Sa’d İbn-i Ebî Vakkas’ın Huzura Koşuşu

547

Bütün bunlar, neyi değiştirirdi ki? İman gibi bir değerle buluştuktan sonra, hangi güç ve kuvvet insanın karşısına çıkar ve onu değerlerinden vazgeçirebilirdi? Kureyş’in kinine inat, iman dairesi çığ gibi büyümeye durmuş; hemen her gün huzur-u risalet, yeni katılımlarla şenleniyordu.

Ardı ardına bir yarış başlamıştı; bütün acıları unuttururcasına, yeni doğumlar yaşanıyordu. Başka gün de, bir başka genç ve dinamik insan Sa’d İbn Ebî Vakkas’la1 şenlendi huzur-i risalet… Bunların hepsi de, can ciğer arkadaşıydı Hz. Ebû Bekir’in; o, kendini ortaya koymuş ve ellerinden tutarak huzura getirmişti teker teker…

Sa’d İbn Ebî Vakkâs, henüz İslâm’la tanışmadan önce bir gün rüyasında kendisini, zifiri karanlık bir gecede görmüştü. Göz gözü görmeyen bir geceydi. Bu hâl devam ederken ansızın bu karanlık geceye bir dolunay doğuverdi. Önünde ışıktan bir yol beliren Sa’d, ışığı takip ederek yürümeye başladı. Bir de baktı ki, önünde Zeyd İbn Hârise, Ali İbn Ebî Tâlib ve Ebû Bekir vardı. Onlara döndü ve sordu:

– Sizler buraya ne zaman geldiniz?

– Yeni geldik, diye cevapladılar. Bunun üzerine uykudan uyanan Hz. Sa’d, aradan günler geçmesine rağmen ne zifiri karanlık geceyi ne bu dolunayı ne de önünde yürüyen isimleri unutabildi. Nihayet bir gün, Allah Resûlü’nün gizlice insanları İslâm’a davet ettiğini duymuştu. Gidip, Ecyâd denilen mevkide buldu O’nu. İkindi namazını kılıyordu. Namazını bitirir bitirmez de yanına yaklaştı ve hemen oracıkta Müslüman oluverdi. Bu sırada o, henüz on dokuz yaşlarındaydı.2 Efendiler Efendisi ile anne tarafından akraba oluyordu. Bunun için kendisine, ‘dayım’ der ve “Böyle dayısı olan varsa gelsin beriye!” diye de iltifat ederdi.3

Hz. Sa’d, Müslüman olmuştu olmasına, ama annesi problem çıkarıyordu. Sa’d ise, anne ve babası konusunda çok hassas bir yapıya sahipti; gönüllerini kırmamak için üzerlerine titrer ve bir dediklerini iki etmemeye çalışırdı. Onun bu tavrını iyi bilen annesi, önce:

– Ey Sa’d! Bu yeni ortaya çıkardığın din de ne, diye tepki göstermiş; ardından da:

– Ya sen bu dinini terk edersin ya da ben, ölünceye kadar ne yer ne de içerim. O zaman da senin halk nezdindeki konumunu sen düşün, diyerek üzerinde manevi baskı kurmaya çalışıyordu. Annesini kırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu; ama annesinde zerre miktar bir yumuşama emaresi görülmüyordu:

– Ey anneciğim! Ne olur böyle davranma! Çünkü ben, dinimi terk edecek değilim, diye cevap verdi.

Böylece aradan bir gece bir de gündüz geçmişti; ama Sa’d’ın annesi ne bir yudum su ne de bir lokma ekmek almıştı. En az Sa’d kadar, annesi de ciddi görünüyordu. Ertesi sabah olmuştu ve annesinde hâlâ değişen bir şey yoktu. Ancak, beri tarafta bir değişiklik vardı; sema dile gelmişti ve Cibril-i Emîn, “Anne ve babaya itaatin bir esas olduğunu, ancak bunun, Allah’a isyan anlamına asla gelmemesi gerektiğini, bu kerteye geldiği yerde ise, itaatin söz konusu olamayacağını”4 anlatıyordu. Şimdi rahatlamıştı Sa’d. Artık ne yapacağını biliyordu ve annesinin yanına gelerek bütün kararlılığıyla:

– Vallahi de ey anneciğim! Şayet senin bin tane canın olsa ve sen, her gün bunlardan bir tanesiyle ölüp gitsen bundan dolayı ben dinimi terk edecek değilim, deyiverdi.

Normal şartlarda onun gibi yufka yürekli birisinin asla söyleyemeyeceği sözlerdi bunlar. İşin burasında hiç beklenmedik bir şey oldu ve oğlunun kendisinden daha kararlı olduğunu gören Hz. Sa’d’ın annesi, yeme ve içmeye karşı başlattığı orucunu bozup yemek yemeye başladı.5 Hz. Sa’d, vahyin aydınlatan tayfları altında adım atmanın semeresini toplamaya hemen oracıkta başlamıştı bile.


Dipnot:

  1. Müslüman olduğunda Hz. Sa’d’ın yaşı, on altı veya on yedi idi. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 3/139
  2. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 1/266; İbn Sa’d, Tabakât, 3/139; Taberî, Tarih, 2/216; İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 2/292
  3. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 2/216
  4. Bkz. Lokmân, 31/15
  5. Bkz. İbn Hacer, İsâbe, 2/31; Halebî, Sîre, 1/280
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.