi istedi. Bize doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, komşularla iyi geçinmeyi, haramlardan uzak durmayı, kan akıtmamayı emretti. Her türlü çirkin işi yapmayı, yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi, namuslu ve dürüst insanlara iftira atmayı yasakladı…”4

Hz. Peygamber (aleyhisselâm): “Bana zayıfları çağırın da onların yüzü suyu hürmetine Allah’tan düşmanlara karşı zafer dileyeyim. Çünkü siz ancak zayıflarınızın hayır duası, bereketi ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz…”5 “Hakir, küçük görülüp de dışlanan, kapıdan kovulan saçı başı dağınık/pejmürde nice insanlar vardır ki Allah’a yemin etseler Allah onları yemininde mutlaka haklı çıkarır.”6 şeklindeki hadîsleriyle onların değerini ortaya koymuştur.

Hz. Peygamber sıkıntı yaşayanların gönüllerini almış, onlara müjdeler vermiştir. Meselâ Ensar’ın fakirlerine seslenerek onların zengin kardeşlerinden daha önce Cennet’e gireceğini müjdelemiş,7 içinde bulundukları hâle isyan etmemelerini ve sabretmelerini sağlamış, zenginlere de sorumluluklarını hatırlatmıştır. Burada hadîsten anlaşıldığı üzere Allah Rasûlü, zenginleri ve zenginliği yermiş değil, herkesin sahip olduğu nimetin hesabını verinceye kadar belli bir sürenin geçeceğini, zenginlik nimetinin de bir imtihan vesilesi olduğunu, zenginlerden hesabı kolay olacak şekilde davranmaları gerektiğini hatırlatmış, sabredebilen fakirlerin ise, bu açıdan hesaplarının fazla uzun sürmeyeceğini bildirmiştir.

Hz. Peygamber’in haksızlığa uğrayanların bedduasından sakınılmasını istemesi ve onların duasının geri çevrilmeyeceğini bildirmesi8 onlara büyük bir destektir.

kimsesizlerin kimsesi

Her güzel ahlâkta zirve olan Peygamber Efendimiz’in zayıf ve kimsesizleri korumasıyla ilgili hayatından her döneme ışık tutacak bazı örnekleri zikretmek istiyoruz:

1. Kimsesizlerin Kimsesi: Hz. Peygamber insana insan olduğu için değer vermiştir. Çünkü insan, şerefini insanlığından alır.9 Bu konuda şu örnekler Hz. Peygamber’in kim olursa olsun bütün kimsesizlerin kimsesi olduğunun çarpıcı örneklerindendir. Mescidi süpüren siyahî bir kadın (Ümmü Mihcen) vardı. Öldüğünde sahabe Peygamber Efendimiz’e haber verme ihtiyacı duymayarak namazını kılıp, defnetmişlerdi. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) onu görememiş ve kendisini sormuştu. Sahabe öldüğünü ve defnettiklerini söyleyince Rasûlullah (s.a.s.): “Bana haber vermeli değil miydiniz?” diye serzenişte bulundu ve kendisine onun kabrini göstermelerini istedi, gidip kabrinde cenaze namazını kıldı.10

Kendisine ve Müslümanlara her türlü eziyeti yapmış olan Mekkeli müşriklerin 627 yılında kıtlık çektiklerini öğrenir öğrenmez fakirlerine dağıtılmak üzere 500 dinar para gönderen de O’ (sallallahu aleyhi ve sellem) dur.11

2. Kız çocukları Cennet’in anahtarı, kadınlar Allah’ın emaneti: İslâm öncesi çeşitli kültürlerde kızlara ve kadınlara karşı olumsuz bir bakışın bulunduğu, bazı cahiliye Araplarının da kızlara karşı acımasızca davrandıkları,12 hattâ onları diri diri toprağa gömdükleri bilinmektedir.13

Allah Resulü, kız çocuklarının anne-babasına hayat veren çok değerli bir kazanç, Allah’ın bir bağışı, ebeveynleri ve kardeşleri için Cennet’in anahtarı olduklarını beyan etmiştir: “Kim üç kızın (kendi kızları, kız kardeşleri ya da başkalarının kızları) geçimini üzerine alır, bunları iyi bir terbiyeden geçirir, evlendirir ve bundan sonra da iyiliğini sürdürürse ona Cennet vardır.”14 hadîsi ile kızlar, “cennetin anahtarı” pâyesini onunla kazanmışlardır.

