Allah Resûlü ve Hayvan Hakları Mücadelesi

455

Kur’ân ve Sünnet’in sunduğu varlık anlayışının ve canlı cansız diğer varlıklarla ilişkinin temelinde yer alan en hayati esaslardan birisi belki de birincisi “hak” olgusudur. Bu çerçevede Allah’ın, yarattığı her varlık üzerinde hakları olduğu gibi aynı zamanda her varlığın birbirleri üzerinde sahip olduğu karşılıklı birtakım hakları da vardır. Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), “Muhakkak ki Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir…”1 buyurur ve bu hususa dikkat çeker. Muamele ve münasebetlerde belirleyici unsur, aşılmaması ve çiğnenmemesi gereken sınır işte bu haklardır. Herkesin üzerine düşen, bunlara saygı göstermek ve gereğini yerine getirmektir. Bu manada insanın, varlıkla münasebetinde zulüm ve haksızlığa girmeme adına sınırını bilmesi bir iyilik değil zorunluluktur. 

İnsan başta olmak üzere alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nün, en büyük misyonlarından birisi, ilahî hakikatleri tebliğin yanında hak ve adalet üzerine kurulu bir hayat sistemi inşa etmektir. Bu çerçevede O, Cahiliye yaşantısı içerisinde tamamen kaybolan “haklar” gerçeğini, Kur’ân’ın rehberliğinde yeniden inşa ve ihya ederken, Allah, insan ve kamu hakları gibi haklar yanında hayvan haklarıyla ilgili de birtakım “dini, ahlaki ve hukuki” düzenlemelerde bulunur. 

Hayvanlara Bakış Açısının Islahı ve İnşası

Allah Resûlü, her meselede olduğu gibi hayvan hakları hususunda da ilk düzelttiği şey, onlara bakış açısı ve konumlarını tespit olur. Öncelikle insanoğlu gibi hayvanlar da çeşitli gayeler için Allah tarafından yaratılmıştır ve “yaratılmışlık” noktasında eşitlik söz konusudur. Onlar da sahipsiz değildir. Her ne kadar bazı hayvanlar eti, sütü, yünü, ürettiği ürünü, taşımacılığı ve avcılığı…; diğerleri ise ekosistem içerisinde gördüğü vazifelerle insanoğluna musahhar kılınmış olsa da insanın onlar üzerindeki tasarrufu, sınırsız ve kuralsız değildir. Girişte de dikkat çekildiği üzere hayvanların da saygı duyulması, korunması ve yerine getirilmesi gereken birtakım hakları vardır ve hiç kimse hukuksuz bir şekilde bu hakları, ihlal edemez. 

İkinci olarak Kur’ân’ın da açıkça belirtiği üzere onlar da birer ümmet/toplumdur: “Hem yerde hareket eden hiçbir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum teşkil etmesinler…”2 Hayvanlara bakış ve onlara muamele de bu husus asla göz ardı edilmemeli; soykırımdan uzak durulmalıdır. Allah Resûlü, kararlarında bu hususu sık sık dile getirir ve onlardan bazılarını öldürme izninin, mutlak olmadığını ve sadece zarar verecek noktaya geldiklerinde geçerli olduğunu hatırlatır. Hayvanları gereksiz yere; keyfi sebeplerle öldürmeyi, büyük günahlar arasında zikreder.3

Üçüncü olarak hayvanların manevi yönleri de vardır ve onlar, insanlar idrak edemese de kendi lisanları ile Allah’ı tesbih ederler: “Bilmez misin ki göklerde ve yerde bulunan kimseler, hatta Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün canlılar ve insanların da birçoğu, Allah’ın yüceliğine secde ediyorlar…”4, “Hem göklerde ve yerde ne varsa hepsi, herhangi bir canlı olsun, melaike olsun hepsi Allah’a secde eder, asla kibirlenmezler.”5 Onlara bakışta ve onlarla alakalı bir karar alırken, meselenin bu yönü de mutlaka dikkate alınmalıdır. 

Yaşamlarına Dokunulmaması 

Allah Resûlü, zararlarından korunmanın mecburi hale geldiği durumlar hariç hayvanların hayatlarına dokunulmaması gerektiğini beyan eder; gereksiz ve keyfi yere öldürülmelerini yasaklar: “Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insanı, Allah mutlaka hesaba çekecektir!”6 Eğlence ve zevk için hayvanların avlanmasını doğru bulmaz ve “Kim av peşine düşerse gafil olur!”7 buyurur. Bu çerçevede haksız yere bir serçenin bile canına kıyandan hesap sorulacağını ve serçenin, “Allah’ım! Bu beni boş yere öldürdü. Ne kıydığı canımdan faydalandı ne de bıraktı ki yeryüzünde yaşayayım.”8 şeklinde bu kimseden şikayetçi olacağını haber verir. 

