Ağlayan Hurma Kütüğü

913

Mescid-i Nebevî inşa edilmiş ve Cuma namazları da burada kılınır olmuştu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hutbe okumak ve insanlarla konuşurken göz göze gelerek iletişim kurabilmek için bir hurma kütüğünün üzerine çıkıyor ve sahabeye böyle sesleniyordu. Minberin çok sade bir yapısı vardı. Bir gün, Medine’ye dışarıdan gelen ashabdan birisi, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bu durumunu görünce, yanındaki Ensâr’a dönmüş ve şöyle diyordu:

– Şayet Allah’ın Resûlü ister ve bunu uygun görürse ben O’na bir minber yaparım ve dilerse onun üzerine çıkarak hutbe okur, dilerse hutbe okurken yanında durarak ona yaslanır.

Çok geçmeden adamın bu teklifi, Efendiler Efendisi’ne de ulaşacak ve bu adamla konuşacaktı. Benzeri şeyleri söylüyordu:

– Yâ Resûlallah! Senin için Cuma günleri üzerine çıkıp da insanlara hutbe okuyacağın, bir minber yapayım mı? Böylelikle herkes Seni görür ve Sen de hutbeni herkese ulaştırmış olursun!

Samimi bir gönülden güzel bir teklifti ve zaten böyle bir minberin yapılmasında maslâhat vardı. Bunun için O da:

– Peki, yap, dedi.

Artık müsaade de alınmış ve adam da, minberi yapmaya başlamıştı. Bir müddet sonra da, ortaya üç veya dört basamaklı bir minber çıkmış ve yerine yenisi gelen eski hurma kütüğü de bir kenara konulmuştu.

Cuma vakti gelip de tam Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hutbe okumak için onun üzerine çıkacaktı ki, eski minberden, devenin inlemesine benzer bir ses gelmeye başlayıverdi. İşin garip tarafı, bu sesi mescidde bulunan herkes duyuyordu. Adeta kütük, üzüntü ve kederinden ağlıyordu.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), önce sesin geldiği yöne döndü; belli ki, bir kenara bırakılıp unutulmaktan, Efendimiz’i bir daha göremeyeceğinden muzdaripti. Belki de bu haliyle, şuurlu olduğu halde O’ndan ayrı kalanlara, O’nu gönlüne koyup da Muhammedî mesajla bütünleşemeyenlere kalıcı bir ders vermek istiyordu.

Belli ki bu inilti, durmayacaktı. Onun için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hurma kütüğüne doğru yöneldi ve yürümeye başladı. Yanına geldi; mübarek ellerini üzerine koyup sıvazlamaya başladı. O da ne? İnleme dinmiş ve kütük sükûna kavuşmuştu. Firakın elemi, visalin tatlı huzuruyla unutulmuş ve hurma kütüğü de sessizliğe bürünmüştü. Derken Efendimiz, bir miktar eğildi ve:

– Dilersen seni, yine eski yerine koyayım, istersen cennette bir yere dikeyim ve sen, onun pınarlarından istifade edesin; güzel güzel filizler çıkarasın ve Allah’ın en sevgili kulları da senin meyvelerinden yiyeler, buyurdu. Belli ki, ikinci teklife ‘evet’ diyordu ve bundan sonra ashabına dönen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Onu, cennete dikmemi tercih etti, buyuracaktı.1

Daha sonra da bu kütüğü mihrap tarafına koyacak ve namazlarını ona yönelerek kılacaktı.2 Belli ki O da, vefaya vefa ile mukabelede bulunuyor ve ümmetine vefa adına önemli bir ders veriyordu. Çünkü onu her gören, o gün yaşanan olayı hatırlayacak ve Nebi’sinin yokluğuna dayanamayıp ağlayan bir hurma kütüğünün vesilesiyle, yaşanan bu mucizeyi başkalarına da anlatacaktı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Bkz. Dârimî, Sünen, 1/29
  2. Aradan geçen zaman içinde Mescid-i Nebevî’nin yıkılması ve yeniden yapılması zamanında bu kütüğü, Übeyy İbn Ka’b alacak ve Efendimiz’e ait önemli bir hatıra olarak evine götürecekti. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 1/252, 253
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.