Allah Resûlü’nün Vefatı ve Ensâr’ın Korkusu

595

Hz. Mus’ab’ın (radıyallahu anh) yetiştirdiği Evs ve Hazrec’e mensup mü’minler, bir araya gelir ve “Daha ne kadar Allah Resûlü’nü Mekke’nin dağları arasında sahipsiz, baskı ve zulüm içerisinde bırakacağız!?”1 derler. Kavimlerinin büyük çoğunluğu müşrik olmasına ve başta Kureyş olmak üzere bütün İslam düşmanlarını karşılarına alma pahasına O’nu (aleyhissalâtu vesselâm), Akabe’de Medine’ye davet ederler. Aldıkları bu inisiyatif ve karar, İslam’ın ve Müslümanların geleceği adına isabetli bulunur ve hicret emri verilir. Allah Resûlü de çok geçmeden hicret eder. Medineli mü’minler, Akabe’de verdikleri sözlere sadık kalır; O’na ve muhacirlere her hususta yardımcı olurlar. Nitekim bu konuda öylesine bir mertlik ve civanmertlik ortaya koyarlar ki Allah, onları yüce kelamında “Ensâr” diye isimlendirir,2 öyle anar ve kıyamete kadar da öyle anılmalarını sağlar.3

Tebliğe ve hicrete mâni olamayan Kureyş’in despot önderleri, Medine’deki gruplara “Şüphesiz ki sizler, bizim adamımızı içinizde barındırıyorsunuz. Allah’a yemin olsun ki ya sizler savaşarak O’nu yurdunuzdan çıkarırsınız ya da bizler, kadın ve mallarınızı elde edip hepinizi esir alıncaya kadar sizinle savaşırız!”4 şeklinde ültimatom mektupları gönderir. Fakat Ensâr; bu tehditlere, aralarından Mekke’ye gidenlerin orada yaşadıkları zulümlere ve ordularla üzerlerine yürünmesine rağmen duruşlarını bozmaz ve her dönemeçte Allah Resûlü’ne en büyük yardımı yaparlar. Bedir’de, Uhud’da, Müreysi’de, Hendek’te, Hudeybiye’de ve Mekke’nin fethinde İslam ordusunun kahir ekseriyetini Ensâr oluşturur. Ve onlar sayesinde bu mücadelelerde Kureyş ve müttefikleri büyük hüsranlar yaşar.

Ensâr’ın Davaya Samimi Hizmeti ve Korkusu

Sebepler planında Kureyş’in ve şirkin azgın önderlerinin Allah Resûlü karşısında yürüttükleri bütün mücadeleleri kaybetmesinin ana sebeplerinden birisi de Ensar’ın bu desteğidir. Allah Resûlü’nün hastalığı sırasında Müseylemetü’l- Kezzab ve Esvedü’l-Ansî gibi kimseler çıkar ve estirdikleri hava ile fevç fevç irtidatlara sebep olurlar. Ve Kureyş daha yeni Müslüman olmuştur ve Allah Resûlü’nün vefatı üzerine onların da irtidat etmesi kuvvetle muhtemeldir. Nitekim öyle de olur ama Mekke valisi Hz. Attab İbn-i Esîd (radıyallahu anh) ile hatip ve şair Hz. Süheyl İbn-i Amr’ın (radıyallahu anh) yerinde ve zamanında hamleleriyle vazgeçerler.5 

Bir de Allah Resûlü’nün “… İnsanlar çoğalıyor ancak Ensâr azalıyor. Hattâ yemekteki tuz kadar azalacaklar…”6 beyanıyla dikkat çektiği üzere cephede verilen kayıplardan dolayı sayıları da sürekli azalır. Bütün bunlar Ensâr’da gelecekleri adına endişeye sebep olur. Zira Allah Resûlü’nden sonra yönetimin, İslam’ın kalbinde oturaklaşmadığı, âyetin ifadesiyle güce teslim olmuş7 art niyetli bir Kureyşlinin eline geçmesi, onları çok zor durumda bırakabilir. Zira bu kimse ya da kimseler, Ensâr’ın Allah Resûlü’ne verdiği desteğin, davaya hesapsız hizmetlerinin ve bu çerçevede Kureyş’e ve müşriklere yaşatılan hezimetlerin intikamını almaya ve onlara zulmetmeye yönelebilir.

