Peygamber Efendimiz’in (sav) Çocuklarını Yetiştirmesi (1)

1.449

Göz nuru, gönül süruru çocuklar, Allah’ın ailelere en büyük ihsanı. Yalnız bu ihsanın beraberinde getirdiği sevinç ve mutluluğa ilave bazı sorumluluklar da var ki bunlar, ruh ve bedenleri, fıtrat ve karakterleri, mahiyet ve istidatları, dünya ve ahiret hayatları/saadetleri dikkate alınarak en güzel ve hayırlı şekilde yetiştirilmeleri; ferdî ve sosyal hayatın maddi manevi hakkını verecek şekilde donanımlı hale getirilmeleridir: “Çocuklarınıza değer verip ilgileniniz ve onları güzelce terbiye ediniz.1

Hem sevgide dengenin tutturulması hem de sorumlulukların hakkıyla yerine getirilmesi boyutuyla çocuklar, aynı zamanda büyük bir imtihan vesilesidir:

“Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise âhirette Allah nezdindedir.”2

Bu sorumlulukları yerine getirme adına gerekli gayreti, fedakarlığı ve planlı faaliyeti sarf etmeyenlerin hesap günü yakalarını kurtarma adına içine düşecekleri durumu Kur’ân şöyle haber verir: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.”3

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), “Hiçbir baba, evladına güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”4 buyurur ve bu işi layıkıyla yerine getiren babaların hem dünya hem de ahirette yüzlerini pırıl pırıl edecek, güleç hale getirecek ve sevinçle dolduracak bir iş ortaya koyduklarını beyan eder. Kur’ân ve Sünnet, bu sorumluluğu anne babaya yüklemekle kalmaz ve onlara, çocuklarını yetiştirmesi esnasında neleri hedeflemeleri, nelere dikkat etmeleri ve nasıl hareket etmeleri gerektiği ile alakalı bir yol haritası da sunar.

Ayrıca bir baba olarak Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), işin teorik yanları yanında pratikte bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirme adına en güzel örnekliği de ortaya koyar. Ve mü’min anne babalara, çocuklarını yaşadıkları çağın ve çevrenin şartlarını da dikkate alarak nasıl yetiştirebilecekleri hususunda rehberlik yapar.

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), peygamberliğinden on beş yıl önce evlenir ve bu arada biri erkek dördü kız beş çocuğu dünyaya gelir. Oğlu Kasım çok küçük yaşta vefat eder. Kızları Zeyneb, Rukayye, Ümmü Kulsûm ve Fatıma ise yaşar; O’nun terbiyesi altında büyür, yetişir ve kâmil birer insan haline gelirler. O, çocuklarına ilk eğitimini peygamberlik ile görevlendirilmeden önce; heva ve hevesin ilah edinildiği, hazza hitap eden şeylere ulaşma adına her türlü ahlaksızlığın, kötülüğün ve haksızlığın meşru görüldüğü, hayatın oyun ve eğlenceye indirgendiği bir çevrede, Cahiliye ortamında verir. Peygamberliği yıllarında ise ilahî mesaj çerçevesinde ve paralelinde sürdürür. Peygamberliğinden sonra dünyaya gelen iki oğlu ise çok küçük yaşta vefat eder. Bir baba olarak O’nun hayatına odaklandığımızda hem vahiy öncesi hem de vahiy sonrası çocuklarını nasıl yetiştirdiğini anlamamıza yardımcı olacak sayıda bilgi, beyan, uygulama ve yönlendirme ile karşılaşırız:

