SALİH ERKEK VE SALİHA KADIN KİMDİR? (3)
Hanımını Döven Erkek, Salih Değildir.
Erkeği salihlikten düşüren bir sebep de hanımına el kaldırması onu dövmesidir. Aile içi her türlü şiddet, erkeğin -âbid-zahid de olsa- ağır kul haklarına girmesine sebebiyet verir ve salihlikten uzaklaştırır. Onun için Allah Resûlü “Birçok kadın, Muhammed ailesine gelerek kocalarını şikâyet ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler sizin hayırlınız değildir.”1 buyurur ve hanımını döven kimsenin salih eş olma vasıflarını kaybedeceğini haber verir. Bir başka sohbetinde ise “Bütün bu tahşidatıma rağmen döverseniz, şunu bilin ki onlar sizin en şerlilerinizdir.”2 diye ikaz eder; böyle bir şiddete kalkışan kimsenin salih değil, artık “en şerli kimse” olacağını belirtir.
Mescitte yaptığı bir konuşmasında ise özellikle bu konuyu gündeme getirir ve şiddetin erkek ya da kadının psikolojisi üzerinde olumsuz tesir yapacağını ve eşlik ilişkisine çok ciddi zarar vereceğini herkesin anlayacağı bir benzetmeyle şöyle dillendirir: “Sizden biriniz -cahiliyye günlerinde- cariyesini döver gibi karısını dövmeye nasıl kalkışır. Belki de akşam onunla aynı yatakta yatacak aynı yastığa baş koyacak.”3 Allah Resûlü bu ifadeleriyle, şiddet ile eşliğin bir arada yürümeyeceğini ve bu tür bir evliliğin sürdürülemeyeceğini çok veciz bir şekilde özetler.
Bu ve emsali beyanlarıyla aile içi şiddeti yasaklayan Efendimiz, aynı zamanda fiili örneklik de sergiler; hayatı boyunca eşleriyle ilişkilerinde onlara karşı asla düşmanlık duygularıyla hareket etmez ve el kaldırmaz.4 Onun bu husustaki dikkat ve hassasiyetini haber veren Hz. Aişe validemiz, bazı olumsuz olaylar ya da davranışlar karşısında insanın içine gelebilecek nefret duygularına karşı da ‘Sizden bir kimse hanımına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.’ buyurur”5 ve bu ölçüyle ilişkileri koparacak değil yeniden inşa edecek asgari müştereklerde buluşmayı ders verir.
Bu yönüyle salihlik, erkeğin ya da kadının içindeki düşmanlık duygularına hâkim olmasında, diline ve eline sahip çıkabilmesindedir. Kur’ân da bu durumlarda daima ma’rûfu yani güzel geçinmeyi/iyiliği tercih etmenin daha isabetli ve hayırlı olacağını özellikle vurgular:
“…Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur…”6
Bu noktada başarılı olamayanlar ise salahati kaybedecekleri gibi manen de birbirlerinin kul haklarına girer, günahkâr olurlar.
Dolayısıyla eşler birbirleriyle dil yarıştırdığı ve bu tartışmanın sonunda birbirlerine el kaldırdıkları ölçüde salih olmaktan uzaklaşır; ilişkilerini bitirirler. Bunun yerine birbirlerine hayırhâh oldukları ölçüde de salihleşirler. Bu hususta eşlerin birbirini rakip, muhalif ya da düşman görmesinin onları salahattan uzaklaştıracağını belirten Peygamber Efendimiz sertliği/şiddeti değil hayırhâhlığı tavsiye eder: “… Kadınlara karşı hayırhâh olun! -Onlar da size karşı hayırhâh olsunlar!- Çünkü onlar size emanet, -siz de onlara emanetsiniz.- Onlara/birbirinize iyi davranmaktan başka hakkınız/çareniz yok. Apaçık bir kötülük işlerlerse ancak o zaman durum ayrı değerlendirilir…”7
Yine saliha olan eşin önemli bir vasfının imanda/İslâmî hayatta hayırhâhlık olduğu özellikle dile getirilir: “Tevbe Suresindeki “… Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!” (Tövbe, 9/34) ayeti nazil olunca ashab-ı kiramdan bazıları, acaba hangi şey daha hayırlıdır onu edinsek diye sorarlar. Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Altın ve gümüşten daha hayırlı olan şey, zikreden dil, şükreden kalp ve insanın imanını güçlendirecek ve dini hayatını destekleyecek mümine/saliha bir eştir.’ buyurur.”8
Nankör Kadınlar Saliha Olamaz!
