Takvimler, Risalet’in 13. yılı Zilhicce ayının 12’sini gösteriyordu. Hac mevsimiydi. Allah Resûlü’nün Yesrib’den beklediği özel misafirleri vardı. Hz. Mus’ab İbn-i Umeyr gayretlerinin semeresini almış ve 75 Medineli Müslümanı, Mina’da Allah Resûlü’yle buluşturmak için yola çıkmıştı. Büyük çoğunluğu Rahmet Peygamberi ile ilk defa görüşecek ve O’nu (aleyhissalâtu vesselâm), Medine’ye davet edeceklerdi. Gelenler arasında Hazrec’in Selimeoğulları kolunun seyyidi Bera İbn-i Ma’rûr da vardı.
Kâbe’ye doğru namaz kılan ilk sahabî
Kafile, Yesrib’den biraz uzaklaşmış ve Zulhuleyfe’ye kadar gelmişlerdi. Hz. Bera bin Marur, burada bir karar vermek üzere konuyu yanındakilere açtı. Risalet’in ilk gününden itibaren kıble, Mescid-i Aksa idi. Fakat o, Kâbe’ye sırtını dönerek namaz kılmak istemiyordu. Belli ki Hz. Bera, kıblenin Kâbe olmasını, İslam’a girdiği ilk günlerden beri arzu ediyordu. Bundan dolayı arkadaşlarının “Bize Allah Resûlü’nün Kudüs tarafına dönerek namaz kıldığı haberi ulaştı.” deyip karşı çıkmalarına rağmen o, yol boyunca namazlarını Kâbe’ye dönerek kılmıştı.
Mekke’ye vardığında ilk işi, Resûlüllah’ı bulmak ve yaptığının hükmünü sormak olmuştu: “Ya Resûlallah! Ben, Kâbe’yi arkama almak istemedim ve namazlarımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muhalefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) kendisine, “Sen zaten bir kıble üzerineydin. Biraz daha sabretseydin ya!” buyurdu. O da Peygamberimiz’e itaat ederek bundan sonra namazlarını Mescid-i Aksa’ya doğru kılmaya başlamıştı.1
Allah Resûlü, Kâbe’nin kıble olmasını arzu ettiği gibi o da bunu arzuluyordu. Bundan dolayı Peygamberimiz, Mekke’de namazlarını Mescid-i Aksa’ya doğru kılarken, Kâbe’yi de önüne alacak şekilde namazlarını eda ettiği gibi o da namazlarında sırtını Kâbe’ye dönmek istemiyordu. Onun bu isteği, Peygamberimizin isteği ile birbirine tevafuk etmişti. Sanki bir gün Kâbe’nin kıble olarak belirleneceği kalbine doğmuştu.
Hz. Bera İbn-i Ma’rûr, İkinci Akabe Bey’atında
Yesrib’den gelen bu grup çok tedbirli ve dikkatli hareket ediyor Müslüman olduklarını belli etmiyorlardı. Zira karşılarında, din ve vicdan hürriyetini onlara çok gören baskıcı, bağnaz bir topluluk vardı. Bunun için Yesribli müşriklerin 425 kişilik hac kafilesine katılmış ve onlarla birlikte hacca gelmişlerdi. Tarihin akışını değiştirecek bir niyetleri olduğundan, kimsenin haberi yoktu. Asıl niyetleri, Peygamberimizle görüşmek ve O’nu Medine’ye davet etmekti. Hatta yolda gelirken aralarında, “Allah Resûlü’nü daha ne zamana kadar Mekke dağları arasında yalnız bırakacak ve zulme uğramasına göz yumacağız!?” diye konuşuyor kendilerini kınıyorlardı.
Birkaç gün içinde hac vazifelerini tamamlamış ve geceleyin kimsenin göremeyeceği tenha bir yerde Efendimiz ile buluşmak için sözleşmişlerdi. Kararlaştırılan mekân bir önceki yıl olduğu gibi Akabe’ydi. Anlaşılan artık en zor yokuşun aşılacağı an gelip çatmıştı.