Rol Modellik ve Saadet Dolu Aile Yuvası

Anne ve baba, en yakın çevre olarak çocukların çoğu şeyi ilk kendilerinden gördüğü, tecrübe ettiği ve alıp karakter, kişilik, ahlak ve alışkanlık haline getirdiği kimselerdir. Nitekim peygamberlik yıllarında Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), çocuğun tertemiz bir fıtrata sahip olarak dünyaya geldiğini ve anne babasına göre ruh dünyasının şekillendiğini haber verecektir.5 Bu çerçevede O, çocuklarının karşısına ileride Cenâb-ı Hakk’ın “Ve sen pek yüksek bir ahlak üzerindesin!”6 buyuracağı ve tüm insanlığa örnek göstereceği7 çok yüce ahlaka sahip bir baba, ideal bir rol model olarak çıkar. Onları yetiştirme sürecinde bu durum, âdeta kolu kanadı olur. Zira O, bir insan/baba olarak iffet, izzet, adalet, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık ve yardımseverlik başta olmakla bütün şubeleriyle ahlakına, insanî ilişkilerine, muamelelerine ve yeme içmesine çok dikkat eder. Bu sayede çocukları, gece gündüz toplumdaki en temiz ve emin insan ile muhatap olma imkanını yakalar ve O’ndan, hemen her hususta iyi, güvenilir ve kâmil bir insan olma ahlakını alırlar.

Aynı şey çocuklarına annelik yapacak eşin tercihi noktasında da geçerlidir. O (aleyhissalâtu vesselâm), ahlakı, karakteri, ufku, dirayeti ve cesareti ile ön plana çıkan ve kadının hor görüldüğü bir toplumda herkesin kendisine saygı duyduğu bir konumda bulunan birisini; üstelik daha önce iki evlilik yapmış olmasına rağmen Hâdîce Bint-i Hüveylid’i eş olarak seçer. Bu isabetli tercihin meyvelerini, hemen her hususta olduğu gibi çocuklarının terbiyesinde de toplar. Zira çocuklarının karşısına çıkardığı anne de iradesi, duygu ve düşünceleri, hal, hareket ve ahlakıyla onların karakter ve kişilik gelişimlerine, iyi, faydalı ve donanımlı insanlar olarak yetişmelerine en müspet katkıyı sağlar. Böylesi bir evliliğin haneye getirdikleri ise sevgi, saygı, sadakat, nezaket, huzur ve mutluluk olur ki8 bu da O’nun çocuklarının yetişmesi adına doğup büyüdükleri evi en mükemmel ve mümbit bir çevreye dönüştürür.

Bu sayede çocukları, yaşadıkları evin her köşesinde insan sayısının çokluğuna ve işlerin yoğunluğuna rağmen sükûnet ve saadet soluklama imkânı elde eder. Çünkü sadeliğin hâkim olduğu bu evde herkes birbirine değer verir, birbiri için yaşar, kaygılanır ve koşuşturur. Sorumluluklarını büyük bir heyecan, aşk ve iştiyakla yerine getirir, birbirini incitmemek için kılı kırk yararcasına hassas davranır ve en önemlisi de birbirinin hak ve hukukunu ihmal ve ihlal etmez. Hira günleri az uzayınca yaşanan endişe, gönderilen adamlar, mesafeye bakılmaksızın evden Hira’ya götürülen azıklar bize bunu fısıldar. Ve herkes birbirini samimi bir şekilde sever, saygı duyar ve en önemlisi de bunu, iletişim ahlakına, beden diline, tavır ve davranışlarına yansıtır hatta takdir eder ve bu da çevredeki minik ve meraklı gözlerden kaçmaz ve göre göre gönüle işler.

Hira’dan büyük bir haber ve ürperti içerisinde yanına dönen kocasına, “Allah’a yemin olsun ki, O (azze ve celle) seni hiçbir zaman utandırmaz; zayi etmez. Zira sen akrabalık hak hukukunu gözetir, aciz olanların ağırlığını yüklenir, fakirlerin ihtiyaçlarını giderir, misafiri en güzel şekilde ağırlar ve hak yolunda halka yardım edersin.”9 sözleri, bu takdirin zihindeki varlığını ve en ihtiyaç duyulan anda nasıl dile getirildiğini gösterir.