Saliha kavramının bir zıddı da “nankör” terimidir. Nankör, kendisine yapılan iyiliklerin değerini, kıymetini bilmeyen kimse demektir. Nankörün en belirgin vasfı şükür değil şikayettir. Onun için saliha kadının bir zıddı da nankör kadındır. Allah Resûlü bir hadislerinde kendisine cehennem sakinlerinin gösterildiğini ve bunların çoğunluğunu kadınların teşkil ettiğini belirtir. Bunun üzerine kendisine “Ya Resûlallah! Niçin kadınlar daha çoğunlukta” diye sorulur. Peygamber Efendimiz, “İnkarlarından dolayı.” buyurur. Bu sefer “Onlar Allah’ı mı inkâr ediyorlar?” diye sorulunca “Hayır! Kocalarına nankörce davranmaları ve iyiliklerini görmezden gelmeleri sebebiyle.” buyurur. Ardından bu ifadelerini de şöyle açar: “Mesela, sen onlardan birisine bütün bir ömür boyu iyilik yapsan, ancak senden bir kez hoşuna gitmeyen bir şey görse ‘Hayatım boyunca senden asla iyilik görmedim.’ der.”9
Dolayısıyla nankör insan, gördüğü bir kötülük karşısında muhatabının bütün iyiliklerini silen sadece kötülüğüne/yanlışına ya da eksiğine odaklanan kimsedir. Erkeklere nazaran kadınların psikolojisi buna daha yatkın olabilir. Allah Resûlü duygusal bir yaklaşımla sağlıklı iletişimin bir anlık öfkeye kurban edilmesini yasaklar; böyle menfi bir yaklaşımın ilişkileri ateşe vereceğine ve yuvayı cehenneme çevireceğine dikkat çeker. Dolayısıyla saliha kadın ve salih erkek her halükârda duygularına ve tepkilerine hâkim olan ve her zaman yapıcı/müspet konuşmayı ve davranmayı başarabilen kimsedir: “Senden ne iyilik gördüm ki?” cümlesinin yerine “Senden öyle iyilikler ve öyle güzellikler gördüm ki onları asla unutamam!” iltifat ve takdirini öncelemeye muvaffak olabilen kâmil insandır.
İnsanın, İnsana Secdesi Caiz Olsaydı!
Evlilik, herhangi bir akit değil karşılıklı pek çok kul haklarının doğmasına sebebiyet veren bir birlikteliktir. Zira hiç kimseye annesi ve babası da dahil olmak üzere eşi kadar yakın olamaz, yakınlık kuramaz. Dolayısıyla bu yakınlık, bu içli dışlı olma beraberinde pek çok kul haklarının oluşmasına da vesile olur. Kur’ân hem bu yakınlıktan hem de içli-dışlı olmadan kaynaklanan haklara, boşanma esnasında erkeğin verdiği mehri geri alıp-alamayacağıyla ilgili hükmü açıklarken özellikle dikkat çeker:
“Eşinizden ayrılıp da yerine başka bir kadınla evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yüklerle mehir vermiş olsanız da içinden ufak bir şey bile almayın. Boşanmaya sebep uydurup iftira ederek, göz göre göre günaha girerek bunu almanız hiç münasip olur mu? Nasıl alabilirsiniz ki birbirinize karılıp katıldınız, içli dışlı oldunuz, bir yastığa baş koydunuz. Hem onlar siz kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca te’minat da aldılar?”10
Ayette geçen “Birbirinize karılıp-katıldınız, içli dışlı oldunuz, ya da bir yastığa baş koydunuz” ifadesi eşlerin birbirine yakınlığını ve bu yakınlıktan doğabilecek hakları en veciz bir şekilde ifade eder. Dolayısıyla eşler hem evlilik hayatında hem de evlilik yürümüyorsa boşanma esnasında dahi bu yakınlığı ve bu hakları duygularına kapılıp çiğnememelidirler.
