Kur’ân ve Sünnete Göre Yardımlaşma ve Dayanışmanın Kazandırdıkları (2)

468

Yardım Edene/Dayanışma İçinde Olana Yardım Edilir

Yardımlaşma (infak), rızkın kapılarını açar, fert ve toplumları ekonomik darboğazlardan çıkarır. Allah rızası için fakiri ve ihtiyaç sahiplerini gözetenlere bir kudsî hadiste Allah Resûlü Rezzâku zülcelâlin şöyle hitap ettiğini buyurur: “Ey Âdemoğlu! sen infak et, ben de sana infak edeyim!”1 Bu hadise göre bütün çeşitleriyle infak, yardımlaşma ve dayanışma Allah’ın kullarına ihsanlarının kapısını açar ve bollaşmasına vesile olur. Onun için mümin verirken gönülden, inanarak ve mükâfatını sadece Allah’tan bekleyerek verir. Allah Resûlünün kendisine verdiği “Sayma ve sayarak verme! Yoksa Allah da sana sayarak verir.”2 ilkesini daima dikkate alarak verir.

Allah Resûlü bir taraftan verene verileceğini müjdelerken diğer taraftan sebebi ne olursa olsun vermeyip cimrilik yapan kimseyi bekleyen tehlikeyi de şöyle haber verir: “Kulların sabaha eriştiği her gün (yeryüzüne) iki melek iner. Bu iki melekten biri, ‘Allah’ım! Malını hayır yolunda harcayan kişiye (harcadığı malın yerine) yenisini ver.’ der. Diğeri de ‘Allah’ım! Malını (hayır yollarında harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin malını telef et.’ der.”3

O, yine bir başka hadislerinde ise ashabına “Size ancak zayıflarınız sebebiyle yardım ediliyor ve rızık veriliyor değil mi!”4 diye sorar ve rızkı celbeden önemli bir vesilenin ekonomik açıdan zayıf kimselere sahip çıkmak olduğu hakikatini ders verir. Dolayısıyla muhtaçlara yardım etmek insana rızkın kapılarını açan, kıtlığı ve piyasalardaki iktisadi daralma ve sıkışıklığı giderecek olan etkili bir yöntemdir.

Aksi takdirde insan kardeşlerini maddî-manevi açlık ve ihtiyaçları içerisinde yalnız bırakanlar önlerine çıkan sarp yokuşları aşamayacaktır:

“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi? Fakat o, sarp yokuşu aşamadı/geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek, köle azat etmektir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.”5

Yardım Eden/Dayanışma İçinde Olan da Allah Yolundadır

Herhalükârda insanların ihtiyaçları için koşturanlar zahiren bir fakirin ihtiyacını gidermek için çalışıyorlar sanılsa da asıl onlar da Allah yolunda ve ibadet halindedirler. Allah Resûlü dul bir kadına yardım etmeye çalışan bir kimse üzerinden bu gerçeği şöyle anlatır: “Dul bir kadının ve fakirin işleri için koşturan kimse, Allah yolunda cihat eden yahut geceyi namazla gündüzü oruçla geçiren kimse gibidir.”6

O, yine bir başka kudsî hadislerinde ihtiyaç sahiplerine sahip çıkanların Allah yolunda olduğunu şu çarpıcı ifadelerle anlatır: “Allah (celle celâluhu) kıyamet gününde şöyle buyurur:

‘Ey âdemoğlu! Hastalandım fakat sen beni ziyarete gelmedin.’ Bunun üzerine insan, ‘Sen alemlerin Rabbi iken ben Seni nasıl ziyaret edebilirdim ki?’ der. Allah, ‘Falan kulum hastalanmıştı. Ancak sen ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Bir de ey âdemoğlu! Bir defasında beni doyurmanı istedim fakat sen beni doyurmadın.’ buyurur. Âdemoğlu, ‘Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim?’ der. Allah Teâla, ‘Falan kulum senden yiyecek bir şeyler istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, yaptığın iyiliğin karşılığını benim katımda bulacağını bilmiyor muydun? Ey âdemoğlu! Bir de senden bir defasında su istedim, fakat sen bana bir bardak su vermedin.’ Âdemolu, Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben nasıl sana su verebilirdim.’ Allah Teâla ona ‘Falan kulum senden su istedi, sen ise vermedin. Eğer ona su verseydin, onun sevabını katımda bulacağını bilmez misin?’ buyurur.”7

Hadiste açıkça görüldüğü üzere ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmak, onlara destek olmak insanı Allah’ın rızasına götüren bir yoldur. Zira Allah’ın lütuf ve ikramlarını, rahmetini ve hoşnutluğunu celbedecek önemli bir vesile de bu salih amellerdir. Bu açıdan ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşan kişiler her zaman Allah yolundadır. Onlar, aciz ve muhtaçlara gösterdikleri ilgi, şefkat ve verdikleri destek ölçüsünde O’nun rahmet, inayet ve rızasına kavuşurlar.