Yine “Allah (celle celâlühû), bana ondan daha hayırlısını lûtfetmedi!…”10 “… yeryüzünün en hayırlı kadını ise Huveylid’in kızı Hadîce’dir!”11 gibi beyanlar; eline geçen bazı şeyleri, “Bunu falan kadının evine götürün; çünkü o, Hadîce’nin arkadaşıydı, Hadîce’yi çok severdi!” 12 şeklinde onun arkadaşlarına gösterilen vefa da bu takdirin karşılıklı olduğuna delalet eder.

Aileye ve yuvaya öylesine bir samimiyet ve saadet hakimdir ki annesi Su’dâ ile akrabalarını ziyarete giderken Kaynoğulları tarafından kaçırılıp Ukâz panayırında köle olarak satılan Zeyd İbn-i Harise’nin yolu bu haneye düşer. Hakîm İbn-i Hizâm onu satın alır ve Hadîce Bint-i Huveylid’e o da eşi Muhammedu’l-Emîn’e hediye eder. Hasret içerisinde her yerde Zeyd’i aramaya koyulan babası ve amcası, hac kafilesinden onun Mekke’de bir ailenin yanında olduğunu haber alır. Yavrularına kavuşma heyecanıyla vakit kaybetmeksizin yola koyulur ve geri almak için yüklü bir fidye teklif ederler. Fakat Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), bu teklifi kabul etmez ve tercihi, satın alınıp kendisine hediye edilen Zeyd’e bırakır. Zeyd, öz babasıyla gitmekte ya da O’nun yanında kalmakta serbesttir. Ve Zeyd, bu hanede köle olarak kalmayı, babasının yanına dönmeye, bu yuvada yaşamayı doğup büyüdüğü yurdunda yuvasında yaşamaya tercih eder.13

İşte O’nun çocuklarına sunduğu bu huzur dolu ve tamamen insanî değerlerle örgülü aile hayatı ve hane, onları yetiştirirken âdeta kendilerini eriştirmek istediği güzel ahlâkın çok yönlü ve bölümlü bir fakültesi gibidir. Eve, öylesine güzel bir muamele, iyilik, ihsan ve insanlık hakimdir ki bu, çevredeki her türlü dinî, fikrî ve ahlakî olumsuzluğa rağmen hane sakinlerini tepeden tırnağa bu değerlere aşık kimseler olarak yetişmesine yeter. Bu aileden Zeyneb ile evlenen Ebu’l-Âs, Kureyş’in aristokrat ve despot reislerinin her türlü baskısına ve “Muhammed’in kızını boşa seni Kureyş’ten istediğin kadınla evlendirelim!” tekliflerine ve kendisi de onlar gibi müşrik olmasına rağmen eşini boşamaz ve “Benim için Kureyş’in bütün kadınları bir yana Muhammed’in kızı bir yana!”14 karşılığını verir. Zira Hz. Zeyneb, babasından yüce bir ahlak ve karakter alır ve bunu, gelin olarak gittiği haneye, aile hayatına ve iletişimine taşır. İşte Ebü’l-Âs, kendisinde huzur ve insanlık bulduğu kendi ifadesiyle bu “en hayırlı eşi”15, ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemez. 

peygamberimizin çocuklarını yetiştirmesi evebeynin elinden tutan çocuk görsel

Sevgi ve Merhametle Kucaklama

Allah Resûlü’nde (aleyhissalâtu vesselâm) insan başta olmak üzere alemlere rahmet olarak gönderilmenin hakkını verecek bir şefkat, merhamet ve sevgi derinliği ve enginliği vardır ki bundan en fazla nasiplenenlerin başında çocukları gelir.16 Nitekim Hz. Enes İbn-i Mâlik (radıyallahu anh), “Aile fertlerine karşı O’ndan daha şefkatli olan hiç kimseyi görmedim.”17 der ve on yıl boyunca şahit olduğu bu hakikate ve manzaraya dikkat çeker.

