Ey Resûlüm! Soysuzlara Boyun Eğme! (1)

767

Mekkeli müşrikler, haber alır almaz Kur’ân mesajını/vahyi ve Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) evrensel risâletini yalanlarlar. Yalanlamakla da kalmaz insanların yolunu aydınlatan ilahî nuru söndürmek, Allah Resûlü’nü durdurmak, İslam’ın insanların gönüllerinde ve hayatlarında kök salmasını ve büyümeye devam etmesini engellemek için çeşitli planlar yapar ve tuzaklar kurarlar. Yaşanan gelişmeleri, Allah Resûlü’nü ve ashabını adım adım takip eden vahiy, mü’minlerin tuzağa düşmemesi adına onlara rehberlik yapar; düşmanlarıyla mücadelede yol haritası sunar ve temel ölçüler verir. Böylece onları uyanık tutar, tedbir almaya sevk eder ve düşmanlığa kilitlenmiş bu azgın kitle karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğinin stratejilerini belirler. Bu çerçevede Kur’ân, düşmanlık duygularıyla oturup kalkan ve bu hususta hiçbir insanî, ahlakî ve hukukî değer ve kriter tanımayan haysiyet ve şeref mahrumu kimseleri “soysuz” olarak isimlendirir, onları belli başlı vasıflarıyla tanıtır ve onlara asla boyun eğilmemesi gerektiği dersini verir.

Kur’ân’a Göre Soysuzların Vasıfları 

Soysuz, Apaçık Hakikatleri Yalanlar!

Kur’ân’da, kendileriyle iş tutulup birlikte yol yürünmemesi ve asla boyun eğilmemesi gereken soysuzların ilk vasfı, yalan ve yalanlamayla ilgilidir. Allah’ın kendilerine verdiği akıl, vicdan, göz ve kulak gibi donanımlarını kullanmayıp körü körüne şirke, küfre ve inananlara karşı düşmanlığa kilitlenen bu kimselere karşı Kur’ân, Allah Resûlü’nü etkili bir ifadeyle uyarır: 

{فَلاَ تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ} “Öyleyse, Ey Resûlüm! Kur’ân’ı yalanlayanlara ve seni yalancılıkla itham edenlere asla boyun eğme!”1

Yani işi-gücü yalan ve dolan olan, ömürlerini İslâmî hak ve hakikatleri yalanlama ve doğruları çarpıtma peşinde tüketen; hakikat aşkından ve arayışından mahrum bu yalanzedelerin her teklifine açık olma, heveslerine uyma ve onlar ile dinî konularda iş birliği yapma! Baskı, tehdit ve işkenceleri karşısında asla korkma ve onlara teslimiyetçi davranıp sözlerine uyma! Zira yalan ve yalanlamayı meslek edinmiş olan kimselere asla itimat edilemez, güvenilemez. Bir de onlar {وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ} “İsterler ki sen inanç, ibadet ve ahlak konularında taviz veresin ya da onlara yaranmak için yağcılık yapasın da onlar da sana karşı şiddetli düşmanlık ve muhalefetten vazgeçip taviz versinler; sana daha yumuşak davransınlar.”2  

Baskı ve işkenceyle Allah Resûlü’nü ve mü’minleri iman yolundan döndüremeyen müşrikler, taktik değiştirir; O’na ve inananlara tatlı dille/yağcılıkla yaklaşarak inanç, ibadet ve tebliğ/hizmet hayatlarından taviz koparmayı denerler. Taptıkları putlar hakkında konuşmamasını, zulüm ve haksızlıklarına ses çıkarmamasını, atalarının, örf ve adetlerinin hakkında aleyhte bir açıklama yapmamasını isterler. Hatta Allah Resûlü’ne, İslam davasından tamamen vazgeçerse ne isterse vereceklerini de amcası Ebu Talip vasıtasıyla iletirler. Onların bu mücameledeki hedefi, kendilerince Allah Resûlü’nü yumuşatmak ve atalarının dininde uzlaşı için taviz koparmak hatta putları hakkında güzel şeyler söylemelerini temin etmektir. 

Onun için ayet-i kerimede Efendimiz’e “Ey Resûlüm! Sen de onlara yağcılık ederek istediklerini yerine getirseydin onlar da sana yağ çekecek, yalanladıkları bazı gerçekleri doğrulayacak, ‘Muhammed, ne büyük, ne akıllı adam, ne basiretli bir lider!’ diyeceklerdi. Fakat sen hakikatlerden taviz vermeyip onlara yağcılık yapmadığın; doğruları söylemeye devam ettiğin için iftiralara kalkıştılar. Senin peygamberlik delillerine şahit oldukları halde bile bile seni yalanladılar. Dolayısıyla Sen onlara itaat etme, boyun eğme, arzularına yağ sürme! Zira yüce ahlakın tabii bir gereği olan doğruluk, dürüstlük ve samimiyetten mahrum bu yağcı diller/yağcı kalemler ve yağcı kişiler, akıl, muhakeme ve temel ahlakî değerlerden uzak ve itaat edilmeye layık olmayan zavallı soysuzlardır. Sen, en üstün ahlakın sahibi ve temsilcisi olarak onlara değil Rabbinin emirlerine tabi ol!”3 buyurulur.    