Allah Resûlü, mü’minlerde şuur oluşturma adına sık sık bu konuya değinir. Bir kediyi hapseden; yemesine ve içmesine engel olup canına kıyan bir kadının ilahî azaba duçar olduğunu beyan eder. Karınca, arı, kurbağa…  üzerinden zararsız hayvanların öldürülmesini kesin dille yasaklar. Kendisini ısıran bir karıncadan dolayı öfkelenen ve karınca yuvasını ateşe veren bir peygamberin, Allah tarafından “Seni ‘bir’ karınca ısırmış iken sen tesbih eden ‘ümmetlerden bir ümmeti’ yaktın.” şeklinde ikaz edildiğini haber verir.9 Nitekim kendisi de bir yolculuk esnasında bir karınca yuvasının ateşe verildiğini görür ve derhal ateşin söndürülmesini emreder.10

Allah Resûlü, insanların hayatı için tehlike oluşturdukları durumlar hariç yırtıcı hayvanların öldürülmesini emretmez. Yakalandığı bir hastalıktan dolayı insana zarar verecek hale gelen yerleşim yerleri çevresinde ve içinde yaşayan hayvanların, zararlarından korunmanın başka çaresi yoksa itlaf edilmelerine izin verir. Nitekim bir ara Medine’deki kuduz köpeklerin, itlaf edilmesine müsaade eder ve tehlike geçince köpekleri öldürmeyi yasaklar.11 “Eğer köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı öldürülmelerini emrederdim…”12 buyurur; onların ümmet olduklarını hatırlatır ve öldürülme emrinin, itlafı gerektirecek hastalık taşıyan ya da yerleşim yerlerine saldıran zararlı türleriyle sınırlı olduğunu beyan eder.13 Onların bekçi, ziraat, avcı ya da çoban köpeği olarak beslenmelerinde beis bulunmadığını bildirir.14 

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), sadece sözle de yetinmez; verdiği haberler ve uygulamalar ile de bunu destekler. Bir köpeğin susuzluğunu giderip hayatını kurtaran bir kimsenin bu davranışıyla ilahi rahmete mazhar olduğunu ve cenneti kazandığını haber verir.15 On bin kişilik ordusuyla Hudeybiye anlaşmasına ihanet eden ve yirmi üç Huzaalıyı katleden Mekkelilerden hesap sormak için harekete geçer ve yolda, yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görür. Hz. Cuayl İbn-i Sürâka’yı yanına çağırır ve onu, yavrularını emziren köpeğin başında nöbet tutması için görevlendirir. Orduyu, annenin ve yavrularının ürkütülmemesi hususunda uyarır.16

Öldürülmelerine izin verilen bir hayvan da zararlı yılanlardır. Sahabe, Mina’da ortaya çıkan bir yılanı öldürmek için ayaklanır ve yılan, kaçar bir deliğe girer. Manzaraya şahit olan Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), “O, sizin şerrinizden kurtuldu siz de onun şerrinden kurtuldunuz.”17 buyurur. Böylece onlara, yılanları öldürme izninin tıpkı köpeklerde olduğu gibi mutlak olmadığını; tehlike ve saldırı hali gibi bazı şartlara bağlı olduğunu hatırlatır.

Nesillerinin Korunması

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), hayvanların nesillerinin korunması konusunda da çok hassastır. Bu çerçevede O, üreme ve çoğalmalarının tabii şekilde devam etmesi için hayvanların, meşru sebepler hariç kısırlaştırılmasını hoş görmez.18 Hem haklarına ilişilmemesi ve nesillerinin yok olmaması için yavruların içinde büyüyüp gelişeceği yuvaların yakılıp yok edilmesini hem de yuvalarından alınıp annelerinin bakım ve himayelerinden mahrum bırakılmalarını adil ve doğru bulmaz. Bir yolculuk esnasında bazı kimseler içinde iki yavru bulunan bir kuş yuvası görür ve yavruları alırlar. Anne kuş aşağı yukarı uçmaya ve çırpınmaya başlar. Durumu fark eden Allah Resûlü, “Kim bu zavallının yavrusunu alarak ona eziyet etti? Çabuk yavrusunu geri verin!”19 buyurur. 

