Ma’rufun bu değerindendir ki Kur’ân bu genel tavsiyeleri yanında, ailevî ilişkilerde de ma’rûf ölçülerinden ayrılmama prensibini vazeder: “…Hanımlarınıza ma’rûf ölçüleri içerisinde iyi ve güzel davranın…”1 Ma’ruf kelime anlamı olarak, yukarıda da belirtildiği üzere toplum tarafından bilinen ve hoş karşılanan, aklın, dinin meşru’ ve makbul, örfün de iyi ve güzel kabul ettiği söz ve davranışlardır.
Buna göre eşler içinde yaşadıkları toplumun ya da geldikleri kültürlerin örflerini/ma’rufunu yaşamalı; söz ve davranışlarına sevgiyi, ma’rûfu ve merhameti hakim kılmalı, ikili ilişkilerde tatlı dil ve güleryüzü esas almalıdırlar. Hatta bu ayetin devamında dikkat çekilen bir husus da yine eşlerin birbirini değerlendirmelerinde onlara yeni bir bakış açısı verir: “…Birbirinizden hoşlanmayacak olsanız bile bu ilkelerden ödün vermeyin! Zira bilemezsiniz, sizin hoşlanmadığınız bir şeyin içinde, Allah size pek çok hayır takdir etmiş olabilir.”2
Allah Resûlü de bu noktada “Hiçbir mü’min hanımındaki hoşlanmadığı bir huya karşı hoşnutsuzluğunu onu defterden silecek bir kin derecesine vardırmasın. Zira beğenmediği bir huyla karşılaşsa bile, nasıl olsa bir başka huyunu mutlaka beğeniyordur.”3 buyurur ve inananlara, eşlerinin/muhataplarının kötü huy ve davranışlarına değil iyiliklerine; iyi huy ve davranışlarına odaklanmaları gerektiğini tavsiye eder. Bardağın daima dolu tarafını görmekle insanlığa, ma’rûfu/iyiliği/güzelliği yakalamada ve hayırlı bir eş ya da insan haline gelmede önemli prensiplerden birini verir.
İletişim ve ilişkilerde ma’rûfu gözetmek, Allah Resûlü’nün aile hayatında çok dikkat ettiği hususlardandır. Bu çerçevede O, hanımlarına karşı daima güleryüzlü davranır, yer yer onlarla şakalaşır, güler; mülâtefede bulunur. Bir defasında Hz. Aişe validemizle yarış yapar ve validemiz O’nu geçer. Fakat aradan epey biz zaman geçtikten sonra tekrar yarış yaptıklarında bu sefer Allah Resûlü onu geçer. Bunun üzerine Efendimiz ona, “Bu, önceki yarışın rövanşıydı!” diye latife yapar.4
Gündelik hayatında Allah Resûlü, akşamleyin Ezvâc-ı Tâhirat toplar, yemeği onlarla beraber yer, sohbet eder, sonra onları odalarına uğurlar. Yatsı namazını kıldırdıktan sonra bir süre hanımıyla muhabbet eder ve öyle istirahate çekilir.5 Bu uygulamalarıyla ashâbına örnek olan Allah Resûlü, ma’rûfa riayet edilmeden eş haklarının yerine getirilemeyeceğini fiili olarak ders verir. Bu istikamette yaptığı açıklamalarla da ma’rûfun ilişkilere hakim olması için mücadele eder; hem kadınlara hem de erkeklere bu hususta duyarlılık kazandırır, şuur aşılar.
Bu temel ilkeden dolayıdır ki Kur’ân, eşler arası ilişkiler boşanma noktasına gelmiş olsa bile ihsan şuuruyla hareket edip yine “ma’ruf” çizgisinden ayrılmamayı özellikle tavsiye eder: “Boşama hakkı iki defadır. Erkek, birinci ve ikinci boşanmadan sonra hanımına geri dönebilir. Bundan sonra yapılması gereken ya ma’rûf çerçevesinde güzelce birlikte yaşamak yahut evlilik yürümeyecekse, ihsan şuuruyla yine güzelce ayrılmaktır…”6
Hatta boşanma gerçekleşse bile yine karşılıklı ma’rûf/iyiliğe riayet edilmesi ve faziletli yaklaşımın daima korunması gerektiği bir hak olarak ders verilir: “Boşanmış kadınların ma’rûf/hakkaniyet ölçüleri içerisinde, Kur’ân ve Sünnetin hükümlerine göre meşru’ bir şekilde; İslamî hükümlerle örtüşen örfe/ma’rûfa uygun bir menfaat sağlamaları haklarıdır.”7 “Ve (boşanmış) annelerden emzirme süresini tamamlatmak isteyenler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Bu dönemde onların yeme-içme ve giyim-kuşamlarını örf ve ma’rûf çerçevesinde temin etmek babaya düşer…”8
Dikkat edilirse her iki ayette de nafaka/geçimlik verilmesinin tavsiye edilmesinin yanında bunun miktarının açıklanmayıp örfe/ma’rûfa bağlanması, bu konuda içinde yaşanılan toplumun yaygın uygulamasına/örfüne göre hareket edilmesinin hem geçerli hem de ailenin/eşlerin menfaati adına daha isabetli olacağını gösterir.