Bu ayet, Allah Resûlü’nün şahsında bütün mü’minlere hitap eder ve O’nun nübüvvetini inkarın yanında İslam dinini yalanlayan ve batıl gören kimselerin iradesine teslim olunmaması ve onların heva ve heveslerine boyun eğilmemesi gerektiğini belirtir. Aksi takdirde Kur’ân’ın beyanıyla toplum yozlaşır ve her şey fesada uğrar: “Eğer Hak, onların arzu ve heveslerine uysaydı göklerin de yerin de, dengesi bozulur, oralarda yaşayanların düzenleri de kesinlikle fesada uğrar, yıkılıp giderlerdi. Halbuki Biz onlara şan ve şeref getiren, öğüt veren kitap gönderdik. Fakat onlar kendilerine onur, itibar ve yücelik kazandıracak olan bu uyarıcı kitaptan yüz çeviriyorlar.”4 Dolayısıyla tabi olunacak irade, ilahi iradedir. 

Kendi istek, heva ve heveslerini besleyen sistemleri ilahlaştıranlar, Kur’ân’a ve Sünnet’e tabi olmazlar. Çünkü imanî ve İslamî gerçekleri yalanlayanların temel maksadı, hakkın ortaya çıkması ve yaşanması değil bilakis kendi heveslerini tatmin etmek ve hevalarını topluma hâkim kılmaktır. Nitekim Mekkeli müşrikler zaman zaman Allah Resûlü’ne gelir; sözde uzlaşmak ve orta yol bulmak için O’na farklı tazyik ve tekliflerde bulunur, taviz koparmaya/yaranmaya çalışırlar. Mesela bir gün gelir ve putlarına pirim kazandırmak için O’nu örtülü bir şekilde şirk koşmaya davet ederler: “Ey Muhammed! Gel, bir sene biz senin ilahına tapalım bir sene boyunca da sen bizim ilahlarımıza tap. Bunu da yapmazsan o zaman en azından gel, sen bizim ilahlarımızdan birine el sür ve tazimde bulun ki biz de seni tasdik edelim!” 

Allah Resûlü’nün, mahalle baskısına ve suret-i haktan gözüküp aslında batıl hesabına çalışan bu kimselere teslim olması, aldanıp onlara boyun eğmesi düşünülemez. Nitekim o esnada Cebrail (aleyhisselam), gelir ve kendisine yeni bir vahiy getirir: 

“(Ey Resûlüm! Onlara) de ki: ‘Ey (Allah’tan gelen gerçekleri duymayan/anlamayan ve onları örtbas etmek isteyen) inkarcılar! Ben, sizin taptıklarınıza asla ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz. (O halde boşuna ümitlenmeyin!); Ben de sizin taptıklarınıza asla ibadet edecek değilim. (Zaten bu inkârcı tavrınızdan, inadınızdan, kibir ve gururunuzdan da vazgeçmedikçe) siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz. O halde (gelin! Aramızda yeni bir karara varalım.) Sizin dininiz size, benim dinim bana ait (olsun.)”5 

Gelen vahiy hem geçmişi özetler hem gelecekte de onlarla aynı inanç ve ibadet çizgisinde bulunamayacağını ifade eder hem de onlara Mekke’de “din ve vicdan hürriyeti”nin sağlanması hususunda bir teklif de bulunur. Ancak onlar bu sürpriz teklif karşısında ne söyleyeceklerini kestiremez ve rahatsız olurlar. Zira Mekke’de din ve vicdan hürriyetinin korunma altına alınması demek İslam’ın rahatlıkla yaşanması ve yayılması demektir. Onun için bu teklif karşısında dillerini yutar ve oradan homurdanarak ayrılırlar. 

Soysuz, Yemin Edip Duran Aşağılık Bir Tiptir!