Başka bir zaman birisi elinde üzeri örtülü bir şey bulunduğu halde gelir ve “Ey Allah’ın Resûlü! Seni görünce buraya geldim. Gelirken bir koruya uğradım. Orada kuş yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına sardım. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Neticede ben yavrularının üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine kondu. Ben tekrar üzerlerini örttüm. Şimdi yavruları burada benimle beraberdir.” der. Allah Resûlü, “Onları derhal bırak!” buyurur. Hatta o esnada anne kuşun, arayış içerisinde çırpındığına şahit olur ve bu manzarayı, irşad adına değerlendirmek için “Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?” diye sorar. Onlar, “Evet, yâ Resûlallah!” deyince “Beni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, O’nun kullarına karşı merhameti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır.” buyurur. Ardından adama döner ve şunları söyler: “Onları götür, aldığın yere koy, anneleri onlarla olsun!”20

Yavruların hayata tutunup gelişmeleri için beslenmelerine dikkat edilmesini; anneleri sağılırken onların payının/hakkının mutlaka ayırılması gerektiğini haber verir.21 Yavrusunu emziren hayvanların kesilmesini ve avlanmasını yasaklar ki tersi bir durumda yavrular gıdasız kalır ve hayata tutunmaları zorlaşır. Aynı şekilde nesillerini koruma adına süt emen yavruların da kesilmesini yasaklar. Bir gün Hz. Câbir’i ziyaret eder. Hz. Câbir, O’na (aleyhissalâtu vesselâm) ikram etmek için bir keçi kesmeye karar verir ve ayrılır. Allah Resûlü, meleme seslerinden onun yavru olduğunu anlar ve “Ey Câbir! Henüz süt emen bir yavruyu kesme!”22 tembihinde bulunur. 

Sömürülmelerine Karşı Çıkışı

Allah Resûlü, hayvanların sömürülmelerini, haklarının ihlali olarak görür ve ne şekilde olursa olsun buna izin vermez. Onların hayatlarını yaşaması ve haklarının korunması için bilgi ve birikimini seferber eder; onları gözetir ve dertleriyle yakından ilgilenir. Bir gün bir bahçeye girer ve orada bir deve görür. Deve, O’nu (aleyhissalâtu vesselâm) görünce inlemeye ve gözyaşları dökmeye başlar. Yaklaşır ve şefkatle kulaklarının arkasını okşar. Deve sakinleşince “Bu devenin sahibi kim?” diye sorar. Bir genç yaklaşır ve “Benim yâ Resûlallah!” der. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi (aleyhissalâtu vesselâm), “Allah’ın sana mülk olarak emanet ettiği şu hayvan hakkında O’ndan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.”23 buyurur. 

Hayvanları, yaratılış gayelerinin dışında ve zaruri ihtiyaçlar harici kullanmama noktasında da uyarı ve ikazlarda bulunur. Bir seferinde hayvanlara binmiş ve onlar hareketsiz halde beklerken karşılıklı muhabbet eden kimseler görür. Yanlarına yaklaşır, “Hayvanlarınızın sırtını minberler olarak kullanmaktan sakının. Zira yürüyerek güçlükle gidebileceğiniz yerlere sizi götürmeleri için Allah onları sizlere emrinize verdi. Arzı da durma yeriniz kıldı. Öyleyse ihtiyaçlarınızı arz üzerinde görün.”24 buyurur ve onları uyarır. Nitekim O’nun bu vb. uyarıları sahabe de hayvan hakları hususunda bir bilinç oluşturur ki Hz. Enes İbn-i Mâlik bunun bir yansımasını şöyle haber verir: “Biz bir yerde konakladığımız zaman develerin yüklerini çözüp onları rahatlatmadan Allah’ı tesbih ve ibadete koyulmazdık.”25

Ensardan bir kadın esir düşer. Bir akşam bağlı olduğu ipi çözmeyi başarır ve kendisini esir alanların dinlenmeleri için saldıkları develerden birine biner ve kaçar. Durumu fark edip peşine düşseler de yakalayamazlar. Kadın, yolda şayet kurtulursa deveyi Allah için kurban edeceğini söyler. Kurtulan kadının bu sözü, Allah Resûlü’ne ulaşınca “Subhanallah! Hayvancığaza ne kötü ödül vermiş. Allah onu bununla kurtarıyor, o da tutup bunu kesmeye kalkıyor, öyle mi?”26 buyurur ve kadının kurtulmasına vesile olan bu devenin kesilmesine mani olur. Yine bir gün üzerine yüklenen fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görür ve “Allah bu dilsizler hakkında hayırlı olmanızı tavsiye eder; onlara güçleri ölçüsünde yük yükleyin.” buyurur.27