Tabiatıyla bu ve emsali fırsatlar kaçırmamalı, bu tür hayırları yapanlar Allah yolunda hizmette olduklarını bilmelidirler. Bu noktada kul, kime yardım ettiğini ve ihtiyacını ya da bir sıkıntısını giderdiğini değil, kimin emrini yerine getirdiğini düşünmelidir. Zahiren gittiği yol fakirin/yoksulun yolu ama niyeti Allah için bir muhtacın ihtiyacını görmek olduğu için hakikatte o Allah yolundadır. Kaldı ki kendisini bu yola sevk ederek böyle bir salih amel işlemeye muvaffak kılan da Allah’tır.

Bundan dolayıdır ki hayatını bir ömür Allah yolunda yaşayan Rehber-i Ekmel Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mükafatları ashabının kaçırmasını istemediği gibi kendisi de istemez, kendinden bir şey istendiğinde asla hayır demezdi. Elinde ne varsa karşı tarafı razı edecek şekilde bol bol verir, yoksa da sahip olduğunda vereceğine dair vadeder,8 ve Allah yolunda korkmadan, cesurca vermek gerektiğini gösterirdi.

Yardımlaşma/Dayanışma Köprüler Kurar

İslâm’da yardımlaşma ve dayanışmanın önemli unsurları olan infak, zekât ve sadaka gibi farz ve nafile emirler zengin tabakalar ile fakirler arasında önemli bir köprü misyonu da eda eder. Bu açıdan Allah Resûlü zekât ibadetiyle ilgili “Zekât, İslâm’ın köprüsüdür.” buyurur.9 Aslında zekâtla ilgili bu hususiyet infak, sadaka vb. gibi bütün malî ibadetlerde de geçerlidir. Zira içtimaî hayatın esası olan birlik, beraberlik ve kardeşlik ancak bununla gerçekleşir.

Zengin içtenlikle fakire yardım edince fakir de ona karşı büyük bir hürmet besler; zengin tabakanın bu merhameti fakir topluluklarda sevgi ve saygıya dönüşür. Kendisine el uzatılan fakir kıskançlık ve ona bağlı olarak içinde gelişen düşmanlık duyguları yerine kendisine yardım edenleri korumayı düşünür. Dolayısıyla bu yakınlaşma, yardımlaşma ve dayanışma üzerinden yürütülen ilişki, emniyet, asayiş ve nizamın tesis edilmesine ve devamına büyük katkı sunar. Aksi takdirde iki sosyal tabaka arasındaki oluşan uçurum fakirleri servet düşmanlığına sevk edeceğinden, ortaya çıkan sınıf çatışmaları bir milleti parçalanmaya kadar götürür.

Bu manada Bediuzzaman meseleyi emniyet ve güvenlikle ilgili ele alır ve şöyle der: “Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi zekât da İslâm’ın köprüsüdür. Demek birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden ilahî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.”10

Dolayısıyla infak ve zekât başta olmak üzere bütün malî ibadetlerde fertleri ve farklı sosyal tabakaları kaynaştıran ve birbirine kenetleyen özelliklerin yanında onları kötü duygu ve düşüncelerden arındıran ve sonuçta toplumda suç oranlarının minumuma indirilmesine katkı sunan pek çok hususiyet vardır. Bu yönüyle her çeşitiyle yardımlaşma ve dayanışma zenginle fakir arasında bir sevgi ve saygı köprüsüdür.

Sonuç

– İslam’da infak, zekât ve sadaka gibi bütün malî ibadetler, yardımlaşma ve dayanışmayı tesis eder. İnsanlar arasında sevginin ve saygının oluşmasına, birlik ve beraberliğin gelişmesine vesile olur. Yaptığı yardım ve verdiği destekle fakirlerin mutlu ve huzurlu olduğunu gören zengin, sahip olduğu zenginlik içerisinde farklı bir mutluluk duyar. İhtiyaç sahipleri ise kendilerine sahip çıkan bu zenginlere karşı istenmeyen duygular yerine hürmet duygularını geliştirir ve onların muhafızı olurlar.

Servet sahiplerinin düşmanı değil en yakın dostu olurlar. Bu manada zekât vb. ibadetler, toplumda birlik-beraberliğin, yeryüzünde ise insanlığın tohumlarıdır.

– Yaratılışı gereği hemcinsleriyle bir arada yaşamak zorunda olan insanoğlu için yardımlaşma ve dayanışma İslâm’ın emri olmasının yanında aslında tabiatının da bir emri yani gereğidir.