Kızlarını diri diri toprağa gömen vicdansız babalar karşısında çocuklarına fıtraten çok şefkatli olan annelerinin hâlini de anlayan Rahmet Peygamberi kadınlara yaptığı bir vaazında: “Üç çocuğu ölmüş olan kadın için bu çocukları, ateşle kendisi arasında perde olacaklardır.” hadîsiyle anneleri teselli etmiştir. Kadınlardan birisi: “İki olsa olmaz mı?” diye sorduğunda: “Olur.” cevabını vermiştir.15

Kadınlar, Allah’ın emaneti olma şerefine O’nun mesajıyla ulaşmışlardır: “Ey kocalar! Siz onları Allah’ın kelimesiyle (nikâhla) helâl edindiniz,16 o zaman kadınlar konusunda Allah’ın buyurduğu hususlarda hassas olun. Çünkü siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız.”17

Bu ifade kocanın eşine karşı ne kadar ağır bir sorumluluk yüklendiğini göstermesi açısından son derece önemlidir. Çünkü emanete riayetsizlik ihanettir ve bu hadîse göre ihanet, eşten önce Allah’a karşı yapılmıştır. Çünkü emanet eden O’dur. Kadına karşı sorumluluğun ağırlığına bundan daha dikkat çekici bir vurgu olamaz. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in: “Kadınlarınıza iyi davranın.”18 emrinin en iyi modeli her alanda olduğu gibi yine Hz. Peygamber olmuştur:19 “Allah katında en hayırlınız, kadınlara karşı iyi davrananınızdır. Bu konuda en iyi örneğiniz de benim.”20 şeklindeki sözünün doğruluğunu mü’minlerin annesi Hz. Âişe tasdik etmiştir.21

3. İmtiyazların kaldırılması: Hz. Peygamber, hukuk önünde eşitlik ilkesiyle bütün imtiyazları kaldırmıştır. Meselâ Arap aristokrasisine mensup Fâtıma adında bir kadının işlediği hırsızlık suçunun cezasından muaf tutulması için O’nun çok sevdiği Üsame b. Zeyd’i aracı göndermeleri üzerine Rasûlullâh (s.a.s.):

“Sizden önceki toplumlar, itibarlı birisi suç işlediğinde onu görmezden geldiler; ama zayıf birisi suç işlediğinde ona ceza verdiler. İşte bu onların çöküşünü hazırladı. Allah’a yemin ederim ki bu suçu o Fâtıma değil de Muhammed’in kızı Fâtıma işlemiş olsaydı, ona da hak ettiği cezayı verirdim.” demiş ve kadının cezası uygulanmıştır.22

Rasûlullâh (s.a.s.) kendisi için dahi imtiyaz istememiştir. Bir gün insanlara yardım malzemesi dağıtırken bir adam O’nun üzerine abanmıştı. Hz. Peygamber elinde bulunan bir değnekle onu dürtüp dikkatli olmasını istemişti ki, değnek onun yüzünü çizmişti. Hemen değneği onun eline verip aynı hareketi kendisine uygulamasını (kısas gereği) istediğinde adam Hz. Peygamber’e kendisini affettiğini söyleyip kısas uygulamaktan vazgeçmişti.23

4. Ayırımcılık kaldırılmıştır: Hz. Peygamber ayırımcılık ve dışlama mânâsına gelebilecek tavır takınmayı yasaklamıştır. Meselâ düğün yemeğine (velîme) zenginlerin çağrılıp fakirlerin davet edilmemesini kötü bir tavır olarak vasıflandırmıştır.24

Hz. Peygamber’in ayrımcılığa karşı takındığı tavrın eşsiz sayılabilecek örneklerinden birisi olarak, azat edilmiş bir köle ve cariyenin çocuğu olan Üsâme b. Zeyd’i pek çok hikmetlerinin yanında onun liyakat ve kabiliyetiyle komutanlık yapabilecek durumunda olduğunu göstermek için, 18 yaşlarındayken sahâbîler ordusuna komutan tayin etmesi çok çarpıcıdır.25

5. İbadet bile olsa eziyetten sakınmak/ibadette itidal: Ümmetine çok düşkün olan Peygamber Efendimiz26: “Siz kolaylık istenen bir ümmetsiniz.”27  (Kendisinin getirdiği mesajın her şart ve zeminde yaşanabileceğini “hanifiye-i semha” ile gönderildiğini bildirmiştir.) hadîsiyle de ümmetini sıkıntıya düşürmemeye özen göstermiştir. İslâm’ın kolaylık dini olduğunu bildirerek28hep bu yönde tutum takınmış ve “Dininizin en hayırlısı kolay olanıdır.”29 hadîsiyle bu gerçeği teyit etmiştir. Kendisi de bizzat ümmetine örnek olması açısından tercihine bırakılan iki işten kolayını seçmiştir.30 Öte yandan ümmetin yükünü artırabileceği endişesine bağlı olarak kendisine çok soru sorulmasını yasaklamıştır.31