Söz Söylerken de Ma’rûfa Dikkat Edin!
Kur’ân, hukuki meseleler yanında, ahlakî mevzularda da ma’rûf kavramına tahşidatta bulunur; güzel söz söylemeyi Müslümanlığın temel kriterlerinden biri olarak vazeder. Dolayısıyla ma’rûf çercevesinde davranmak büyük bir fazilet olduğu gibi o çizgide gönül alıcı tatlı ve güzel söz/ma’rûf söylemek de büyük bir faziletttir. Kur’ân “Söyle o kullarıma, herkese karşı sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan uygunsuz katı ve kötü sözlerle aralarını açıp bozmaya çalışır…”9 buyurur ve söz söylemede/hitapta ma’ruf gözetilemezse bunun şeytanın işine yarayacağını belirtir.
Allah Resûlü de güzel sözü sadakayla yanyana zikreder ve “…Güzel/iyi söz sadakadır…”10 buyurur; bütün insanlığı sözlerinden davranışlarına kadar daima ma’rûfu/iyiyi ve güzeli gözetmeye davet ve teşvik eder. Güzel sözün ya da davranışın (ma’rûf) eşler ve insanlar arasında doğruluğu ve sadakati pekiştireceğine işaret eder. Yine Kur’ân, inananları güzel söze teşvik ederken bunu minnet altında verilen sadakayla karşılaştırır ve “Elbette ma’rûf/güzel bir söz ve muhatabın kusurlarını bağışlama, başa kakılan sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve yumuşak davranandır.”11 buyurur.
Bu ifadeyle O, yaptıkları maddi ve manevi iyiliklerle muhataplarını ezmeye kalkışanlara, ma’rûf yolunu gösterir: “Asla bu şekilde davranmayın! Bu Allah katında hoş bir amel değildir. Öyle yapacağınıza o iyilik yerine bari güzel bir çift söz söyleyin!” der.
Yine Kur’ân, Allah Resûlü’nün hanımlarına ve onların şahsında bütün mümin kadınlara çevreleriyle münasebetlerinde belli muaşeret ölçüleri verirken sözlerinde ma’rûf ölçüsüne riayet etmelerini de ders verir: “… Sözü daima ma’rûf çerçevesinde yani güzel, ölçülü, ağırbaşlı ve kuşkudan uzak bir şekilde söylesinler!..”12 Hatta miras taksim edilirken bile “Varis olmayan akrabalar, yetimler, fakirler de hazır bulunuyorlarsa onlara da bir şey verin ve gönüllerini alacak tatlı/marûf sözler de söyleyin!”13buyurulur ve o kimselere bir şey verip iyilik yapmanın yanında bir çift güzel söz söylemenin de ihmal edilmemesi özellikle tavsiye edilir.
Konuşmaları, Allah’ın, muhatabın/eşin ve içinde yaşanılan toplumun da hoşuna gidecek şekilde örfe/ma’rûfa uygun yapmak da hayırlı bir insan/eş ve arkadaş olma adına önemli bir prensiptir. Buna dikkat edenlerin ilişkileri de birbirini hayra teşvik ve hayırda yarışa dönüşür.
Kur’ân’ın hem davranış hem de söz söylemede örfe/ma’rûf’a bunca vurgu yaparken buna müşahhas misal vermemesi de her toplumun kendine has sosyo-kültürel yapısına göre ma’rûfu somutlaştırmasına müsaade ettiğini gösterir. Bu yaklaşım İslâm’ın “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” ilkesinden kaynaklandığı gibi onun evrensellik anlayışıyla da örtüşür.
Aile İçi İhtilaflarda Örfe Göre Hüküm
Hind, bir gün Allah Resûlüne gelir ve “Ya Resûlallah! Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Bana benim ve çocuklarım için yeterli miktarda nafaka vermiyor. Ben onun haberi olmadan malından alıp evim/evladım için harcayabilir miyim? Böyle bir şey yaparsam bu günah olur mu?” diye sorar. Allah Resûlü “Ma’rûf çercevesinde sana ve oğluna yetecek kadar alabilir, kullanabilirsin.”14 buyurur ve alacağı miktarı bu husustaki geçerli örfle/ma’rûfla sınırlar.
Zahiren eşi de olsa başkasının malını onun bilgisi olmadan alma ve kullanma caiz olmayacağı halde ailenin buna ihtiyacı olduğu için m’arûf sınırlarını aşmayacak ve israfa girmeyecek şekilde ona bu konudaki örfe dayalı ruhsat verir. Allah Resûlü bu yaklaşımıyla onun aile hayatıyla ilgili önemli malî bir problemini örfî bir uygulamayla çözer.
