Benî Temîm

395

Etraflarında huzursuzluk çıkaran ve vadettikleri cizyeyi vermekten imtina eden Benî Temîm’e elli kişilik bir süvari birliğiyle gönderilen Uyeyne İbn Hısn, geceleri yol alarak geldiği Benî Temîm diyarından yirmi biri kadın, otuzu da çocuk olmak üzere toplam altmış iki kişilik esirle Medine’ye dönmüş ve bu hadisenin üzerinden çok geçmeden Benî Temîm, Akra’ İbn Hâbis, Utârid İbn Hâcib ve Zibrikân İbn Bedr gibi reisleri başlarında olduğu hâlde Medine’ye gelerek Efendimiz’le konuşmak istemişti. Kapıya kadar gelmiş ve:

– Bizim yanımıza çık, ey Muhammed, diye bağırıyorlardı. Rahatsız edici bir durumdu1 ama Hakkın hatırı her şeyin üzerindeydi; zira iman adına bir insanın elinden tutulması, her türlü değerin üzerinde bir anlam ifade ediyordu. Onun için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), onları karşılamak için dışarı çıktı. O’nu görür görmez:

– Biz, Sana büyüklüğümüzü göstermeye geldik; bakalım hangimizin şerefi daha yüksek? Yeter ki Sen, şairlerimizle hatiplerimize izin ver, diyorlardı.

Garip bir durumdu; önce Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Biz, ne şiir söyleyip fazilet yarışında bulunmak ne de insanlar arasında fahirlenip böbürlenmek için gönderildik; madem öyle, buyurun; diyecekti.

Derken aralarından birini öne çıkarmış ve kendilerini yere göğe sığdıramayan ifadelerle fazilet yarışına girişmişlerdi! İstenmeyen bir durumdu; ancak adamların başka bir dilden anlayacakları da yoktu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında bulunan Sâbit İbn Kays İbn Şemmâs’a dönecek ve:

– Kalk ve bunlara cevap ver, diye seslenecekti. Bunun üzerine Hz. Sâbit ayağa kalkacak ve İslâm’la kendilerinin kazandığı konumu ifade eden sözlerle onlara cevap verecekti.

Öğle namazı sonrasında Mescid-i Nebevî, sanki şairlerin düello alanına dönüşmüştü; her bir köşesinden bir hatip veya şairin sesi yükseliyordu! Sözde, er meydanında üstesinden gelemedikleri bu güçle edebiyatın enginliklerinde mücadele edip galip gelecek ve üstünlüklerini ispat edeceklerdi! Zira çok geçmeden Benî Temîm’in hatibi Utârid İbn Hâcib ayağa kalkmış, uzun bir şiir söylemişti. Ardından Zibrikân İbn Bedr öne çıkmış ve o da kendi sanatını konuşturmaya çalışmıştı! Adamların bu işi çok önemsedikleri her hâllerinden belliydi ve ashâbına dönen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Bana Hassân İbn Sâbit’i çağırın, buyurdu.

Çok geçmeden Hassân İbn Sâbit huzurdaydı ve onu gören Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), adamların söylediklerine mukabil kendisini savunmasını istiyordu. Artık birisi susuyor, öbürü başlıyordu ve bu durum, saatlerce devam edecekti! Temîm şairlerinin hazırlık yaparak geldikleri bu meydanda önceden planlanlanmış bir zemin olmadığı hâlde İslâm’ın söz sanatkârları maharetlerini gösteriyorlardı; bu sırada Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Hassân’ı destekleyip cevap vermesi için teşvik ediyordu!

Bir aralık Efendimiz’in yanına torunu Hz. Hasan gelmişti; yanına koşmuş ve kucağına atlayarak kendisini, Allah Resûlü’nün şefkatli kollarına atmıştı! Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem) onu almış koklayıp öpüyordu!

Her hadiseyi değerlendiriyorlardı ve bunu görüp garipseyen Akra’ İbn Hâbis:

– Benim on tane çocuğum var; ancak onların hiçbirini öpmedim, deyiverdi. Onun bu sözünü duyan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Merhamet göstermeyene, merhamet de edilmez, buyuracak ve ardından da, “Senin kalbinden merhamet duygusunu Allah (celle celâluhû) çekip almışsa Ben ne yapabilirim ki.” diye de ilave edecekti!

Akra’ İbn Hâbis için her hadise, kalbini biraz daha yumuşatan önemli birer mesajdı. Dinleyip gördüklerini değerlendiren ve insafa gelen Akra’ İbn Hâbis, arkadaşlarına dönecek ve onlara şunları söyleyecekti:

– Ey ahâli! Babam adına yemin ederim ki bu adamın işi her şeyden üstün! Baksanıza; bu işin nasıl olduğunu bir türlü anlamış değilim; bizim hatibimiz de konuşuyor ama onların hatibinin sesi daha gür ve etkili çıkıyor! Bizim şairlerimiz de çıkıp şiir söylüyor ama onların şairlerinin söyledikleri daha etkili ve daha tesirli! Onların ortaya döktükleri sözler, hepimizinkinden daha tatlı!

Belli ki Akra’ İbn Hâbis için zaman gelmişti; Efendimiz’in yanına yaklaştı ve:

– Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve Sen de, O’nun Resûlü’sün, deyiverdi!
Söz erbabına sözle mukabele işe yaramıştı ve Efendimiz’in sevinci, yüzünden okunuyordu; zira onu, hey’ette bulunan diğer insanlar takip ediyordu! Artık Benî Temîm hey’eti de gelip teslim olmuş ve yeni bir hayata adım atmıştı.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), onlara hediyeler verecek ve esir alınan kadın ve çocuklarını da kendilerine iade ederek onları Medine’den uğurlayacaktı! Ne düşüncelerle Medine’ye gelen bir hey’et daha insafa gelmişti. Çok yönlü bir kazancın neticesinde iç huzurunu da elde etmiş olarak Temîm yurduna geri dönüyorlardı!


Dipnot:

  1. Hucurât suresinin 4. âyeti bu münasebetle inecekti. Bkz. Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, 26/122; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/488; İbn Sa’d, Tabakât, 2/161; Vâhidî, Esbâbu Nüzûli’l-Kur’ân, 1/259
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.