O’nun ümmetine olan merhametinin ifadesi olmak üzere şu olayı örnek olarak zikredebiliriz:
Daha önceden tanıdığı ve bir yıl sonra tekrar karşılaştığında zayıflamasından tanınmaz hâle gelen bir sahabîye “Seni bu şekilde değiştiren nedir?” diye sorduğunda, onun sürekli oruç tuttuğunu öğrenince, kendisine her zaman yaşayabileceği, götürebileceği şekilde nafile ibadet yapmasını ve Ramazan dışında her aydan bir gün oruç tutmasının yeterli olduğunu bildirmiştir.32

6. Hastaya moral motivasyon: Hasta ziyareti ve hastaya moral, ölenlerin yakınlarına taziye Allah Resûlü’nün hayatı boyunca özenle yaptığı ve ashabını da teşvik ettiği amellerdendir. Bir hadîsinde: “Ashabım, hastaları ziyaret ediniz, açları doyurunuz, kölelerinizi salıveriniz.” buyurmuş,33 hasta ziyaretini, mü’minin mü’min üzerindeki haklarından biri saymıştır.34

Hadîslerde hastanın duasının meleklerinki gibi makbul olduğunu,35 ziyaretçinin de hasta kardeşinin yanına oturuncaya kadar Cennet meyvelerini kopararak yürüdüğünü belirtmiştir.36 Bu tutum, hastaya moral, ziyaretçiyi teşviktir.

7. Cenaze evine yardım: Hz. Peygamber, cenazesi olan insanlar üzüntü ve telaş içindeyken bir de cenazeye gelenlerin ihtiyaçlarını karşılama sıkıntısı çekmemeleri için cenaze evine yemek götürülmesini istemiştir. Meselâ Mu’te Savaşı’nda amcasının oğlu Cafer b. Ebî Tâlib’in şehit düşmesi üzerine: “Cafer’in ev halkına yemek hazırlayınız. Çünkü onların başına kendilerini meşgul eden bir iş gelmiştir.” buyurmuştur.37

8. Açların doyurulması: Her toplumda aç ve açıkta kalmış insanlar bulunabilir. Hz. Peygamber: “Açları doyurunuz.” emriyle onların sahipsiz bırakılmamasını istemiştir.38 Bu, kurban bayramlarında kesilen hayvanların etinden fakir ve açların doyurulması talepleriyle de paralellik arz eder.39 Bu sebeple tarihî süreçte aş evleri kurulmuş, vakıflar bu yönde hizmet görmüşlerdir.

9. Hz. Peygamber işsizlere iş bulmuş veya yol göstermiştir: Bir hadîste dilenciliği yüzsüzlük ve onursuzluk olarak nitelemiş,40 el emeğini ve çalışmayı övmüştür.41 Dolayısıyla dilencilik, ‘asalaklık’, ‘başkalarının sırtından geçinme’ demektir ki, şu hadîste de belirtildiği üzere insanın saygınlığını/şerefini ayaklar altına alan bir tutumdur: “Sizden birinizin dağa giderek bir yüklük (arkalık) odunu yüklenip satarak ihtiyacını karşılamasıyla şerefini kurtarması -verilir veya verilmez ayrı bir şey ama- insanlardan istemekten daha hayırlıdır.”42

Hz. Peygamber, Ensar’dan bir şeyler istemek üzere gelen bir sahabinin bir iki basit ev eşyasını açık artırmayla satarak ona sermaye yapmış ve bir balta alarak odun kesip satmasını istemiştir. Bir müddet sonra yeterli miktarda para kazanarak gelen bu şahsa Hz. Peygamber: “İşte bu, kıyamet günü dilencilik zilletiyle Allah’ın huzuruna çıkmandan hayırlıdır.” buyurmuştur.43 Buna göre ülkemizde simit satmak, ayakkabı boyacılığı yapmak gibi sermaye gerektirmeyen işleri yaparak geçimini temin etmenin dilenmekten daha şerefli olduğunu söylemeliyiz.