O’nun evlatlarının doğumu karşısında yaşadığı tarifsiz sevinç, vefatları zamanı hissettiği derin hüzün ve döktüğü gözyaşları, ömürleri boyunca onlara duyduğu muhabbet, şefkat ve merhametin boyutlarını gösterir. Detaylı bilgi için sitemizde yayınlanan “Allah Resûlü’nün Can Kaybı İmtihanı” başlıklı makaleye bakılabilir.18

O, hayatlarının her aşamasında; bebekken öpme, koklama, bağrına basma, onlarla vakit geçirme, oynama; büyüdüklerinde her vesile ile sevgisini ifade etme ve gösterme, takdir etme, dertleriyle yakından ilgilenme, dinleme, adil davranıp ayrımcılık yapmama; evlendiklerinde ise sık sık evlerini ziyaret etme, varsa sorunlarına çözüm üretme ve doğumlarından vefatlarına kadar şiddetin hiçbir türünün zerresine başvurmama… şeklinde tezahürleri çeşitlense de çocuklarını sürekli bu erdemlerle sarıp sarmalar.19 Böylece sürekli samimi sevgi, şefkat ve merhametle muhatap olan çocuklar, babalarından bunları öğrenir ve ahlak edinirler.

Bir seferinde torunu Hz. Hasan’ı öper. O sırada yanında bulunan Akra İbn-i Hâbis, şaşırır ve “Benim on çocuğum var daha onlardan birisini bile öpmüş değilim!” der. Bunun üzerine Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), Akra’ya döner ve “Merhametle muamele etmeyene merhamet edilmez!” buyurur.20 Yine bedevî bir grup O’nun yanına gelir ve “Siz çocuklarınızı öper misiniz?” diye sorar. O, “Evet!” cevabını verince “Allah’a yemin olsun ki biz öpmeyiz.” derler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Allah, (katılığınız sebebiyle) sizin kalbinizden rahmeti aldıysa ben ne yapabilirim.”21 buyurur. Bunlar geçmişe dönük olarak O’nun çok düşkün olduğu ve üzerlerine titrediği çocuklarını, öpme başta olmakla nasıl ‘merhametin tezahürü olan davranışlarla’ kucakladığını gösterir.

Oturuşu kalkışı, hal, hareket ve ahlakı ile Allah Resûlü’ne en benzeyen kimsenin kızı Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ) olduğunu haber veren Hz. Âişe (radıyallahu anhâ), bu aileye dahil olduğunda Hz. Fâtıma (radıyallahu anh) on dokuz yaşındadır. Allah Resûlü’nün vefatına kadar hem O’nun kızına muamelesini hem de kızının O’na muamelesini daha yakından gözlemleme imkânı bulur ki aktardığı şu bilgi bize O’nun ile çocukları arasındaki karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bir de birbirlerine verdikleri değerin boyutunu gösterir mahiyettedir: “Hz. Fâtıma, O’nun bulunduğu meclise girdiğinde Allah Resûlü oturuyorsa heyecanla ayağa kalkar; kızını ayakta karşılar, ardından öper ve meclisinde O’nu en uygun yere oturturdu. Şayet Allah Resûlü, Fâtıma’nın bulunduğu meclise girerse Fâtıma ayağa kalkar; babasını ayakta karşılar, öper ve babasını oturması için en uyun yere buyur ederdi.”22

O’nun çocuklarını şefkat ve merhametle kucaklamasının bir yansıması da onları sahiplenmesidir. Mesela O, “Fâtıma benden bir parçadır, onu sevindiren her şey beni de sevindirir. Onu üzen her şey de beni üzer. Kim onu öfkelendirirse beni öfkelendirmiş olur. Onu kuşkulandıran beni de kuşkulandırır. Onu yoran beni de yorar.”23 buyurur. Kızının hissettiklerini hissettiğini; sevinç ve kederde maddi manevi kızının yanında olduğunu haber verir. Hiç şüphesiz yalnız olmadıklarını bilmek, hayat karşısında onların iradelerini biler, cesaretlerini artırır ve ümitlerini her daim canlı tutar.