Kur’ân’ın, soysuz olarak nitelendirdiği kimselerin ikinci bir vasfı da yemini alışkanlık haline getirmeleri; doğru ya da yalan yemin etmeyi mahzursuz görmeleri ve yeminleriyle insanları aldatıp haklarını ele geçirmeye çalışmalarıdır: {وَلاَ تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ}  “Ey Resûlüm! Doğru yanlış demeden çokça yemin edip duran, hasis menfaatleri için yemini alışkanlık haline getiren, düşünme ve temyiz kabiliyetleri kıt o bayağı alçak/zorba kişilere de boyun eğme!”6 

Soysuz, aşırı yemincidir. Hem kişiliğine hem sözüne güvenilebilecek bir dürüstlüğe sahip olmadığı, hal ve hareketleri itibarıyla çevresine emniyet ve güven telkin etmediği hem de yalanlarının/yalancılığının bir şekilde  ortaya çıkacağından korktuğu için sık sık yemine başvurur. Bu yönüyle o, bütün itibar ve geleceğini doğru-yanlış yaptığı yeminler üzerine bina etmeye çalışır. Böylece o, yalanla ve çok yeminle çıkarlarını ve kişiliğini korumaya ve insanların güvenini kazanmaya çalışır. Bunun için haklı ya da haksız yere yemin etmeyi önemsemez. Zira o, Allah’a ve ahirette yaptıklarından hesap vereceğine inanmadığı gibi doğruluk, dürüstlük ve insanları aldatmama gibi ahlakî değerlerden de mahrumdur. Karakterini ahlakî değerler değil menfaatleri şekillendirir. İnsanlara, içinde yaşadığı topluma ve kendisine saygısı yoktur. Kibir, gurur ve maddi menfaatlerine düşkünlüğü, şahsiyetini dejenere etmiş; onu insanlık onur ve şerefinden uzaklaştırmıştır. Bu yüzden insanlar, onun sözlerine değer vermez, samimi olarak şahsını sevmez ve saygı göstermezler. Zaten sıkça yemine başvurması onun bayağı/aşağılık bir insan olduğunun açık bir göstergesidir. Zira kendine ve sözüne güvenen onurlu insan, gereksiz yere yemine ihtiyaç duymaz.  

Kur’ân, Efendimiz’e, yeminlerini menfaatlerine bağlayan bu bayağı kişiler ile görüşüp-konuşmamasını ve onlara boyun eğmemesini tembihlerken, ötelerde Kendisinin de onlara hiç değer vermeyeceğini ve yaptıklarının cezası olarak onları muhatap bile almayacağını haber verir: “Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir şey karşılığında değiştirenler var ya işte onların ahirette bir nasibi yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır.”7 

Allah Resûlü de “Bir Müslümanın malı/hakkı olan bir şeyi ondan almak için haksız yere yemin eden kimse Allah’a kavuştuğunda O’nun gadabıyla karşılaşır.”8 buyurur ve böyle kötü bir akibete karşı inananları uyarır. Yine yeminin insanı sürükleyeceği günah ve pişmanlıklara da dikkat çeken Allah Resûlü “Çoğu zaman yemin etmek ya günahtır ya da pişmanlıktır.”9 buyurur ve insanları gereksiz ve yalan yere yemin etmekten sakındırır. 

Dolayısıyla hem saygın bir kişiliğe sahip olan hem de başkalarının haklarına saygılı davranan bir kimse bütün dünyayı kaybedecek bile olsa izzet ve şerefini korur ve mecbur kalmadıkça yemine müracaat etmez; haksız yere yemine asla tevessül etmez. Zaten yemine, ortada başka bir delil olmadığında yani zorunluluk halinde, hakkı vurgulamak ya da bir gerçeği ortaya çıkarmak için ihtiyaç duyulur. Aksine insanın yerli-yersiz, gerekli-gereksiz yemin edip durması yemini hafife almasıdır ki bu durum Allah’a karşı saygısızlıktır. Allah’ın emirlerine ve kendisine karşı saygılı olmayı önemsemeyen kimseler ise zamanla, insanî onur ve izzetlerini kaybeder ve soysuzlaşırlar. 

Soysuz, İnsanların Şahsiyetlerini Hedef Alır!

Kur’ân’ın, soysuzların vasıflarını gündeme getirirken üzerinde durduğu bir özellik de insanların itibarlarına kast etmeleri, onları toplum içinde küçük düşürmek için haklarında dedikodular üreterek hem arkalarından hem de yüzlerine karşı onları ayıplamaya çalışmaları, iftira atmaları ve bunun için gece-gündüz koşup koşuşturmalarıdır: 

{هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ} Ey Resûlüm! Yine, kalplere kin ve düşmanlık tohumları ekmek ve insanları birbirine düşürmek için koşan/koşuşturan, bunun için iğrenç dedikodular üreten; gıybet eden, muhatabını ayıplayan, koğuculuk için dolaşıp duran, onu bunu çekiştiren, alaycı/gammaz ve iftiracıya da uyma!”10