Kan davalarından, yüz yirmi yıl süren iç savaşlardan çok büyük acılar çeken Ensâr, benzer bir korkuyu aslında daha yolun başında; Akabe’de “Yâ Resûlallah! Bizimle insanlar arasında anlaşma bağları vardı. Sana destek olmakla onları koparıyoruz. (Biz böyle bağları koparıp Kureyş başta olmak üzere kabileleri karşımıza aldıktan sonra) Allah Seni galip kılarsa bizi bırakıp geri dönecek misiniz?” şeklinde dile getirir. Bunun üzerine Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), tebessüm eder, “Bilâkis kanım kanınızla, kabrim de kabrinizle beraber olacaktır! Sizden hiçbir zaman ayrılmam! Ben sizdenim, siz de bendensiniz! Sizin harp ettiğinizle harp eder, sulh yaptığınızla sulh yaparım!” buyurur ve kendilerini rahatlatır.8 

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), olağanüstü hizmetlerinin ve fedakarlıklarının boşa gitmemesi ve adlarının fitne içerikli hadiseler içerisinde yıpranmaması adına Ensar’a kendisinden sonra yaşanabilecek bazı sıkıntılardan da bahseder ve sabırlı olmalarını tavsiye eder. Bir gün onları toplar ve Bahreyn’de bir araziyi kendilerine ıkta etmek ister. Onlar, “Muhacir kardeşlerimize de aynısını yazmazsan kabul etmeyiz!” derler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Benden sonra başkalarının size tercih edildiğini göreceksiniz. Bana kavuşana kadar buna sabredin.” buyurur. Onlar da “Sabredeceğiz.” diye söz verirler.9

Ensâr’a Muamele Hususunda Nebevî Tavsiyeler

Bir taraftan Ensâr’a bunları tavsiye ederken diğer taraftan “Onları ancak mü’minler sever ve onlardan ancak münâfık olanlar nefret eder. Ensâr’ı seveni Allah da sever, onlara buğz edene Allah da buğz eder.”10“Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen vazîfeleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir…”11 buyurur. Onlara hayırla muamele edilmesi, kötülük ve haksızlık yapılmaması için İslam toplumunda ve idareyi devralacak kimselerde farkındalık oluşturmaya çalışır.

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), beyanlarına ek olarak fiili hamleler de yapar. Mesela fetihten sonra Ensâr’ın alimlerinden Hz. Muaz İbn-i Cebel’i (radıyallahu anh) Mekke’de Kureyş’e İslam’ı anlatması ve öğretmesi için bırakır. Bu tercihinin arkasında yatan en önemli hikmetlerden biri de onların Ensâr’a minnet duymalarını; onları fethe kadar yaptıkları ile değil de fetihten sonra kendilerine ebedi hayatlarını kurtaracak hak ve hakikatleri talim eden kimseler olarak görmelerini sağlamaktır.

Allah Resûlü’nün Vefatı ve Ensâr’ın Endişesi

Bütün bunlara rağmen Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) vefatı, Ensar’dan bazılarında hüznün yanında endişeleri de tetikler ve haberi alır almaz Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’nin (radıyallahu anh) bahçesinde bir araya gelirler. Doğrudan bir isim zikredilmeği ve ayrılığın beraberinde ne getireceğini bilemedikleri için kendi aralarında ve içlerinden birini devlet başkanı seçerek hak, hukuk ve geleceklerini emniyet altına almak isterler. Bu gelişme, Hz. Ömer’e (radıyallahu anh) ve Hz. Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) haber verilir. Hz. Ömer, atılacak yanlış bir adımın ve alınacak yanlış bir kararın önü alınamayacak fitneleri ve parçalanmaları beraberinde getireceğini düşünür. 

