Hicretin altıncı yılı

229

Peşi peşine sökün eden olaylarla hızlı bir süreç yaşanmış ve artık, Mekke’den ayrılışın altıncı yılına girilmişti. Daha dün gibiydi; peygamberler diyarı ve Hz. İbrâhim’le yeniden inşa edilen Mekke herkesin burnunda tütüyordu. Herkesin gönlü günde beş vakit yöneldikleri Kâbe ile birlikte orada kalmıştı, bir mü’min olarak gidip de Allah’ın Evi’ni ziyaret etmenin özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı.

Daüssıla, herkesin içini yakan bir husustu; yerin göbeğiyle göbek bağı olanlar, Kâbe’ye seyahat yapacakları günün rüyasını görür hâle gelmişlerdi. Zira Kâbe, ilk günden bu yana ibadet maksadıyla inşa edilmişti. Bugüne kadar orada ibadet adına ortaya konulanlar, maskaralıktan ibaretti; tavaf diye etrafında dönerken ıslık çalıyor ve alkış tutuyorlardı. Günah işlerken üzerlerine taktıkları elbiselerini buraya gelince çıkarıp bir kenara koyuyor ve Allah’ın Evi’ni, hem de ibadet maksadıyla uryan olarak tavaf ettiklerini sanıyorlardı.

Allah Resûlü de aynı duygular içindeydi; O’nun nazarında Kâbe, minberinden ayrılmış bir mihrab gibi duruyordu. Öyleyse Medine’de kurulan minber, Mekke’deki mihrabın yanına çekilmeli ve Hak adına bir vuslat yaşanmalıydı. Ancak, bunun için zeminin de müsait hâle getirilmesine ihtiyaç vardı.

Bedir, Uhud ve Hendek gibi önemli dönüm noktalarında istediklerini alamamış olsalar da, müşriklerden gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), etrafa gönderdiği keşif kollarıyla önce bölgenin güvenliğini garanti altına almak istemişti.

Altıncı yılın Şa’bân ayında Abdurrahmân İbn Avf’ı yanına çağırıp sarığını bizzat kendisi saran Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), karşılaştıkları insanlara iyilikle muamele etmelerini tembihleyerek onları Benî Kelb diyarına göndermiş; yine aynı ayın içinde iki yüz ashâbıyla birlikte Hz. Ali’yi de, Medine’ye saldırı hazırlığında olduklarının haberi gelen ve Hayber ehliyle ittifak kurmaya çalıştıkları anlaşılan Fedek yönüne göndermişti. Anlaşılan Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve Benî Kurayza’dan sonra Fedek ve Hayber, İsrâiloğulları için yeni bir fitne merkezi hâline getirilmek isteniyordu. Onun için Allah Resûlü’nün gözü de bunların üzerindeydi ve onları yakın takibe almıştı.

Yine Efendimiz aynı yılın Ramazan ayında Hz. Ebû Bekir veya Zeyd İbn Hârise’yi, kendisini öldürme planlarının yapıldığı Vâdi’l-Kurâ yönüne uğurlamış, Şevvâl ayında da yirmi kişilik bir müfreze ile Kürz İbn Câbir’i, şifa bulmak için Medine’ye geldikleri hâlde kendilerine tahsis edilen develeri kaçırıp başındaki çobanlarını da öldüren mürted Uranîlerin peşinden göndermişti. Zira Uranîliler, Müslüman olduklarını söylemekle birlikte açık bir ihanet içindeydiler; hastalıklarını bahane ederek Resûlullah’a müracaat etmişler ve O da, kendilerine bir bölgede develer tahsis etmiş ve bunların sütüyle bevillerinden içmelerini tavsiye etmişti. Tavsiyelere uyup da iyileşince, Allah Resûlü’nün çobanını öldürmüş ve develeri de alarak kaçmışlardı. Aynı zamanda dine baş kaldıran bu insanların yaptıklarına muttali olunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek ellerini kaldıracak ve:

– Allah’ım! Onların gözlerini görmez, yollarını da çıkmaz eyle, diyecekti.

Bütün bunlarda ana hedef, Hicaz’ın güvenliğini temin etmek ve böylelikle, bölgede artık sadece İslâm’ın hükmünün geçerli olduğunu tescil etmekti. Diğer yandan bütün bunlar, Mekke’ye gidip de Kâbe’yi tavaf edebilmek için bölgenin güvenliğini garanti altına almayı da sağlayacaktı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.