Varaka ve Yolun Kaderi

986

Mekke’de ilk vahyin nuzûlü haberine sevinecek birisi daha vardı ve Hatice de, hiç vakit kaybetmeden amca oğlu Varaka İbn Nevfel’in yanına koştu. Kerim zevcinin anlat­tıkla­rını anlattı bir bir Varaka’ya!.. Her bir ifadesi, Varaka’nın dünyasında fırtınaların kopmasına sebep oluyordu. Bir noktaya gelince dayanamadı ve:

– Kuddûs!.. Kuddûs,1 diye haykırmaya başladı yaşlı bilge. Ardın­dan da ilâve etti:

– Varaka’nın nefsi yed-i kudretinde olana yemin ol­sun ki, şayet bana anlattıkların doğruysa ey Hatice! Bu gelen, Musa ve İsa’ya gelen Nâmûs-u Ekber’dir. Ve şüphesiz ki O da, bu ümmetin Nebi’sidir. Git ve bunu O’na söyle, olduğu yerde sebat etsin.2

Demek ki, toprağın altındaki tohum çatlamış ve artık filiz verme yoluna girmişti. Beklenen an gelmişti ve insanlığın makûs talihi değişmeye başlamıştı. İnsanlığın yönünü değiştirecek bu olayı, bir de vasıtasız dinlemek gerekiyordu ve yine Hz. Hatice’nin delaletiyle, Kâbe’nin avlusunda buluştular çok geçmeden. Yaş farkı, itaate engel değildi ve önce Allah Resûlü’nün alnından öptü yaşlı Varaka…

– Ey kardeşimin oğlu! İşitip gördüğün şeyleri bir de bana anlat, dedi merhamet dilenircesine…

Allah’ın son Nebisi, başından geçenleri anlatmaya başladı bir bir Varaka’ya, vasıtasız ve perdesiz olarak… Duyduğu her bir söz, kulağına ilişen her bir kelime, ruh dünyasında fırtınalar koparıyor ve halden hale giren Varaka, ayrı bir he­yecan yaşıyordu. Zira yıllardan beri, kavuşma hasretiyle yandığı ve sadece satırlarda okuyarak geleceği günü can u gönülden beklediği Müjde, o an ya­nında duran şahıstan başkası değildi. Allah Resûlü’nün sözleri bitince, bu sefer Varaka’nın dili çözülecek, aradığını bulmuş bir gönlün heyecan ve titreyen bir ses tonuyla şu tarihî cümleleri söyleyecekti:

– Nefsim, yed-i kudretinde olana and olsun ki Sen, bu ümmetin Nebisi’sin. Daha önce Musa’ya gelen Nâmus gelmiş Sana. Unutma ki Sen, bu sebeple yalancılıkla itham edilecek, eziyet ve işkencelere maruz kalacak ve akla gelmedik düşmanlıklarla karşılaşacaksın. Keşke ben o gün genç olsaydım, yaşıyor olsaydım da, kavminin Seni çıkarıp yurdundan kovacakları güne yetişip, o gün Sana destek verseydim.

Teselli için gidilen kapıda duyulan sözler gerçekten dikkat çekiciydi; evet, gelecek umut doluydu. Ancak bu umut, öyle kolay elde edilecek gibi de görünmüyordu; işin ucunda O’nu, mihnet, sıkıntı ve çile dolu günler bekliyordu.

Resûl-ü Kibriyâ da, şaşırmıştı. Belli ki, bu ihtiyarın da­ha bildiği çok şey vardı. Merak dolu bir ses tonuyla sordu Varaka’ya:

– Kavmim beni çıkaracak mı?

Gelen cevap, sadece sorunun cevabını ihtiva etmiyordu; daha genel ifadelerle hem O’nun başına gelecekleri sıralıyor hem de adeta O’ndan sonra aynı çizgide yürüyeceklerin yaşayacağı bütün mukaddes göçlerin sebebini açıklıyordu:

– Evet.. Seni de çıkaracaklar. Zira Senin getirdiğin hakikatle gelen hiçbir insan yoktur ki, yurdundan çıkarılmış, vatanından ayrı bırakılmış olmasın!..3


Dipnot:

  1. Varaka İbn Nevfel’in taaccüp dolu sözleri, başka bir rivayette, ‘Subbûh! Subbûh!’ şeklindedir. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 2/73
  2. Mâverdî, A’lâmü’n-Nübüvve, 1/275
  3. Bkz. Buhâri, Sahîh, 1/4 (3); Müslim, Sahîh, 1/97, 98
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.