Yukarıda da ifade edildiği üzere çok hassas bir zamandır hem Allah Resûlü vefat etmiş hem de daha O vefat etmeden önce büyük irtidat hadiseleri yaşanmaya başlanmıştır. Üstelik Bizans ve Sasani de saldırmak için fırsat kollamaktadır. Hz. Ebû Bekir’e (radıyallahu anh), “Gidelim bakalım; Ensar kardeşlerimiz ne düşünüyorlar?” der; onların toplandığı yere gitmeyi teklif eder. Allah Resûlü’nün vefat haberini alır almaz Mescid-i Nebevî’ye gelen ve oraya toplanan ashâbı teskin ve teselli eden Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), Hz. Ömer’i haklı bulur; yanına onu ve “Ümmetin Emini” Ebu Ubeyde İbn-i Cerrah’ı da alır ve Ensar’ın toplandığı yere gelir.

Acil Toplanmanın Altında Yatan Gerekçe

Onlar gelince Bedir’de ordunun konuşlanacağı yer hususunda Allah Resûlü’ne fikir beyan eden Hz. Hubâb İbn-i Münzir (radıyallahu anh) ayağa kalkar ve “Bir başkan bizden, bir başkan da sizden olsun. Böylece muhacir başkan Ensâr için yanlış bir şey yaparsa, Ensâr onu dengeler. Yok Ensâr başkan muhacirler için yanlış bir şey yaparsa muhacir onu dengeler. Ey muhacirler topluluğu! Vallahi bu işi size layık görmeyip size karşı cimrilik yapıyor ya da sizi kıskanıyor değiliz. Fakat cephelerde babalarını ve kardeşlerini öldürdüğümüz (Kureyş’ten) bazı kimselerin bu işin başına geçmesinden korkuyoruz. Onlar bize karşı kinle hareket edebilirler. der; toplanma sebeplerini ve endişelerini dile getirirler.12

Hz. Ebû Bekir’in Dile Getirdiği Realiteler

Hz. Hubeyb’in bu çıkışı üzerine Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), “Kuşkusuz İslâm’a giriş bakımından bizler insanların ilki, yurt olarak insanların vasatı, nesep olarak insanların en şereflisi ve akrabalık olarak Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) en yakın olanlarıyız. Sizler İslâm’da bizim kardeşimiz ve dine ait işlerde destekçimizsiniz. Bize yardım ettiniz, bize kucak açtınız ve bize her şeyinizi verdiniz. Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın. Bizler emirler, sizler de vezirlersiniz. Kuşkusuz Araplar ancak Kureyş kabilesinin arkasından gider. Sizlerden bir grup bilir ki Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), ‘İmamlar, Kureyş’tendir!’ buyurdu. Allah’ın muhacir kardeşlerinize verdiği şeyler konusunda cimrilik yapmamaya en layık olan sizlersiniz.” der.13 

Mekke ve Kureyş’in, Arap kabileleri nezdinde çok ayrı bir yeri vardır. Hac ve umrenin merkezinde yer alan Kâbe buradadır ve Kâbe ile alakalı her türlü tasarruf, Kureyş’in elindedir. Ve soyu, doğrudan Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e dayanan Kureyş, yarımada sakinleri nazarında Arapların en asili; Kureyş’in ileri gelenleri de ‘Arapların Efendisi’ kabul edilir. Allah Resûlü’nün Bedir zaferini haber vermek için gönderdiği kimselerden, Ebû Cehil dahil Kureyş’in ileri gelenlerinin Bedir’de öldürüldüklerini duyan Yahudilerin en etkili simalarından Ka’b İbn-i Eşref, âdeta şok geçirir ve “Bu haber doğru mudur? Nasıl olur? Onlar Arab’ın eşrafı ve milletin melikleridir! Eğer Muhammed, Kureyş’i bozguna uğrattı ise elbette yerin altı üstünden hayırlıdır.”14 der. Onun bu sözü, Kureyş’in diğer Arap kabilelerine üstünlüğünü, Arap olmayanların bile kabul ettiğini gösterir.

