Medine’den Hareket

166

Artık gelen gelmiş ve sıra, İslâm ordusunun yola çıkmasına gelmişti. Resûlullah her kabileye sancak ve bayraklarını hazırlamalarını söylüyor ve onları savaşa teşvik ediyordu.

– Kişi, ayakkabıyla yola çıktığı sürece süvari gibidir, buyurarak ashâbını ayakkabı giymeleri konusunda teşvik ediyordu. Zira binecek bir hayvanı olmayanlar açısından, bu kadar uzun mesafelerin aşılabilmesi, ancak böyle mümkün olabilirdi!

Kendisinden önce hareket edenlere namaz kılma görevini de Hz. Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) vermiş, büyük sancağı da yine ona teslim etmişti.

Ve takvimlerin, Recep ayının bir perşembe gününü gösterdiği gün Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yerine Medine’de Hz. Ali’yi bırakarak1 otuz bin kişilik ordusuna hareket emri verdi. Ancak münafıklar, Hz. Ali’nin Medine’de bırakılmasını da dillerine dolayacaklardı; her adımda bir fitne kazanı kaynatıyor ve:

– Peygamber onu, küçümsediği ve yetersiz gördüğü için burada bıraktı, diyerek gündemi değiştirmek istiyorlardı. Maksatlarına ulaşmış, Hz. Ali’yi de tedirgin etmişlerdi ve bunu duyan Hz. Ali, Curf’a kadar koşup arkadan yetiştiği Allah Resûlü’ne durumu anlatacaktı. Kendisi gibi birisinin er meydanlarında olması gerektiğini söylüyor ve Sultan-ı Rusül’ün cephede koşturduğu bir dönemde, çoluk çocukla birlikte Medine’de oturmak istemediğini beyan ediyordu! Bunun üzerine ona dönen Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Yalan söylüyorlar, buyuracaktı. “Ben seni, Benden arka kalanlara, aileme ve kendi ailene zahîr olman için bıraktım; hem sen, Benim yanımda, Hz. Musâ’nın yanındaki Hz. Hârun gibi olmayı istemez misin ey Ali? Şu kadar var ki, Benden sonra peygamber olmayacaktır!”

Muhtemelen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, kendilerine merkez inşa eden ve gözünün içine baka baka yalan söyleyip de savaştan kaçan münafıklardan gelebilecek tehlikelere karşı uyanık kalması için özellikle Medine’de bırakıyordu ve talimatını alan Hz. Ali, yeniden Medine’ye geri dönecekti!

Yolda geri dönen bir grup insan daha vardı; bunlar, Uhud’da da oyun bozanlık yapan İbn Selûl ve arkadaşlarından başkası değildi! Aynı taktiği uyguluyor ve bilhassa Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl:

– Muhammed bugün, yokluk, sıcak ve bunca uzaklık dolayısıyla üstesinden gelemeyeceği insanlarla savaşmaya gidiyor! Herhâlde O, Benî Asfar’la savaşmayı oyun sanıyor! Vallahi de ben, O’nun arkadaşlarını dağ başlarında esir alınarak bağlandıklarını görür gibiyim, diyordu.
Belli ki bu bir arınmaydı ve Allah (celle celâluhû), Resûl-ü Kibriyâ ile birlikte nifak içinde olanların yürümesini murad buyurmuyordu. O gün delil olarak Efendimiz’in önünde, Alkame İbn Feğvâ yürüyordu.

Vâdi’l-Kurâ’dan geçerken karşılarına bir bağ çıkmıştı ve ashâb-ı kirâm, bu bağdan çıkacak mahsulü tahmin etmeye çalışıyordu. Ashâbının bu heyecanına Allah Resûlü de katılıyordu:

– Tahmin edin, buyurdu. Herkes bir şeyler söylemişti; Sultan-ı Rusül de, on vesak olarak tahmin edip bahçe sahibine:

– Bu bahçenin ne kadar mahsül verdiğini iyi takip et; çünkü gelirken buraya yine uğrayacak ve senden soracağım, buyurmuştu.2

Vâdi’l-Kurâ’da bulunduğu sıralarda, burada yerleşik bulunan Yahudilerden Arîdoğulları Efendimiz’e yemek getirip ikram edecek ve o da, kırk vesak karşılığında bu ikramı kabul edip ashâbıyla birlikte yiyecekti.

Halîce’den geçip de Zi’l-Merve denilen yere geldiklerinde iyice yorulan ashâb:

– Yâ Resûlallah! Burası tam konaklanacak bir yer; hem su hem de gölgelik var, demişlerdi. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Burası birilerinin ekin tarlası; burada konaklamak uygun olmaz, buyuracak ve yine devesinin yularını serbest bırakmalarını talep edecekti; zira onun da bir memur olduğunu söylüyor, nerede konaklamak gerektiğini onun da bileceğini ifade ediyordu! Gerçekten de deve gelmiş ve büyük bir ağacın altında durmuştu. Ashâb-ı kirâmla birlikte orada mola verecek olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), burada namaz kılacak ve bir miktar dinlenecekti.


Dipnot:

  1. O gün Medine’de görevlendirilen isimler arasında Muhammed İbn Mesleme, Sibâ’ İbn Urfuta ve Abdullah İbn Ümmi Mektûm gibi isimlerin de olduğu ifade edilmektedir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/996; Abdurrezzak, Musannef, 2/395 (3828); İbn Sa’d, Tabakât, 4/205; İbn Kesir, Sîre, 4/12
  2. Tebûk’ten dönüşte gerçekten bu bahçenin yanına uğrayan Efendimiz (s.a.s.):
    – Bahçen ne kadar mahsül verdi, diye sahibine soracak ve kendi tahmin ettiği gibi on vesak olduğunu görecekti. Bkz. Buhârî, Sahîh, 2/539 (1411); Müslim, Sahîh, 4/1785 (1392); Ebû Dâvûd, Sünen, 3/179 (3079)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.