Eşlerin salih ve kâmil bir insan haline gelmelerinde verdikleri taahhütleri yerine getirmelerinin ve karşılıklı kul haklarına dikkat etmelerinin önemli bir payı vardır. Allah Resûlü, bu hakları farklı vesilelerle gündeme getirir. Mesela veda hutbesi‘nde birçok konu arasında dile getirdiği haklar arasında eş hakları da vardır: “… Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, ilahî emanet olarak aldınız; onları Allah adına kesin bir söz vererek nikahınıza aldınız…!”11
Yine bir defasında kendisine “Kadınların hakları nelerdir?” diye soran sahabiye şu hatırlatmalarda bulunur: “Eşlerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, sakın onları dövmeyin, hakaret etmeyin ve onları incitecek çirkin sözler söylemeyin. İyiliklerine/terbiyelerine matuf bir uyarı sadedinde onları yalnız bırakacaksanız bunu sadece ev içinde uygulayın.”12
Allah Resûlü erkeklere bu uyarılarının yanında kadınları da kocalarının hakları hususunda unutulmayacak etkili bir üslup kullanarak ikaz eder: “Ben bir kimsenin başka bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”13
Allah Resûlü, insan psikolojisi üzerinde etkili bu söz ve yaklaşımını yeri ve zamanı geldiğinde tekrar tekrar hatırlatır ve kadınların zihin ve gönül dünyasında bu hakikat yer etmeden onların salahat ufkuna ulaşamayacağına işaret eder: Mesela bir gün “Peygamber Efendimiz, bir grup ashabıyla birlikte otururken bir deve gelir ve Efendimiz’in önünde eğilir. Bunu gören bazı sahabiler, ‘Ya Resûlallah! Sana hayvanlar, ağaçlar bile secde ediyor. Sana asıl bizim secde etmemiz gerekir.’ dediklerinde Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurur: “Rabbinize ibadet edin. Müslüman kardeşlerinize iyilik yapın. Bir kimsenin diğer kimseye secde etmesini emretmek isteseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”14
O, bu konudaki tahşidatını başka bir sefer de şu vesileyle yapar. Bir gün Şam’dan gelen Hz. Muaz, Efendimiz’in huzuruna girince secdeye kapanır. Allah Resûlü kendisine, ‘Ey Muaz bu nedir?’ diye sorar. O, “Ey Allah’ın Resûlü! Şam’a gittiğimde orada insanların papazlarına ve patriklerine saygı için secde ettiklerini gördüm. Ben de böyle bir saygıya senin daha layık olduğunu düşündüm ve böyle yaptım.’ Bunun üzerine Efendimiz ‘Böyle yapmayın. Ben bir kimsenin başka birine secde etmesini emretseydim kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki kadın, kocasının hakkını eda etmeden Rabb’inin hakkını eda edemez. Onun için ocak başında bile olsa kocası istediğinde onu men etmemelidir.’ buyurur”15 Nitekim bu noktada Allah Resûlü’nün verdiği bir temel ölçü de şudur: “Bir kadını, kocası ihtiyacı için çağırdığında, ocağın başında bile olsa mutlaka onun davetine icabet etsin.”16
Yine bu mevzuda Kays İbn Sa’d bir hatırasını şöyle paylaşır: “Hire’ye gitmiş ve orada halkın büyüklerine saygı için secde ettiğini görmüştüm. Kendi kendime ‘Allah Resûlü, böyle bir saygıya bunların hepsinden daha layıktır.’ dedim. Medine’ye dönünce Efendimiz’in huzuruna çıktım ve kendisine gördüğümü ve düşündüğümü anlattım. O, ‘Sen bir gün benim kabrime gelsen, Bana secde eder misin?’ Ben, ‘Hayır’ diye cevap verdim. Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Öyleyse böyle yapmayın. Ben bir kimsenin başka bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, Allah’ın kocalar için, kadınlar üzerinde sahip kıldığı haklardan dolayı, kadınlara onlara secde etmelerini emrederdim.’ buyurdu.”17
Görüldüğü üzere Allah Resûlü bir taraftan kendisine karşı gösterilen aşırı saygıyı tadil ederken diğer taraftan meseleyi karı-koca ilişkilerine getirir. Tam zamanında ve yerinde, kadın-erkek hiç kimsenin unutamayacağı etkili bir mesaj verir: “Hangi niyet ve gaye ile olursa olsun beşerin beşere secde etmesi yasak! Ancak -farz-ı muhal bir beşerin bir beşere secde ederek saygı ve ta’zim göstermesi caiz olsaydı, o da ümmetin Peygamberine secdesi değil bir kadının kocasına secde etmesi olurdu.” Bu sözleriyle Efendimiz hem kocanın haklarını yerine getirmede kadınlara hassasiyet telkin eder, hem de eşliğin hafife alınmaması gerektiğini nefislerin bu konudaki duyarsızlığını kıracak şekilde çok etkili seslendirir. Bunun anlamı, Kur’ân ve Sünnetin yasakladığı bir istek olmadığı sürece kadınların kocalarının, kocaların da hanımlarının bütün meşru isteklerini imkân ölçüsünde yerine getirmesinin şart olduğudur. Aksi takdirde karşılıklı eşlik hakları ihlal edilmiş, salahat kaybedilmiş ve iletişim sekteye uğratılmış olur.