Endişeleri, Emniyete Çeviren İsimler

Hz. Ebû Bekir, çift başlılığı makul ve gerçekçi bulmadığı için konuşmasında bu konuya hiç girmez -Ensâr’ın başındaki Sa’d İbn-i Ubâde de çift başlılığın bölünmeyi ve zaafiyeti beraberinde getireceğini söyler-. Muhacir ve Ensâr’ın kabul görmüş ve zihinlerde yer etmiş konumlarını hatırlatır. Mekkeli muhacirler dışında bir tercihi, öncelikle daha yeni Müslüman olan Kureyş’in ve Kureyş’e göre istikamet ayarı yapan diğer Arap kabilelerinin asla kabul etmeyeceğini uygun bir dille ifade eder. Nitekim birkaç yıl önce Huneyn’in başında yaşanan bozgun esnasında Kureyş’in ileri gelenlerinden Safvân İbn-i Ümeyye, müşrik olmasına rağmen, Ebû Süfyan’a döner ve “Kureyşli bir adamın (Muhammed’in) bana efendi/yönetici olması, bana göre, Hevâzinli birinin efendi/yönetici olmasından daha makbuldür.”15 der.

Hz. Ebû Bekir, o günkü Araplar için geçerli bu tarihi, siyasi ve sosyolojik gerçekliğe Allah Resûlü’nün yaptığı atfı da hatırlatır. Allah Resûlü için her türlü görevde esas olan kimlik değil ehliyet ve liyakattir. Kureyş’i adres göstermesinin sebebi de onları bu işe ehil görmesidir.16 Elbette Ensâr’ın içerisinde de ehil insanlar vardır. Ama şirki yeni terk eden Kureyş, onları; Kureyş’in kabul etmediğini de Arap kabileleri kabul etmeyecektir. Öyleyse iki ehil kimse arasında tercih yapılacaksa realiteler dikkate alınmalı; adalet ve barışı, birlik ve beraberliği, dirlik ve düzeni devam ettirecek olan tercih edilmelidir. Nitekim Kâbe’yi yıkıp Hicr-i İsmail’in Kâbe’ye ait bölümünü de içene alacak şekilde yeniden inşa etmek isteyen Allah Resûlü, Kureyş yeni İslam’a girdiği, İslam gönüllerinde ve hayatlarında henüz oturaklaşmadığı için bu isteğin onlar arasında infiale ve irtidata sebep olabileceğini düşünür ve vazgeçer.17 

Ensâr’ın başındaki Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’nin amcaoğlu Hz. Beşir İbn-i Sa’d (radıyallahu anh), Hz. Ebû Bekir’in konuşmasında dile getirdiği hususlarda haklı olduğunu söyler. Nitekim bahsedilen hususlardan dolayı Ensâr’dan birisinin başkan seçilmesinin fitneye sebep olabileceğini düşünen ve “Şayet Allah, fitne kapısını seninle kapatmazsa o kapı bir daha kapanmaz”18 diyerek Ensâr’ın acele toplanmasını Hz. Ebû Bekir’e haber veren Hz. Ma’n İbn-i Adî ve Hz. Uveym İbn-i Sâide de Ensar’a mensuptur! Ensâr’ın alimlerinden Hz. Zeyd İbn-i Sâbit de yaptığı konuşma ile Hz. Ebû Bekir’i destekler.19 Hz. Hubâb, endişe ettikleri hususu tekrar dile getirir: “Seni ve muhacir arkadaşlarını kıskanıyor değiliz. Fakat cephelerde babalarını ve kardeşlerini öldürdüğümüz (Kureyş’ten) bazı kimselerin bu işin başına geçmesinden korkuyoruz. Onlar bize karşı kinle hareket edebilirler.20

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Eğer benim sözümü dinlerseniz, bu iki adamdan birisine beyat edersiniz: Ebû Ubeyde İbn-i Cerrah’a veya Ömer İbn-i Hâttâb’a.” der; duydukları endişeleri ortadan kaldıracak, faziletlerinden dolayı Allah Resûlü’nün sürekli nazara verdiği iki emin ve ehil şahsı devlet başkanlığına adres gösterir. Hz. Ömer (radıyallahu anh), “Sen sağ iken öyle mi? Vallahi hiç kimse, seni Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) getirdiği makamdan geri çekemez. Uzat elini.” der ve Hz. Ebû Bekir’e beyat eder.21 Ardından Ensâr’a döner ve “Allah Resûlü’nün hastalanınca yerine imam tayin ettiği Hz. Ebû Bekir’in önüne geçmeyi canınız nasıl hoş görecek.” diye sorar. 

Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), her açıdan herkesin gönlünde itminan hasıl edecek ilk ve en kucaklayıcı isimdir. Hz. Ömer’den sonra Ensar’ın ileri gelenlerinden ve gözlerinin içine baktığı Hz. Üseyd İbn-i Hudayr (radıyallahu anh) ve Hz. Beşir İbn-i Sa’d da hemen beyat ederler. Bunun üzerine Ensâr, “Ebû Bekir’in önüne geçmekten Allah’a sığınırız.”22 der ve yarışırcasına Hz. Ebû Bekir’in devlet başkanlığı kabule koşarlar. Hatta beyat adına etrafında izdiham meydana getirirler.23 

Sonuç

Hz. Âişe (radıyallahu anhâ), Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) vefatı üzerine Arapların irtidata yöneldiğini, Yahudî ve Hristiyanların anlaşmalara ihanet için ayaklandığını, nifakın hortladığını ve Müslümanların, soğuk kış gecesinde yağmura yakalanmış sahipsiz koyunlar gibi sağa sola dağılmaya başladıklarını ve tam bu sırada Hz. Ebû Bekir’in (radıyallahu anh) devreye girdiğini ve yaptığı konuşmalarla birlik ve beraberliği temin ve tesis ettiğini haber verir.24 

Ümmetin sevdiği, Allah Resûlü’nün yanındaki üstün yerini ve faziletini bildiği ve takdir ettiği, kucaklayıcı kişiliğiyle ön plana çıkan, ehil ve emin bir şahıs ve ortaya koyduğu makul gerekçeler, parçalanmaya sebebiyet verecek tüm korkuları izale eder. Ve onun önderliğinde İslam toplumlarının çekirdeğini oluşturan bu örnek nesil, en büyük kayıplarından birkaç saat sonra birlik ve beraberliklerini tesis eder ve O’nun gösterdiği hedefleri gerçekleştirme adına kaldıkları yerden yola devam ederler. 

Kapıda bekleyen ve fırsat kollayan devrin süper güçleri, dört bir tarafta patlak veren irtidat hadiseleri karşısında kendi içlerinde fitneye düşmez ve düşmanların değerlendirebileceği bir zaaf oluşturmaz, olumsuzlukları besleyecek endişe ve korkulardan şuurluca uzaklaşırlar. 23 yıllık nebevî gayretin, mirasın ve medeniyetin heba olmasına kapı aralayacak bir tefrikaya izin vermezler. Bölünmekle orada bitecek dava, korkuların aşılması, şahsi ihtiraslara girilmemesi, birlik ve beraberliğin temin edilmesi ile üzerine güneşin doğup battığı her yere ulaşacak bir yola girer…

Dipnot:

  1. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 22/347 (14456); İbn-i Hibbân, Sahîh 15/475 (7012); Beyhakî, Kübrâ 8/251 (16556)
  2. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 1
  3. Bkz. Tevbe Sûresi, 9/100, 117
  4. Ebû Dâvud, Harâc 23; Beyhakî, Delâil 3/178, 179
  5. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 4/225
  6. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 11
  7. Bkz. Hucurât Sûresi, 49/14
  8. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 2/68
  9. Buhârî, Müsâkât 14; Cizye 4; Menâkıbu’l-Ensâr  8
  10. Tirmizî, Menâkıb 65
  11. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 11
  12. Bkz. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/580
  13. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/582
  14. Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ 9/183 (18410); İbn-i Hişâm, Sîre 2/34; Vâkıdî, Megâzî 158; İbn-i Sâd, Tabakât 2/24; Taberî, Târîh 3/54; İbn-i Kesîr, Bidâye 4/7; İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîne 2/461
  15. Ahmed İbn-iHanbel, Müsned 3/386
  16. Buhârî, Edebu’l-Müfred 75; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr 14745; Hâkim, Müşterek 7147; Bezzâr, Baru’z-Zıhâr 9/176
  17. Bkz. Buhârî, Hac 42; Nesâî, Hac 125
  18. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/581
  19. Bkz. Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâi 4/70; Tarîhu’l-İslâm 2/408
  20. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/582
  21. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/582
  22. Nesâî, İmâmet 1; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 6/309 (3765); Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/580
  23. Bkz. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/580, 581, 582
  24. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 4/225
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.