10. Topluca ifa edilen görevlerde zayıflara göre hareket: Hz. Peygamber topluca ifa edilecek görevler sırasında insanlar içinde yaşlılar, hastalar, zayıflar, güçsüzler, ihtiyaç sahipleri, acil işi olanlar bulunabileceğini dikkate alarak bunların gözetilmesini istemiştir. Çünkü “Bir zincir en zayıf halkası kadar yük çeker.” sözü dikkate alındığında zayıf birisinin o halkadan kopması düzeni bozar. Meselâ imam olanların cemaat içinde bu tür insanlar bulunabileceğini dikkate almalarını namazı hafif tutmalarını istemiş,44 kendisi de bu şekilde davranmış,45 namazda uzun süre okuduğundan şikâyet edilen Muaz b. Cebel’i de sert bir şekilde uyarmıştır.46

11. Borçlulara, muhtaçlara yardım: Hz. Peygamber geride borç bırakarak ölenlerin borcunu ve ailesinde bakılmaya muhtaç olanların geçimini üzerine almıştır.47 Meselâ bir kafileden satın aldığı bir danayı kârlı bir şekilde satmış ve kazancını muhtaç kadınlara dağıtmıştır.48 Ka’b b. Mâlik‘in son derece fakir bir sahabi olan Abdullah b. Ebî Hadred’in yakasına yapışarak ondan alacağını talep ettiğini odasının penceresinden gördüğünde ona eliyle işaret ederek alacağının yarısını bağışlamasını istemiş, o da bunu kabul etmiştir.49

12. Dul ve yetimler: Kocası ölmüş veya boşanarak dul kalmış kimsesiz kadınlara yardım edilmesini istemiş ve bunu başarabilenlerin Allah yolunda savaşa çıkmış mücahit veya geceleri namazla gündüzleri de oruçla geçiren âbid gibi olduklarını beyan etmiştir.50

Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerîm’in emri gereği devlet gelirlerinin bir kısmını yetimlerin ihtiyaçları için ayırmış,51 yetim malına el uzatmayı helâk edici yedi günah arasında saymış,52 yetimlere ilgi gösterenlerin de Cennet’te beraber olma saadetine nail olacaklarını bildirmiştir.53

Peygamber Efendimiz herkesin yetimlere çocukları gibi şefkatli davranmalarını istemiş,54 kalbinin katılığından şikâyet eden bir arkadaşına yoksulları doyurmayı ve yetimin başını okşamayı tavsiye etmiştir.55 Uhud Savaşı’nda şehit düşen Muhammed b. Fadâle’nin üç yaşındaki oğlu Muhammed’e satılmamak ve bağışlanmamak kaydıyla bir bahçe bağışlamıştır.56

13. Engellilere ve özürlülere muafiyet: İslâm, engellilere, özürlülere birtakım muafiyetler tanımıştır.57 Yükümlülüğün güç nispetinde oluşu engelli ve özürlüleri doğrudan ilgilendiren bir husustur ve onlara verilen değerin, gösterilen kolaylığın bir ifadesidir. Onların üzüntülerini giderecek müjdeler de vardır. Meselâ bir gazveye katılmak isteyip de engelli oluşları sebebiyle gelemeyenlerin kendileriyle beraber gibi niyetlerinin ecrini aldıklarına işaret etmiştir.”58

14. Eziyeti önlemek için yaptığı jestler: Allah Resulü, zaman zaman sıkıntılı durumları kaldırmak için bazı jestlerde bulunmuştur. Buna bir örnek şudur. Abdullah b. Ömer anlatıyor: Hz. Peygamber ile yolculuk yapıyorduk. Ben babama ait dizginlenmesi zor, genç bir devesinin üzerinde idim. Deve beni pek dinlemiyor topluluğun önüne geçiveriyordu. Babam Ömer de onu engelliyor ve geriye çekiyordu. Bu hâdise epey tekrarlanınca Hz. Peygamber babama: “Yâ Ömer onu bana sat!” buyurdular. Babam da: “O, Sen’indir Yâ Rasûlallah!” dedi ve sattı. Sonra da bana: “O, senindir Yâ İbn Ömer! Dilediğin gibi bin!” buyurdular.59

15. Gayrimüslim vatandaşlara duyarlılık: İslâm ülkesinde yaşayan gayrimüslim vatandaşlar inançlarından dolayı bir baskıya maruz bırakılamadığı gibi kanunun öngördüğü yükümlülükler dışında ek bir külfete de tâbi tutulamaz. Temel hakları da Müslüman devletin sorumluluğu altındadır.60 Bunun dışında sırf farklı inançtan oldukları için onlara zulmeden idareciden kıyamet günü öncelikle kendisinin davacı olacağını bildirmiştir.61