– Her fert, içinde yaşadığı toplumun bir üyesidir ve o toplumun çocuğudur. İçinde bulunduğu maddî-manevî imkânlar ve içtimâî statüsü ne olursa olsun zihni, şuuru ve ruhu, çevresindeki örf, adet ve geleneklerin, aldığı eğitimin ve içinde neşet ettiği kültürün tesirine göre şekillenir. Yardımlaşma ve dayanışmanın hâkim olduğu ortamlarda doğan ve büyüyen kimseler bu kültürü miras aldıkları gibi geleceğe de miras bırakırlar.

Yardımlaşma ve dayanışma, fedakârlıktan öte sosyal bir sorumluluktur. Aksi taktirde toplumun fertlerinin kaynaşması, kenetlenmesi; tek vücut ve tek yürek haline gelmesi mümkün değildir. Zira yardımlaşma ve dayanışma ile bir toplumun fertleri arasında kurulan güçlü bağlar, herkesin ruhuna güven verir, kardeşlik duygularını yerleştirir/geliştirir; bireylere kendilerinin yalnız olmadığını hissettirir.

– Bir toplumun gücünü, değerini ve gerçekten millet olup-olmadığını/olup-olamayacağını, onun yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerine/fedakârlıklarına ve bu konuda ne kadar kurumsallaştığına bakarak ölçmek mümkündür.

Yardımlaşma ve dayanışması tam ve bunu kurumsal yapılara dönüştürebilmiş milletlerin fertleri her zaman daha kendine güvenen ve güven veren, daha girişimci ve daha cesurdur. Zira o, her zaman milletini arkasında hisseder ve ona göre daha güçlü ve etkili hamleler yapar. Tabiatıyla tıkandığında millet ve devletini her zaman arkasında bilen kimsenin gücü ve yapabilecekleri sadece kendi güç ve imkanlarıyla sınırlı değildir.

– Ayet ve hadislerde iyiliklerin sevabı genellikle bire on olarak ifade edildiği halde Allah yolunda infakın/yardımlaşmanın ve dayanışmanın mükâfatının bire yedi yüz oluşu11 bunun diğer ibadetlerden hem daha zor hem de daha faziletli olduğunu gösterir.

– Kur’ân ve Sünnette, zengin Müslümanların mallarında fakirlerin ve yoksulların haklarının olduğunun belirtilmesi12 onların özürleri sebebiyle çalışamayan ya da çalışsa da ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselere yardımda bulunmakla sorumlu olduğunu gösterir. Bu yükümlülük onlardan başlayarak devleti idare eden yetkili kurum ve kişileri de içine alır.

– İslâm, yardımlaşmayı ve dayanışmayı ve bu istikamette yapılan bütün fedakârlıkları sadece beşerî ve dünyevî bir muamele olmaktan çıkarır ve onu salih bir amel olarak fazileti yüksek ibadetler arasında sayar. Kur’ân ve Sünnet bu yaklaşımıyla onu, insanın nefsini ve bencil duygularını tatmin vasıtası haline getirmekten uzaklaştırır ve sırf Allah rızası odaklı ve insanı yaşatma merkezli itikadî ve ahlakî bir muhtevaya oturtur. Bundan dolayıdır ki Kur’ân, mallarını gösteriş ve reklam için veren kimselerin bu davranışlarının Allah katında bir değer taşmadığını/taşımayacağını beyan eder. Bunun yanında gerçekten iyiliğe ulaşmak isteyenlere de yardımlarını sırf Allah’ın rızası için ve muhataplarını asla ezmeden/incitmeden yapmaya davet eder.13

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Buharî, Nafakât,1 (5352)
  2. Buhârî, Zekât 21 (1433); Müslim, Zekât 29/88 (1029)
  3. Buharî, Zekât 27 (1442); Müslim, Zekât 18/57(1010)
  4. Buharî, Cihad 76 (2896)
  5. Beled, 90/8-16
  6. Buharî, Nafakât1 (5353)
  7. Müslim, Birr 43 (2569)
  8. Bkz. Müslim, Fedâil 14/56 (2311-2314)
  9. Beyhâkî, Şuabu’l-İman, III/20, (3038); Heysemî, Zevâid, III/65
  10. Bkz. Said Nursî, İşârâtu’l-i’câz, Bakara Sûresi 3. Ayetin tefsiri
  11. Bkz. Bakara Sûresi, 2/261
  12. Bkz. Zâriyât Sûresi, 51/19; Meâric Sûresi, 70/24, 25
  13. Bkz. Bakara, 2/264; Maide, 5/2; Leyl, 92/17-20
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.