O gece Akabe’ye ilk gelen Peygamber Efendimiz olmuştu. Yalnız gelmemiş yanında amcası Hz. Abbas’ı da getirmişti. Hz. Abbas, Yesrib’le ticari ilişkilerinden dolayı Yesriblilerin çoğunu tanıyordu. Önündeki topluluğu iyice süzdükten sonra Peygamberimize eğilerek “Ey yeğenim! Bunlar öyle bir topluluk ki ben bunların hiçbirini tanımıyorum. Bunlar gençler!” dedi.2 Görünen o ki insanlığın beklediği gençler, kendilerine düşen misyonu eda etmek üzere hazır bekliyorlardı.
Görüşme ve konuşmalara başlanmadan önce Hz. Abbas söz aldı. Onlara tarihi bir konuşma yaparak şu önemli hatırlatmalarda bulundu:
“Hepinizin bildiği gibi Muhammed bizdendir. Onu, bugüne kadar ona düşmanlık yapan kavmimizden koruduk. Ancak O, size katılmayı ve sizin yanınıza gelmeyi istiyor. Eğer O’nu davet sözünüzün arkasında duracak ve kendisine düşmanlık yapacaklardan koruyacaksanız, sizi yüklendiğiniz sorumlulukla baş başa bırakıyorum. Eğer yanınıza geldikten sonra O’nu düşmanlarına teslim edip ihanet edecekseniz, O’nu şimdiden bırakın. Sizden başka herkes Muhammed’e karşı çıktı. Siz de O’na sahip çıktığınızdan dolayı size karşı yönelecek bütün Arapların düşmanlığını kesin olarak göğüsleyebilecek bir güç ve kuvvete sahip iseniz şimdi aranızda görüşün istişare edin. Buradan ayrılmadan da nihai kararınızı verin. Şüphesiz ki sözlerin en güzeli, en doğru olanıdır.”3
İlk söz alan Hz. Bera İbn-i Ma’rûr
Hz. Abbas’ın bu konuşması üzerine yaşanan derin sessizliği Bera İbn-i Ma’rûr bozdu. Topluluk adına söz alarak herkesin ortak ve samimi duygularına şu kısa ve net cümlelerle tercüman oldu: “Ey Abbas! Biz senin dediklerini dinledik ve anladık. Vallahi, bizim, içimizde seslendirmediğimiz başka bir niyetimiz olsaydı şimdi onu da söylerdik. Lakin biz verdiğimiz sözlere sadık kalacak ve Allah Resûlü’ne karşı vefalı davranacağız. O’nu koruma adına canlarımızı ortaya koyacağız.”4 Ardından Allah Resûlü’ne döndü ve “Buyur Ya Resûlallah! Hem kendin hem de Rabbin için bizden isteyeceğin her şeyi iste, hazırız!” dedi.5
Bunun üzerine Allah Resûlü, onlara bir miktar Kur’ân okudu. Sonra onları, Allah’a imanda derinleşmeye davet ve İslam’ı yaşamaya teşvik ederek bir araya gelme maksatlarını açtı. Yine Hz. Bera İbn-i Ma’rur iman ve tasdikle Peygamberimizin davetine icabet ederek, “Ey Allah’ın Resûlü! Beyatleşelim. Zira biz, silah kullanmayı iyi bilen bir topluluğuz. Bunu da atalarımızdan miras almışız.6 Fakat biz size hangi konularda söz verecek beyatleşeğiz!?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz onlara, “İyi ve kötü günlerinizde de dinleyip itaat edeceğinize, bollukta da darlıkta da infakta bulunacağınıza, her zaman iyiliği emredip kötülüğü nehyedeceğinize, Allah hakkında doğruyu dile getirme hususunda kınayanın kınamasına aldırış etmeyeceğinize, Yesrib’e size geldiğimde, canınızı, kadınlarınızı ve evlatlarınızı koruduğunuz gibi beni de koruyacağınıza dair sizden beyat taleb ediyorum.”7
İkinci Akabe beyatında ilk beyat eden sahabî
Allah Resûlü’nün bu cevabı üzerine Hz. Bera İbn-i Ma’rûr hemen Efendimiz’in elini tutarak “Evet!” dedi. “Seni Hak ile Nebi olarak gönderene yemin ederiz ki, ailelerimizi koruduğumuz gibi Seni de mutlaka koruyacağız. Bizimle beyatleş! Dediğim gibi biz harp ehliyiz. Silah kullanmayı biliriz. Bunu atalarımızdan miras almışız.”