16. Peygamber Efendimiz’in  (sav.) Hayvanlara iyi muamelede bulunması: Hz. Peygamber bütün varlıklar için bir rahmet olmuştur. Onun şefkat ve merhametinden bütün varlıklar hissesini almışlardır. Sevâde b. er-Rabî’in anlattığına göre Hz. Peygamber kendisine: “Evine döndüğünde hane halkına söyle hayvanlara iyi baksınlar, buzağıların gıdasını tam olarak versinler, kendi tırnaklarını da kessinler ki, hayvanları sağarlarken onların memelerini incitmesinler.” buyurmuştur.62 Hayvanlara iyi muameleyi isterken hijyen kurallarına da uymayı talep etmiştir: “Tırnaklarınızı kesiniz. Çünkü Şeytan tırnak ile et arasında (tırnakların altlarında) gezer.”63 Bu hadîs aynı zamanda mikrobun bilinmediği bir dönemde tırnak altlarının, mikroplar için uygun bir zemin teşkil ettiğini ve buraların temizliğine önem verilmesi gerektiğini o dönemin anlaşılabilir bir üslûbuyla işaret etmesiyle de gerçekten mucize özelliği taşımaktadır.

Bir enteresan örnek de şudur: Hz. Peygamber bir gün Ensar’dan bir adamın bahçesinde iken bir deve inleyip ağlayarak kendisine gelmişti. Peygamber Efendimiz onun başını okşayarak sakinleştirdikten sonra sahibini çağırarak: “Senin emrine verdiği şu hayvan hakkında hiç Allah’tan korkmuyor musun? Bak bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet etti.” buyurarak onu uyarmıştır.64

Hz. Peygamber hayvanların birbirleriyle dövüştürülmesini,65 canlı hedef yapılmasını,66sırtında oturarak veya yüklü hâldeyken bekletilmesini,67 yüzlerine damga vurulmasını68 yasaklamıştır.

Netice

Hz. Peygamber’in hadîslerinden ve uygulamalarından seçtiğimiz bu örnekler göstermektedir ki, O (sas), kimsesizlerin kimsesi ve zayıfların, güçsüzlerin hâmisi olmuştur. O sadece insanlar için değil diğer canlılar için de rahmet olmuştur. İnsanlar, zayıf ve güçsüzler sayesinde berekete nail olduklarını; aileler, kızlarının kendileri için zahmet değil rahmet olduğunu ve O’ndan öğrendiler. Kocalar, eşlerinin Allah’ın emaneti olduğunu O’nun mesajında gördüler. Yaşlılar, “Yaşlılarımıza saygı göstermeyen bizden değildir.”69 hadîsiyle saygınlıklarını O’nun mesajında buldular. Yetimlerin başı O’nunla okşandı. Dilencilik yapanlar, insan onuruna yakışanın çalışmak olduğunu ve onun hazzını O’ndan öğrendiler. Bir toplumun çöküşüne zemin hazırlayan ayırımcılık O’nunla son buldu ve imtiyazlı sınıflar O’nunla ortadan kalktı. Açlar doydu, işsizler iş, hastalar moral buldu. Gayrimüslim vatandaşlar farklı inançtan olmanın sebep olduğu ayırımcılık ve eziyetten O’nun mesajıyla kurtuldular. Dünya, savaş hukuk ve ahlâkını O’ndan öğrendi. O hayvanların bile sığınağı oldu. Kısaca O, âlemlere rahmet oldu.


Yazar: Yeni Ümit Dergisi’nden alınmıştır.

Dipnot:

  1. Buhârî, “Bed’ü’1-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252.
  2. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 6; Müslim, “Cihâd”, 74.
  3. Bk. Hamidullah, “Hilfü’l-fudûl”, DİA, XVIII, 31-32.
  4. İbn Hanbel, I, 202; V, 291.
  5. Nesâî, “Cihâd”, 43; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 70.
  6. Müslim, “Birr”, 138.
  7. Ebû Dâvûd, “İlim”, 13.
  8. Buhârî, “Mezâlim”, 9; Müslim, “Îmân”, 29.
  9. İsrâ’ (17), 70.
  10. Buhârî, “Cenâiz”, 5, 55, 66; Müslim, “Cenâiz”, 71.
  11. Serahsî, Şerhu’s-Siyer, Beyrut 1997, I, 70; a.mlf., el-Mebsût, Kahire 1324-31, X, 92.
  12. Bk. Nahl (16), 57-59.
  13. Tekvîr (81), 8-9.
  14. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 121; İbn Mâce, “Edeb”, 3.
  15. Buhârî, “Cenâiz”, 6; Müslim, “Birr”, 150-151.
  16. Müslim, “Hacc”, 147; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56.
  17. Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56; İbn Mâce, “Menâsik”, 84.
  18. Nisâ’ (4), 19.
  19. Ahzâb (33), 21.
  20. İbn Mâce, “Nikâh”, 50; Dârimî, “Nikâh”, 55.
  21. İbn Mâce, “Nikâh”, 50-51.
  22. Buhârî, “Hudûd”, 11, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9.
  23. Ebû Dâvûd, “Diyât”, 14; İbn Hanbel, III, 28.
  24. Buhârî, “Nikâh”, 72; Müslim, “Nikâh”, 107-110.
  25. İbn Sa’d, et-Tabakât, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), II, 190.
  26. Tevbe (9), 128.
  27. Ahmed b. Hanbel, V, 22.
  28. Buhârî, “Îmân”, 29; Nesâî, “Îmân”, 28.
  29. İbn Hanbel, IV, 228; V, 22.
  30. Buhârî, “Hudûd”, 10; Müslim, “Fezâil”, 77.
  31. Müslim, “Hacc”, 412, “Fezâil”, 131.
  32. Ebû Dâvûd, “Savm”, 55.
  33. Buhârî, “Merdâ” 4; Ebû Dâvud, “Cenâiz”, 11.
  34. İbn Mâce, “Cenâiz”, 1; İbn Hanbel, II, 68.
  35. Beyhakî, Şuabü’l-îmân, Riyad 2003, XI, 428.
  36. İbn Mâce, “Cenâiz”, 2.
  37. Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 25; Tirmizî, “Cenâiz”, 21.
  38. Buhârî, “Cihâd”, 171, “Merdâ”, 4.
  39. Hacc (22), 28.
  40. Müslim, “Zekât”, 103.
  41. Ebû Dâvûd, “Büyû'”, 77; İbn Mâce, “Ticârât”, 1, 64.
  42. Buhârî, “Zekât”, 50; Müslim, “Zekât”, 107.
  43. Ebû Dâvûd, “Zekât”, 26; İbn Mâce, “Ticârât”, 25.
  44. Buhârî, “Ezân”, 62; Müslim, “Salât”, 183-186.
  45. Buhârî, “Ezân”, 65; Müslim, “Salât”, 192.
  46. Buhari, “Ezân”, 60; Müslim, “Salât”, 178.
  47. Buhârî, “Nefekât”, 15; Müslim, “Ferâiz”, 17.
  48. Ebû Dâvûd, “Büyû'”, 9.
  49. Buhârî, “Salât”, 71, 83.
  50. Buhârî, “Nefekât”, 1; Müslim, “Zühd”, 41.
  51. Enfâl (8), 41; Haşr (59), 7.
  52. Buhârî, “Hudûd”, 44; Müslim, “Îmân”, 144.
  53. Buhârî, “Edeb”, 24; Müslim, “Zühd”, 42.
  54. İbn Mâce, “Edeb”, 10.
  55. İbn Hanbel, II, 263.
  56. Suyûtî, Câmi’u’l-ehâdîs, nr. 41010; Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-‘ummâl, nr. 37533.
  57. Nûr (24), 61; Feth (48), 17.
  58. Buhârî, “Cihâd”, 35.
  59. Buhârî, “Büyû'”, 47.
  60. Bu konuda bk. Saffet Köse, Din ve Vicdan Özgürlüğü, İstanbul 2003, tür. yer.
  61. Ebû Dâvûd, “İmârât”, 31-33.
  62. İbn Hanbel, III, 484; Taberânî, el-Kebîr, Musul 1404/1983, VII, 97; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, Mekke 1994, VIII, 14; Heysemî, V, 304, 471; VIII, 359.
  63. Ebü’l-Fazl el-Irâkî, el-Muğnî, Riyad 1995, I, 90; Suyûtî, el-Câmi’u’s-sağîr (Feyzu’l-Kadîr ile), Beyrut 1994, III, 601.
  64. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 44.
  65. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 51.
  66. Buhârî, “Zebâih”, 25; Müslim, “Sayd”, 58-60.
  67. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 53.
  68. Müslim, “Libâs”, 106-112.
  69. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.