Son Umut

195

Kureyş’in önde gelenleri yanından ayrılınca Ebû Tâlib, yeğenine döndü ve yılların tecrübesiyle şunları söyledi O’na:

– Vallahi de ey kardeşimin oğlu! Onlardan imkansız bir şey istemedin!

Efendiler Efendisi’ni ümitlendiren bir cümleydi bu. Nihayet, yıllar sonra amcası da İslâm’a geliş emaresi göstermiş; iman adına bir kapı aralamıştı. Her fırsatı değerlendirmek isteyen müşfik Nebi, büyük bir ümitle ona yöneldi; bunca zaman kendisine kol ve kanat geren biricik amcasının, iman adına mesafe alamadan gitmesine gönlü bir türlü razı değildi:

– Ey amca! Peki, onu sen söyle ki, kıyamet gününde ben de onunla sana şefaat edebileyim, dedi.

Kendini, insanların imanını kurtarmaya adamış bir ruh için bu, elbetteki çok önemli bir fırsattı; amcasının, gelip de iman etmesini o kadar gönülden arzuluyordu ki! Ancak iman işi, bir nasip meselesiydi; peygamber bile olsa insan, Allah dilemedikçe kimseyi hidayet üzere sabit tutamaz ve dilediğine bu yolu ayrıcalıklı hâle getiremezdi. Zira, vahiy de aynı şeyleri söylüyordu:

– Şüphe yok ki Sen, dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin; lakin ancak Allah dilediğini doğruya hidayet eder.1


Dipnot:

  1. Bkz. Kasas, 28/56
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.