Bunun üzerine Hz. Abbas, Peygamberimizin elini tuttu ve “Şimdi sizden yaşı büyük olanları öne çıkarın. Sizin yerinize onlar bizimle konuşsunlar. Zira döndüğünüzde kavminizin size bir kötülük yapmasından korkarız. Bir de beyat bitince de hemen kaldığınız yerlere dağılın, burada durmayın!” dedi. Bunun üzerine Hz. Bera bin Ma’rûr hemen ileriye atıldı. Zaten Efendimiz’in elini daha yeni tutmuş bırakmıştı. “Ya Resûlallah! Elini uzatır mısın” diyerek elini uzattı. Peygamberimiz elini uzatınca o da mübarek elini tuttu8 ve beyatleşmeyi başlattı.
On iki Nakib’ten biri: Bera İbn-i Ma’rûr
Akabe’de beyat tamamlanmıştı. Peygamber Efendimiz onlardan dağılmadan aralarından on iki “Nakib” (temsilci/başkan) seçmelerini istedi. Hazreclilerden dokuz Evslilerden de üç temsilci seçildi. Hz. Bera, kavmi arasında sevilen ve ağırlığı olan bir kimseydi. Bundan dolayı Hazrec’in Selimeoğulları kolundan seçilen temsilci Bera İbn-i Ma’rûr oldu.9 Kendi aralarında on iki sorumlu seçip isimleri bildirince Efendimiz de Hz. Es’ad İbn-i Zürare’yi onların başına, baş nakib olarak tayin etti. Sonra da nakiblere şöyle söyledi: “Sizler, havarilerin Hz. İsa (aleyhisselam) için kefil olması gibi başkaları için kefilsiniz. Ben de kavmim (müslümanlar) adına kefilim.”10
Hz. Bera İbn-i Ma’rur, yine söz hakkı aldı ve ayağa kalkarak veciz bir konuşma yaptı: “Bize büyük bir lutüf olarak Muhammed’i gönderen Allah’a sonsuz hamdolsun. Yine Allah’a çok şükürler olsun ki biz O’na ilk icabet edenlerden olduk. Yine biz Allah’ın ve Resûlü’nün davetini işittik, ona icabet ettik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Eğer siz bu dinin emirlerine ve nehiylerine kulak verir Rabbinize itaat eder şükre devam ederseniz Allah da bu dinle size büyük bir ikramda bulunur. Onun için Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.”11
Kâbe’ye doğru defnedilen ilk sahabî
Medine’ye döndükten sonra Hz. Bera bin Ma’rûr, ağır bir hastalığa yakalandı. Beyatinden iki ay sonra ve Efendimiz’in hicretinden bir ay önce vefat etti. Vefat etmeden önce ailesine kendisini Kâbe istikametine doğru defnetmelerini vasiyet etti. Onlar da bunu yerine getirdiler. Allah Resûlü, Medine’ye hicret edince kendisine Hz. Bera’nın ötelere göç ettiğini haber verdiler. O da ashabından bir grupla kabrini ziyaret etti ve üzerine cenaze namazı kıldırdı. Ardından da onun için: “Allah’ım! Onu bağışla, ona merhametinle muamele et ve ondan razı ol” diye dua etti. Duasını bitirdikten sonra özellikle yakınlarına ve ashabına, “Nitekim (Rabbimiz) öyle de yaptı!” buyurarak büyük bir müjde verdi.12
Böylece Hz. Bera, ilk defa namazlarında Kâbe’ye yönelen, ikinci Akabe beyatında ilk defa bey’at eden, ilk defa kıbleye karşı defnolunan ve ilk defa Peygamberimizin üzerine cenaze namazı kıldığı ve kıldırdığı kimse olma gibi şereflere nail oldu.
İlk defa malınının üçte birini bağışlayan sahabî
Onun, hayatındaki ilklerden birisi de vefat etmeden önce malının üçte birini Allah Resûlü’nün tasarrufuna tahsis edilmesini vasiyet etmesidir. Peygamber Efendimiz Medine’ye geldiğinde onun bu vasiyetini kabul etmiş sonra da bu malı tekrar evlatlarına geri vermiştir.13
Allah Resûlü Bera İbn-i Ma’rûr’un ailesini ziyarette
Peygamber Efendimiz ashabını zaman zaman evlerinde ziyaret eder, onların hal ve hatırlarını sorardı. Maddi ve manevi ihtiyaçlarının giderilmesinde onlara yardımcı olurdu. Hz. Bera bin Ma’rûr‘un vefatının üzerinden 18 ay geçmişti. Oğlu Bişr de babasıyla beraber ikinci Akabe beyatında hazır bulunmuştu. Hanımı Hz. Huleyde ve kızları Mübeşşir, Hind, Sülafe ve Rebab da Efendimiz Medine’ye hicret ettiğinde beyat etmişlerdi.14 Bütün fertleri İslam ile müşerref olmuş asil bir aileydi.