Nitekim yine eşlik haklarını korumanın öneminden dolayı Allah Resûlü, “Bir kadın, kocası yanındayken Ramazan orucu dışında onun izni olmadan nafile oruç tutamaz.”18 buyurur ve ibadetlerin bile karşılıklı hakları yerine getirmeye engel teşkil etmemesi gerektiği dersini verir.
Allah Resûlü Niçin Secde Benzetmesi Yapmıştır?
Allah Resûlü’nün karşılıklı hakları yerine getirmeyi ifadede secde kavramını kullanarak meselenin önemini anlatmasının arkasında yatan bir başka hedef de eşleri daima yakınlık arayışı içerisinde olmaya teşviktir. Zira Efendimiz’in beyanıyla secde, kulun Allah’a yakınlık arayışının zirvesidir.19 Dolayısıyla Allah Resûlü karı-koca ilişkilerinde karşılıklı sevgi-saygı ve ta’zimi ifade buyururken özellikle secde kelimesini tercih ederek eşlerin daima karşılıklı yakınlığı gözetmesi, yakınlık arayışı içerisinde olması ve yakınlıklarını katlayacak şekilde birbirlerine sorumluluk şuuruyla davranmaları gerektiğini ders verir.Zira secdede şekilden ziyade asıl olan şuur, saygı ve sorumluluk bilincidir.
Bu ifade aynı zamanda yakınlık arayışı olmazsa duygu planında kopmaların ve uzaklaşmaların başlayacağına da işaret eder. Yoksa mesele kadının kocasına ya da kocanın hanımına karşı fiilen secdeye kapanması, önünde eğilmesi meselesi değildir. Anlatılmak istenen sevgiye dayalı derin bir saygının yanında eşini hoşnut etmeye yönelik her türlü ciddi gayrettir. Her fırsatı değerlendirerek sevdiğini, saygı duyduğunu ve bağlılığını ortaya koymaktır. Bir manada kulun Rabb’ine karşı secdesi, ahdi yenilemek ve güçlendirmek ise, burada hedeflenen; eşlerin yeri ve zamanında uygun jest ve davranışlarla sevgiyi tazelemeleri, bağlılıklarını kuvvetlendirmeleri, karşılıklı birbirlerinin hoşnutluğunu kazanmaya yönelik adımlar atmalarıdır.
Yine Allah karşısında secdeye kapanmanın, insanın kibir ve gururunu kıran onu kendisini beğenmekten (ucb) alıkoyan bir muhtevası ve tesiri vardır. Allah Resûlü’nün karı koca ilişkilerine secde kelimesiyle ışık tutmasına bu zaviyeden de bakılmalıdır. Buna göre karı ve koca birbirlerine karşı egolarını değil sevgi, saygı, iltifat ve tevazularını yarıştırmalıdır. Bu seviyede bir ta’zim anlayışı onların enâniyetlerini kırar; terbiye eder ve onları bir vücudun azalarına dönüştürür; birbirlerinin saadeti için yaşayan güzel ahlak sahibi en hayırlı salih eşler haline getirir.
Eşinin Davetine İcabet Etmeyen, Saliha Olamaz!
Salih, iyi ve hayırlı eş olmanın ilk şartı Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerine boyun eğmenin yanında kadının kocasının meşru isteklerini yerine getirmesi, erkeğin de kadının meşru arzularına cevap vermesidir. Karşılıklı bu ilişki güvene, huzura ve sekîneye dönüşür, zamanla da artarak yuvayı sarar. Çocuklar bu huzur ortamında kendilerini güvende hisseder; psikolojik gelişimlerini sağlıklı bir zeminde sürdürürler. Ancak “itaat” kavramını “aşağılanma” gibi algılayıp hem yanlış hem de mutlak anlayarak “Niçin ben ona itaat edeceğim ki? O bana itaat etsin!” yaklaşımıyla tepkisel karşılamak, yuvada istişare ve iletişimi ciddi zora sokar, aile bağlarına ağır hasar verir. Ego eksenli bu tür çıkışlar, inatlaşmalar zamanla karşılıklı güveni yıkar ve aile içi şiddete kadar varan sıkıntıların yaşanmasına sebep olur.