Yaşam Alanlarına Müdahale Edilmemesi

Hz. Aişe validemiz, Harem’de kendisine hediye edilen bir hayvanı derhal serbest bırakır.28 Bu da Allah Resûlü’nün, yabanî hayvanları hürriyetlerinden mahrum bırakmayı ve doğal yaşam alanlarından uzaklaştırmayı, onların hak ve hukukuna aykırı bulduğunu gösterir. Veda haccına giderken Üsaye’de yaralı halde uyuyan bir ceylan görür. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir’i (radıyallahu anh), on binlerce hacıdan oluşan kervan geçinceye kadar nöbet tutması için bırakır ve kimsenin onu rahatsız etmesine izin vermemesini ister.29 “…Yol, geceleri böceklerin sığınağı; yaşam alanıdır!…”30 buyurur ve gece yolculuklarında böcekleri rahatsız edecek şekilde yollarda konaklanılmamasını talep eder. 

Yukarda da ifade edildiği üzere hayvanların yaşam alanlarının, yuvalarının yakılmasını ve yavruların doğal yaşam alanları yuvalarından alınmasını yasaklar. “Ayaklar çekildikten sonra evlerden dışarı çıkmayı ve çevrede dolaşmayı azaltın. Çünkü Allah’ın bir kısım hayvanları vardır ki onlar, bu saatten sonra yuvalarından çıkar ve ortalığa yayılırlar.”31 buyurur ve hayvanların barınaklarından doğal yaşam alanlarına çıktıkları; onlara zarar verilmesinin kuvvetle muhtemel olduğu zamanlarda ve zeminlerde dolaşılmasını doğru bulmaz. Bazı yerleri (Mekke, Medine, Taif gibi) doğal sit alanı/yasak bölge ilan eder; oralardaki bitki ve ağaçlara dokunulmasını yasaklar ki bu bunlar aynı zamanda çoğu hayvanın yaşam alanıdır. Bu bölgelerde yaşayan hayvanların öldürülmesini de ayrıca yasaklar.32

Allah Resûlü ve Hayvanlara Muamele Hassasiyeti

Dipnot:

  1. Tirmizî, Vesâyâ 5
  2. En’âm Sûresi, 6/38
  3. Bkz. Hakim, Müstedrek 2/198 (2743); Beyhakî, Sünenu’l-Kübrâ 7/394 (14395)
  4. Hac Sûresi, 22/18
  5. Nahl Sûresi, 16/49
  6. Nesâî, Dahâyâ 42; Sayd ve Zebâih 34; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/197
  7. Nesâî, Sayd ve Zebâih 24
  8. Nesâî, Dahâyâ 42
  9. Buhârî, Cihâd 152, Bed’u’l-Halk 16
  10. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 4/44
  11. Bkz. Müslim, Müsâkât 47/1572
  12. Ebû Dâvud, Sayd 1
  13. Bkz. Buhârî, Bed’u’l-Halk 16
  14. Bkz. Buhârî, Hars 3; Sayd 6; Müslim Müsâkât 50/1574; Ebû Dâvud, Sayd 1; Tirmizî, Ahkâm 4
  15. Bkz. Buhârî, Vudû’ 33; Bed’u’l-Halk 16
  16. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî 2/244
  17. Buhârî, Tefsîr 77
  18. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/86 (4873); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 5/268
  19. Ebû Dâvûd, Cihâd, 112; Edeb 163-164
  20. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1
  21. Bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 8/196
  22. Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 23/412
  23. Ebû Dâvûd, Cihâd 44
  24. Ebû Dâvûd, Cihâd 55
  25. Ebû Dâvûd, Cihâd 44
  26. Müslim, Nezr 3 (8); Ebû Dâvud, Eymân 28
  27. İbn-i Hacer, Metâlibu’l-Atiye 2/156
  28. Beyhakî, Sünenü’l Kübrâ 5/334
  29. Nesâî, Menâsik 78; Mâlik, Muvatta, Hac 79; Beyhakî, Kübrâ 6/283; İbn-i Hibbân, Sahîh 11/512; Abdurrezzâk, Musnnef 4/431; Taberânî, Kebîr 5/259
  30. Müslim, İmârat 54 (178)
  31. Ebû Dâvud, Edeb 106
  32. Bkz. Müslim, Hacc 85 (458, 459)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.