Hicretin ikinci yılı Şaban ayının on beşinci günüydü. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Benî Selime yurduna bu aileyi ziyaret için gelmişti. Hz. Huleyde Efendimiz’in gelişine çok sevinmiş ve ona yemek hazırlamış, ikram etmişti. Bu arada öğlen namazının vakti girince Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), evin hemen yanı başında olan mahalle mescidinde bir grup ashabıyla birlikte namaza durmuştu. Peygamberimiz namazın iki rekatını kıldırmış, üçüncü rekatına kalkmıştı ki kendisine kıblenin Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye doğru çevrildiği emri bildirildi. O da Rabbinden aldığı bu emir üzerine yönünü Kâbe’ye doğru çevirmiş, ashabı da O’nu takip etmişti.15
Kıble değişikliğini bildiren ayetlerin, Efendimiz’in Hz. Bera bin Ma’rûr‘un ailesini ziyareti esnasında orada namaz kılarken gelmesi önemli bir tevafuktur. Zira Hz. Bera’nın ömrü, Müslüman olduktan sonra aylarca özlemini çektiği Kâbe’nin kıble oluşuna vefa etmemişti. Fakat böyle bir değişime onun hanesi ev sahipliği yapmıştı. Bu da hem onun hem de ailesi için büyük bir ikramdı.
İşte tevafuktaki bu kerameti ve ikramı gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), namazdan sonra Hz. Bera’nın hanımı ve ashabından bir grupla Hz. Bera’nın kabrinin bulunduğu yere geldi ve tekbir getirdi. Daha önce Mescid-i Aksa’ya doğru kıldırdığı cenaze namazını bu kez Kâbe’ye doğru kıldırdı.16
Sonuç
Hz. Bera İbn-i Ma’rûr, Müslüman olduktan sonra fazla yaşamadı fakat imanı, basireti ve ufku sayesinde Allah Resûlü’nün gönlünde önemli yer edindi. İkinci Akabe beyati öncesi yaptığı konuşmalarla kararlılığını göstermiş ve çevresindekileri motive etmişti. Burada attığı adımlar ve yaptığı değerlendirmelerle onlara ufuk kazandırmış ve beyata öncülük yapmıştı. O bu adımlarıyla Yesrib’in imanın ve hicretin yurdu olması adına tarihi bir misyon eda etmişti. Daha yeni Müslüman olduğu günlerde bile Kâbe’ye sırtını dönmeme hassasiyetine binaen, Efendimiz’e soracağı ana kadar namazlarını Kâbe’ye doğru kılması da onun derin bir iman ve geniş bir tefekkür ufkuna sahip olduğunu göstermekteydi. Hatta bu yönüyle onun mülhemûndan olduğu da söylenebilir.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, s. 107
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, III/322, 323, 340; Hakim, Müstedrek, II/624-625
- İbn-i Hişâm, Sîre II/67; İbn-i Sa’d, Tabakât I/161
- İbn-i Sa’d, Tabakât, I/161
- İbn-i Hişâm, Sîre II/67
- Kaynaklarda ilk öne çıkıp davete icabet edenin Ebu’l-Heysem et-Teyyihani olduğu da belirtilmektedir.
- Beyhaki, Delâil, II/443
- İbn-i Sad, Tabakât, I/161
- İbn-i Hacer, el-İsâbe, s. 139
- İbn-i Sa’d, Tabakât, I/162
- İbn-i Sa’d, Tabakât, III/460
- İbn-i Sa’d, Tabakât, III/461
- İbn-i Sa’d, Tabakât, III/461; İbn-i Hacer, el-İsâbe, s., 139
- Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, III/460
- İbn-i Sa’d, Tabakât, I/176
- Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât, III/460