Aile, toplumun en küçük çekirdeğidir. Toplumda emniyet ve güvenin temini ve huzur içinde yaşanması için nasıl devlet ve toplumların koyduğu kanun ve kurallara itaat şart ise bir yuvada da idare, disiplin, istişare ve itaat da kaçınılmazdır. Aksi taktirde düzen, disiplin ve güven kendiliğinden oluşan ve gelişen bir sistem değildir. Onun fert ya da fertler tarafından sağlanması gerekir. Ailede düzeni sağlama ve koruma görevi erkeğe verilmiş bu mevzuda ona destek ve koruyucu olmak vazifesi de kadına biçilmiştir. Burada erkek kadın ayırımı yapılmamış; her iki cinsin maddî-manevî donanımına göre rol paylaşımı yapılmış ve herkesten kendisine düşen misyonu eda etmesi istenmiştir. Aksi taktirde “Niçin erkek de ben değil? Ben de idarecilik/kayyimlik görevini daha iyi yapabilirim.” Ya da “Ben kadın olarak itaat edince küçülmüş ve kendimi aşağılanmış olarak hissediyorum.” gibi içi boş nefsanî söz ve yaklaşımlar aile içi huzuru değil sadece aile içi meydan savaşlarını doğurur; fertleri birbirinden koparır, toplumları savurur.
Allah Resûlü, -sebep ne olursa olsun- af ve müsamaha ile kocasına değil de öfkesine sarılıp yatağı terk eden kadınları yaptıklarının manevi alemdeki karşılığını dile getirerek ciddi uyarır: “Bir erkek, hanımını yatağına çağırır da o gelmez -ya da kadın herhangi bir sebepten dolayı yatağı terk eder ayrı sabahlarsa- ve erkek de ona öfkeli/dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet ederler.”20
Allah Resûlü bu ikazlarıyla aile saadetinin önemli bir yönü olan cinsî duyguların tatminini, “yatağa çağırma, yatağı terk etme” gibi çok nezih ifadelerle dile getirir. Bunu önemsemeyen kadının, kocasının öfkesiyle birlikte meleklerin de lanetini celbeden büyük bir günah işlediğini belirtir. Tabiatıyla bu lanet sonuçta hem kadını salihlikten düşürür hem ilişkileri olumsuz etkiler hem de yuvanın huzurunu vurur. Belki de erkeği günahların kucağına iter. Dolayısıyla erkeğini yatağında ya da odasında ilgisiz bırakan kadınlar, âbid-zahit olabilir fakat saliha bir eş ve koruyucu bir elbise/zırh olamazlar.
Hadisteki bu vurguyu bazıları mübalağalı bulabilir ya da “Kadın, bir robot mu ki her zaman eşinin ihtiyaçlarına cevap vermeye hazır olsun. Bazen kendisini psikolojik olarak hazır hissetmeyebilir.” diyebilir. Doğru! Kadının yaratılışı itibarıyla farklı duyguları ve psikolojisi vardır. Bazen, üzgün, bazen sinirli, duyguları gergin vs olabilir; bu yüzden kendisini hazır hissetmeyebilir. Bu durumda çözüm kaçmak, terk etmek ya da itiraz etmek değil oturup konuşmak, halleşmek ve ortak noktada buluşmak, anlaşmaktır. Eşini, düşman değil dert ortağı haline getirmektir. Dolayısıyla kadının kısa ya da uzun zaman erkeğini terk etmesi, kadını “saliha bir eş” değil “günahkâr eş” haline dönüştürür. Zaman uzadıkça çiğnenen haklar katlanır, günah da büyür.
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Ebû Davud, Nikâh 42 (2145); Nesâî, Sünenu’l-Kübra (9167); İbn Mâce, Nikah 51 (1985)
- Suyûtî, el-Câmu’s-Sağîr (1088)
- Buhârî, Nikâh 93 (5204); Müslim, Nikâh 14/49 (2855)
- Bkz. Müslim, Fedâil 20/79 (2328); Ebû Davud, Edeb 5 (4786); İbn Mâce, Nikâh 51 (1984)
- Müslim, Rada’ 18/63 (1469)
- Nisâ Sûresi, 4/19
- Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 10 (3087)
- Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 10 (3094)
- Buhârî, İman 21 (29); Müslim, Küsûf 3/17 (907)
- Nisa, 4/20, 21
- Müslim, Hac 19/147 (1218)
- Ebu Davud, Nikâh 40-41 (2142)
- Tirmizî, Rada’ 10 (1159); Ebû Dâvud, Nikah 40 (2140)
- Heysemî, Zevâid, IX/10
- İbn Mâce, Nikâh 4 (1853)
- Tirmizî, Rada’ 10 (1160)
- Ebû Dâvud, Nikah 40 (2140)
- Buhârî, Nikâh 84 (5192); Müslim, Zekât 27/84 (1026); Tirmizî, Savm 65 (782); Ebû Dâvud, Savm 74 (2458)
- Bkz. Müslim, Salât 42/215 (482); Ebû Dâvud, Salât 153 (875)
- Buharî, Bed’ul-halk 7 (3237); Nikâh 85 (5193, 5194); Müslim, Nikâh 20/120-122 (1436)