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke’deki zulüm ve baskılardan dolayı ashâbını Habeşistan’a gönderme kararı alır. Hicret edenler arasında hamile kızı ve Hz. Osman’ın (radıyallahu anh) eşi Hz. Rukayye (radıyallahu anhâ) de vardır. Gönderir göndermesine ama gözü yollarda kalır; kızının selamette olduğu haberini alıncaya kadar haftalarca gözüne uyku girmez. Arkasından dualar eder ve o taraftan gelen her habere dikkat kesilir. Kızının selamette olduğunu öğrenince ne büyük mutluluk yaşar.

En büyük kızı Hz. Zeyneb’in (radıyallahu anhâ), Bedir’de esir düşen kocasını esaretten kurtarmak için gönderdiği gerdanlığı görünce iki yıldır hasretiyle yanıp kavrulduğu kızının azgın ve zalim Mekkeliler arasında daha fazla kalmasına gönlü razı olmaz ve damadından esaret fidyesi olarak onu yanına göndermesini talep eder ki bütün bunlar da yine onlara duyulan ve gösterilen şefkatin ayrı yansımalarıdır.

Sevgi ve şefkatle büyütülen çocuklar, içlerinde babalarına karşı sevgi, saygı ve şefkat büyütürler. En zor zamanlarında merhamet, cesarete dönüşür ve babalarının yardımına koşarlar. Hz. Fâtıma, babasına destek olmak için Uhud’a gelir; geri hizmetlerde bulunur ve babası yaralanınca yüzünü temizler, bir hasır parçasını yakar, küllerini yaraya bastırır ve kanamayı durdurur.24 Yine Hz. Fâtıma hastalığında Hz. Aişe’nin odasına babasını ziyarete gelir; eğilir ve babasını öper. O esnada babası kulağına çok geçmeden vefat edeceğini fısıldar ve o, hüzne gark olur. Bunun üzerine ilk onun kendisine kavuşacağını bildirir. Haber verilen erken ölüm de olsa çok sevdiği babasına kavuşma müjdesi karşısında bir anda hüzün yerini sevince; gözyaşları yerini gülücüklere bırakır. Bu da babaya duyulan sevgi ve merhametin derinliğine işaret eder.25

Dipnot:

  1. İbn-i Mâce, Edeb 3
  2. Enfal Sûresi, 8/28
  3. Abese Sûresi, 80/34-36
  4. Tirmizî, Birr 33; İbn-i Hanbel, Müsned 27/274 (16717)
  5. Bkz. Buhârî, Cenâiz 79; Müslim, Kader 6 (22/2658)
  6. Kâlem Sûresi, 68/4
  7. Bkz. Ahzâb Sûresi, 33/21
  8. Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 12 (75/2435, 77/2436)
  9. Bkz. Buhârî, Bed’u’l-Vahy 1 (3)
  10. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 41/356 (24864); Taberânî, Kebîr 23/13 (22)
  11. Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 12; Tirmizî, Menâkıb 61
  12. Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 20; Nikâh 108; Edeb 23; Tevhîd 32; Tirmizî, Menâkıb 61; Hâkim, Müstedrek 4/193 (7339)
  13. Bkz. Tirmizî, Menâkıb 39
  14. Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf 1/397
  15. Bkz. Belâzurî, Ensâb 1/397
  16. Tirmizî, Menâkıb 40
  17. Müslim, Fedâil 15 (63/2316)
  18. Makaleye gitmek için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/allah-resulunun-can-kaybi-imtihani/
  19. Bkz. Müslim, Fedâil 15 (63/2316); Tirmizî, Menâkıb 60
  20. Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fedâil 15 (65/2318); Ebû Dâvud, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12
  21. Müslim, Fedâil 15 (64/2317);  İbn-i Mâce Edeb 3
  22. Tirmizî, Menâkıb 60
  23. Konuyla alakalı farklı rivayetler toplu halde verilmiştir. Bkz. Buhârî, Fedâilu Ashâbi’n-Nebî 12, 16; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 15 (94/2449); Tirmizî, Menâkıb 60
  24. Buhârî, Vudû’ 179
  25. Bkz. Buhârî, Fedâilu Ashâbi’n-Nebî 12; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 15 (97, 98, 99/2450); Tirmizî, Menâkıb 60
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.