Arafat

210

Pazar gününden itibaren dört gün Mekke’de kalan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte perşembe günü duhâ vaktinde Mina’ya yönelecekti; Nemira denilen yerde kendisine bir çadır kurulacak ve burada Efendimiz, beş vakit namazını kılacaktı. Batn-ı Vâdî’den geçip Arafat’a geldiğinde onlara dönmüş hutbe îrâd ediyordu. Etrafında yüz yirmi bin sahabî vardı; her biri de, Resûlullah’ın kendilerine söyleyeceklerini pür-dikkat dinliyorlardı:

– Ey insanlar!, diye başladı hutbesine ve şöyle devam etti:

– Sözlerimi iyi dinleyin! Çünkü Ben, bu yıldan sonra bir daha sizinle burada buluşabileceğime ihtimal vermiyorum!

Efendiler Efendisi’nin gurûb edeceği kimsenin aklına gelmiyordu; ancak onu bugün, bizzat kendisi hatırlatıyordu! Yürekler yanmış, kalplerde derin bir hüzün esmeye başlamıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), tam da ikbal günlerine gelindiği bu demlerde ayrılık sinyalleri veriyordu! Şunları söylüyordu:

– Kanlarınız ve mallarınız, bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin haram olduğu gibi size haramdır! Dikkat edin; cahiliyyeye ait ne varsa hepsi ayaklarımın altındadır ve kaldırılmıştır!

Câhiliyyedeki kan davaları kaldırılmıştır; ilk kaldırdığım kan davası da, Rebîa İbn Hâris’in kanıdır ki onu, Benî Sa’d yurdunda emzirilmek üzere bulunduğu sırada Hüzeyl kabilesi öldürmüştü!

Câhiliyyedeki faiz uygulamaları da kaldırılmıştır; ilk kaldırdığım ribâ da, Abbâs İbn Abdilmuttalib’in faiz alacağıdır ve şüphesiz o, bütünüyle kaldırılmıştır!

Kadınlar konusunda daha duyarlı olun ve Allah’tan korkun; çünkü siz onları, Allah’ın emaneti olarak alıp, Allah’ın kelimesi ile kendinize helâl kıldınız! Onlar üzerinde sizin hakkınız, hoşlanmadığınız kimseleri mahreminize almamalarıdır; şâyet bunu yaparlarsa ancak o zaman, aşırıya gitmemek kaydıyla onlara müeyyide uygulayabilirsiniz! Onların rızık ve giyimini güzel bir biçimde temin etmek de sizin üzerinize bir borçtur!

Size öyle bir değer bırakıyorum ki, ona tutunduğunuz sürece Benden sonra asla dalâlete dûçar olmazsınız; Allah’ın kitabı!

Resûlullah’ın yokluğunda sosyal yapının sağlıklı yürüyebilmesi için gözetilmesi gereken en temel meselelerdi bunlar ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), aralarından ayrılmadan önce onları bu konularda uyarıyor, istikbale emin adımlarla yürünüp Allah davasının ebedlere kadar pâyidâr olabilmesi için ümmetinin dikkatini çekiyordu. Onun bu beyanlarını, Rebîa İbn Ümeyye gibi insanlar dalga dalga uzakta kalanlara ulaştırmak için yüksek sesle tekrar ediyorlardı! Bunları söyledikten sonra ashâbına dönüp şunu soracaktı:

– Yarın size Benden sorulacak; hakkımda nasıl şehadette bulunacaksınız?

Ashâbda büyük bir şaşkınlık vardı; başlarını kaldırmış O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Biz şehâdet ederiz ki Sen, üzerine düşen tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirip hepimize rehberlik yaptın ve nasihatını da hakkıyla eda ettin, diye cevaplıyorlardı. Arafat meydanından taşan bu ses, Fârân dağlarına çarpıp geri geliyordu! Onların bu şehâdetini alınca Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), işaret parmağını semaya kaldırdı:

– Allah’ım! Sen şâhit ol, diyor ve bunu üç kez tekrar ediyordu.

Derken ezan okunmaya başladı; öğle ile ikindiyi birlikte kılıyorlardı! Namaz sonrasında Cebel-i Rahme’nin eteğine gelecek olan Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri, burada duracak ve ‘vakfe’ yapacaktı! Kıbleye dönmüş olarak o günün akşamına kadar burada dua dua Rabbine yalvarıyordu; Nur insan, nurdan bir heykel gibi Rabbinden rahmet diliyordu!

Ve yine Cibril-i Emîn gelmiş, Resûlullah üzerinde vahiy emareleri belirmişti; belli ki yine Allah’tan bir mesaj vardı:

– Bugün Ben, sizin dininizi tamamladım; size olan nimetimi de kemâle erdirdim ve sizin adınıza din olarak sadece İslâm’dan razı oldum!1

Anlaşılan bu, Nûr dağında, Hirâ’da başlayan sürecin son meyvesiydi; kulağına ilişir ilişmez bir kenara çekilip de ağlaşanlar vardı! Bu, Resûlullah’ın da gözünden kaçmamıştı. Hz. Ömer’in yanına yaklaştı ve:

– Niçin ağlıyorsun, diye sordu. Cevap verecek hâli yoktu koca Ömer’in; kendini toparlayıp:

– Ağlıyorum, dedi. “Çünkü, şu âna kadar biz, dinimizde sürekli bir ziyadelik yaşıyorduk. Şimdi anlıyoruz ki, tamamlanan her şey, bundan sonra noksanlaşma süreci yaşayacak demektir.”
Ömer ferasetiydi bu ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

– Doğru söylüyorsun, diye mukabelede bulundu.

Daha sonra da, terikesine aldığı Üsâme ile birlikte Müzdelife’ye doğru yöneldi. Akşam ve yatsı namazlarını, tek ezan ve iki kametle birlikte cem yaparak burada kılacaktı.


Dipnot:

  1. Mâide, 5/3
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.