Ayet-i kerime de geçen “hemmâz”, el, kaş ve göz işaretiyle insanlara hakaret eden ve onları yaşadıkları çevrede küçük düşürüp yaşayamaz hale getirmeye çalışan fesatçı tiplerdir. Bunlar, maddi-manevi yükselebilecek yeterli fazilet ve donanıma sahip olmadıkları için başkalarının sırtına basarak yükselmeye gayret eden kimselerdir. Emellerine ulaşmak için her yol ve vesileyi mübah kabul eder ve ihtiyaç duyduklarında gıybet, dedikodu ve iftira silahını kullanmaktan çekinmezler. “hemmâzin meşşâin” ifadesi, yürüyen, koşan koşuşturan anlamında her ortamda fırsat oluşturup insanların itibarlarına su-i kast düzenleyen ırz ve şahsiyet düşmanlarını ifade eder. Halbuki İslam’da insanın canı ve malı gibi ırzı/şahsiyeti de dokunulmaz kılınmıştır.11

“Hemmâz”, sürekli başkasını çekiştirir. Önünde engel gördüğü rakip ya da rakiplerini bitirmek ve kendisi için tehdit olarak algıladığı kimselerin bütün gücünü kırmak için, var gücüyle sözlü ve fiili hakaretlerle ayıplar; toplum içerisinde onu ezmeye çalışır, iftiralarla kınar ve saldırır. Ortadan kaldırmak istediği rakipleri hakkında yalan haberler uydurur ve devamlı yeni dedikodular çıkarır. “Çamur at, tutmazsa da izi kalır.” mantığıyla hareket eder. Halbuki Kur’ân ve Sünnet, başkalarını çekiştirmeyi, gıybet etmeyi, iftirayı ve ayıplamayı yasaklar ve bunları büyük günahlar arasında sayar.12 Kaldı ki böyle bir huy, hem insanlıkla hem de ahlakî değerlerle bağdaşmaz. 

Kur’ân, insanların haklarına giren bu tür soysuzlar hakkında

“İftira, dedikodu ve gıybet yaparak insanları arkalarından çekiştirip aşağılayanların; kaş-göz işaretleriyle hafife alıp alay eden her küstahın/fesatçının vay (veyl) haline!”13 

buyurur ve bu ilkeye ters hareket eden zalimleri çok sert bir şekilde uyarır. Abdullah İbn-i Abbas‘a, “Allah’ın ‘Veyl olsun!’ dediği bu kimseler kimlerdir?” diye sorulduğunda şöyle buyurur: “Onlar, dedikodu ile gezenler, koğuculuk yaparak dost ve kardeşlerin aralarını açanlar, onları birbirinden koparanlardır. Bir de özellikle insanların ayıplarının peşine düşenlerdir.”14

Bu ayetten sonra gelen ayet-i kerimede ise, haysiyet avcılığı üzerinden siyaset yapan, maddi güç ve servet devşiren bu soysuzların, aynı zamanda helal haram demeden mal topladığı, mülk ve hakimiyetiyle övündüğü ve sahip olduğu birikimin kendisini sonsuza dek yaşatacağını zannettiği de vurgulanır: “Hiç durmadan servet yığan, yığdıklarını sayıp duran bu zalimin vay haline! Bir de o, öyle bir aldanış içerisindedir ki; malı-mülkü, kendisini ebedileştirecek sanar.”15 Halbuki o maksadının aksiyle tokat yiyecek ve cezalandırılacaktır: “Hayır, asla! Çünkü o, cehennemde, Hutame’ye atılacaktır! Hutame nedir bilir misin? O, Allah tarafından tutuşturulmuş bir ateştir. Bir ateş ki kalplere kadar işleyip yakar. Bu ateş mahzeninin kapıları üzerlerine kapatılacaktır. Kendileri de uzun sütunlara bağlı bırakılacaklardır.”16

Not: Soysuzların daha yakından tanınması ve dikkatli olunması adına Kur’ân’ın haber verdiği diğer vasıfları makalenin ikinci bölümünde ele alınmıştır:

https://peygamberyolu.com/ey-resulum-soysuzlara-boyun-egme-2/

Dipnot:

  1. Kalem Sûresi, 68/8
  2. Kalem Sûresi, 68/9
  3. Elmalı’dan özetle
  4. Mü’minûn Sûresi, 23/71
  5. Kâfirûn Sûresi, 109/1-6
  6. Kalem Sûresi, 68/10
  7. Âl-i İmrân Sûresi, 3/77
  8. Buhârî, Eymân 17; Müslim, İman 61/218-224 (138, 139)
  9. İbn-i Mâce, Keffârât 5 (2103)
  10. Kalem Sûresi, 68/11
  11. Bkz. Müslim, Birr 10 (2564); Ebu Davud, Edeb (4882)
  12. Bkz. Hucurât Sûresi, 49/11, 12; Nisa Sûresi, 4/112; Ahzab Sûresi, 33/58; Nûr Sûresi, 24/4, 11, 23
  13. Hümeze Sûresi, 104/1
  14. Bkz. Taberi, Humeze Sûresi 1. ayetin tefsiri
  15. Hümeze Sûresi, 104/2,3
  16. Hümeze Sûresi, 104/4-9
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.