Dolayısıyla aile içi maddî-manevî problemlere örf ve ma’rûfu esas alarak çözüm üretmek de Kur’an ve Sünnete uygundur. Bu uygulama ailevî ve içtimaî meselelere her toplumun sosyo-kültürel yapısına göre yaklaşma ve ona göre çözüm üretme, insana esnek ve geniş bir alan açar ve İslâm’ın evrensel yaşanmasını da temin eder.
Sonuç
– Kur’ân’ın temel kavramlarından biri olan “ma’ruf” kelimesi, sözlü ve fiilî her türlü iyiliği/güzelliği içine alan geniş anlamlı bir terimdir. Mehir vermekten nafakaya, nikahı devam ettirmekten boşanmaya ondan erkek ve kadının birbirine yüzünü ekşitmemeye; söz ve davranışta sert ve kötü dilli olmamaya kadar insan söz ve davranışlarının büyük bir çoğunluğunu içine alır.
– Kur’ân erkeğe hitap ederken kadınlara da aynı mesajı verir. Zira haklar karşılıklı yerine getirilirse hak yerini bulur. Biri ma’rûf ölçülerine riayet eder diğeri riayet etmezse sağlıklı iletişim kurulamaz, haklar korunamaz; hayır ve iyilik muhafaza edilemez. Kaldı ki sadece kadının değil erkeğin de hakları vardır: “…Örfe ve hukuka göre erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekleri üzerinde hakları vardır…”15
– Allah (celle celalahu) erkek ve kadınlara karşılıklı birbirlerinin huzur ve mutluluk kaynağı olmaları için iyi ve güzel davranmalarını emreder. Bu açıdan eşlerin birbirine bu çerçevede yaklaşmaları vaciptir. Nitekim Hz. Abdullah İbn-i Abbas, Kur’ân’ın ma’rûfu emrine imtisalen “Eşimin bana süslenmesi hoşuma gittiği gibi ben de onun için süslenir hazırlanırım.” der ve bunu aile saadeti adına hüsn-ü muaşeretten sayar.16
– Bazı tefsir eserlerinde, erkeğin kazancına ve ekonomik durumuna göre kadına hizmetçi tahsis edilmesi de ma’rûf kapsamında değerlendirilmesi üzerinde düşünülmesi gerekli değerli bir yorumdur. Hatta buna kail olan alimler “…Onlara iyi ve güzel muamele de bulunun…” ayetinden hareketle, “kadına bir hizmetli yetmiyorsa, kocanın, hanımına işlerinde yeteri miktar yardımda bulunması şarttır.” diye görüş belirtir.17
Aslında işin doğrusu bu uygulama maddi-manevi şartlara ve içinde bulunulan zaman ve coğrafyaya göre değişiklik arzedecek bir durumdur. Bu konuda kıstas, içinde yaşanılan toplumun örfü/marufu olmalıdır. Maddi durumu müsait olan bir erkek bu konuda evine ve hanımına bir hizmetçi tahsis etmesi tabiatıyla güzel olur/iyilik olur. Ancak malî imkanları yeterli olmayan bir kimseden bunu beklemek de erkeğe/aileye zulüm olur. Böyle bir beklentiden huzur değil ancak tartışma ve kavga doğar.
– Ailevî meselelerde de Kur’an ve Sünnetin yanında her iki nassa ters düşmeyen örflere göre çözüm aramak da isabetlidir. Zira hükümlerin arkasındaki asıl gaye insanların arasını düzeltmek, haklarını korumak, adaleti gerçekleştirmek ve aralarındaki sıkıntıyı gidermektir. Dolayısıyla İslâm adına hüküm verilirken toplumların örf ve adetlerini de gözetmemek fert ve aileleri farklı sıkıntıların içine atmak olur ki bu Kur’ân ve Sünnet’in temel gayelerine ve insana vadettiği iki cihan saadetine terstir.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Nisa Sûresi, 4/19
- Nisa Sûresi, 4/19
- Müslim, Rada’ 18/63 (1469)
- Ebû Dâvud, Cihad 68
- Bkz. Müslim, Rada’ 13/46 (1462)
- Bakara Sûresi, 2/229, 231, 232; ve bkz. Talak Sûresi, 65/2, 6
- Bakara Sûresi, 2/241 ve bkz. Bakara Sûresi, 2/236, 237
- Bakara Sûresi, 2/233
- İsrâ Sûresi, 17/53
- Buhârî, Edeb 34; Cihad 128; Müslim, Zekât 17/ 56 (1009)
- Bakara Sûresi, 2/263
- Ahzab Sûresi, 33/32
- Nisa Sûresi, 4/8
- Buhârî, Buyu’ 94; Mezâlim 18; Müslim, el-Ekdiyye 4/7-9 (1714)
- Bakara Sûresi, 2/228
- Bkz. Kurtûbî, Nisa 19. ayetin tefsirinde.
- Kurtûbî, Nisa Sûresi 19 ayetin tefisirinde.