Hz. Nuaym’ın gayretleri ve Ahzâb ittifakının bozulması

354

Nuaym İbn Mes’ûd, Benî Kurayza’nın dostu idi; o gün o da rüzgâra kapılmış ve kabilesiyle birlikte Ahzâb ordusuna katılıp Allah Resûlü’yle savaşmak için buralara kadar gelmişti. Cin fikirli bir adamdı; insanları dilediği istikamete yönlendirebilir ve çok rahatlıkla onları birbirine düşürebilirdi. Ancak her geçen gün, içinde tarif edemediği bir sıkıntı duyuyor ve yaptığı işin doğru olup olmadığının muhasebesini yapıyordu.

Bir müddet sonra kendini gösteren kıtlık iyiden iyiye ortalığı kasıp kavurmaya; askeri üzerinde taşıyan at ve develer de telef olmaya başlamıştı! Böyle olmayacaktı; belki de bütün bunlar, haksız yere Medine’nin üzerine yüründüğü için başlarına geliyordu. Nuaym İbn Mes’ûd, kararını vermişti; Müslüman oluyordu! Bir kabul ve ikrar her şeyi değiştirmiş gibiydi; şimdi kendisini daha hafif hissediyor ve içindeki sıkıntıların tamamen gittiğine şahit oluyordu.

Müslüman olmuştu olmasına ama ondaki bu değişimi henüz kimse bilmiyordu; akşamla yatsı arasında gizlice Resûlullah’ın yanına geldi; Resûlullah yine namaz kılıyordu! Selam verip de Nuaym’ı karşısında görünce olduğu yere oturdu; ondaki değişimi hissetmişti ve ona dönerek:

– Seni bu saatte buraya getiren de ne, ey Nuaym, diye sordu. Nuaym’ın yüreğini eriten bir kucaklayıcılık vardı ses tonunda. İyi ki gelmişti; günlerdir içten içe kendini yiyip de bitiren sıkıntılar şimdi yerini, ayaklarını yerden kesecek kadar engin bir huzura terk etmişti. Sanki uçacak gibiydi. Büyük bir edeple vech-i pâklarına bakarak:

– Seni tasdik etmek ve getirdiklerinin de hepsinin hak olduğunu ikrar için geldim, dedi ve Müslüman oldu. Bir insan daha Rabbini tanıyıp O’na kul olmuştu ya, Resûlullah’ın sevincine diyecek yoktu; o ana kadar yaşadığı sıkıntıların bütününü unutmuş, gecenin karanlığına inat ayrı bir huzur yaşıyordu!

Bir de bilgi getirmişti Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) Nuaym. Uzun zamandır bekleyip duran müşriklerin, Benî Kuray­za’ya haber gönderip:

– Biz buraya Muhammed ve ashâbıyla savaşmak için geldik; hâlbuki şimdi bu işten el etek çekmekten başka çaremiz yok, dediklerini; buna mukabil de Benî Kurayza’nın, başlangıçta yaptıkları anlaşmaya atıfta bulunarak:

– Bu, sizin bileceğiniz bir iştir; istediğinizi yapabilirsiniz. Ancak bizim rehinlerimizi göndermeyi ihmâl etmeyin; sonra da canınız ne isterse onu yapın, şeklinde kendilerine sert bir cevapla mukabelede bulunduklarının haberini verdi.

Ahzâb ordusunda çatlak başlamıştı ve böyle bir zeminde karşı tarafın ihtilafa düşmesi hayra alâmetti; sanki zaman ve zemin, Hz. Nuaym’a kendini gösterme fırsatı veriyordu! Daha önce karşı tarafta kullandığı zekâsını İslâm adına sarf edecek ve henüz iki rekât namaz bile kılmadan, cephede dine hizmete başlayacaktı! Durumu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de fark etmişti. Onun için önce Hz. Nuaym’a:

– Onlar Bana bir elçi gönderip Benî Nadîr’in, yurtlarına geri gelmeleri ve mallarını da kendilerine iade etmem karşılığında sulh teklif etmekteler, buyurdu. Sanki aynı şeyleri düşünüyorlardı. Nuaym:

– Yâ Resûlallah, diye başladı söze. “Bana istediğini emret; yerine getireyim! Vallahi de bana bugün ne emredersen hepsini de yerine getiririm! Çünkü ne benim kavmim ne de bir başkası henüz Müslüman olduğumu biliyor!”

Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

– Sen aramızda sadece bir tek adamsın; gücünün yettiğince insanları bizden uzaklaştırmaya çalış, unutma ki savaş hiledir!

– Peki, yaparım, diyordu Hz. Nuaym. “Ancak, yâ Resûlallah! Gerektiğinde bazı şeyler de söyleme durumunda kalabilirim; bunun için bana izin verir misin?”

Niyet hâlis ve zemin de savaş zeminiydi; dolayısıyla böyle zeminlerde sözün gücü, kılıç ve kalkandan daha etkiliydi. Onun için istediği izni de vermişti Efendiler Efendisi.

Efendimiz’le görüşmesinin hemen akabinde yola çıkan Hz. Nu­aym, doğruca Benî Kurayza’nın yanına geldi; kimse onun Müslüman olduğunu bilmediği için büyük bir itibar görüyor, müttefikleri Nuaym’a yiyecek ve içecek takdim edip saygı gösteriyorlardı. Önce onlara:

– Ben size, yemek yiyip bir şeyler içmek için gelmedim; sizi ne kadar sevdiğimi ve aramızdaki dostluğu bilirsiniz; benim esas geliş gayem, size olan sevgim ve sizin hakkınızda korktuğum bazı şeyleri sizinle paylaşıp fikrimi söyleyerek erkenden sizi uyarmaktır!

Önemli şeyler anlatacak gibi duruyordu; dikkat kesilmiş ve bundan sonra söyleyeceklerini dinlemeye durmuşlardı. Önce:

– Bunu biliyoruz; sen, aramızda herhangi bir konuda ithama uğramış sabıkalı birisi asla değilsin; iyilik ve sadakat yönüyle sen, bizim katımızda en sevimlilerden birisin, dediler. Hz. Nuaym:

– Ancak, söyleyeceklerimi gizli tutmanız lazım, dedi. Merakları bir kat daha artmıştı; çatlayacak gibiydiler ve söz verdiler:

– Peki, söz; kimseyle paylaşmayacağız!

Konuşmak için zemini hazırlamış, dikkatleri de üzerine çekmişti; artık rahat konuşabilir ve söyledikleri karşı tarafta yerini bularak maksadına ulaşabilirdi. Şunları söylemeye başladı onlara:

– Şu adamın işi gerçekten bir musibettir; Benî Kaynukâ ve Benî Nadîr Yahudilerine yaptıklarını görüp duruyorsunuz; mallarına el koyduktan sonra onları yurtlarından da sürdü! İbn Ebî Hubeyk de bize sığınmak zorunda kalmıştı; şimdi biz, onunla birlikte toplanıp size yardım etmeye geldik!

Ancak sizin de gördüğünüz gibi bu iş bir hayli uzadı; vallahi de ne Kureyş, ne de Gatafân, Muhammed konusunda sizinle aynı konumdalar; Kureyş ve Gatafân, konar geçer birer kavim olarak buraya geldi ve sizin de gördüğünüz yerlere gelip yerleşti. İmkân ve fırsat bulurlarsa bunu değerlendirirler! Ancak savaşta beklemedikleri gelişmelerle karşılaşıp da büyük yara alırlarsa, o zaman kendi yurtlarına dönüverirler! Size gelince, sizin böyle bir lüksünüz yok; burası sizin yurdunuz! Mallarınızla çoluk çocuğunuz ve kadınlarınız dâhil sizin her şeyiniz burada!

Dün gece O’na karşı toplanıp mücadele etmiş olsalar da gördüğünüz gibi şu anda Muhammed ve arkadaşları, Ahzâb ordusuna karşı ağır basmaya başladı; başları olan Amr İbn Abdivüdd’ü bile öldürdüler! Diğerleri de yaralı olarak geri kaçtılar!

Onlar, sizin imkânlarınızla konumunuzu bildikleri için sizi göz ardı edemezler; size muhtaçlar! Sakın ola sizler, Kureyş ve Gatafân’ın eşrafından bazı kimseleri yanınıza alıp da rehin olarak kendinizi garanti altına almadan onlarla birlikte savaşmayın; böylelikle onları sizler, azıcık bir sıkışmada Muhammed’le savaştan vazgeçme fikrinden caydırmış ve yanınızdaki rehinelerini de almadıkça geri dönmeme konusunda zorlamış olursunuz!

Hz. Nuaym’ın anlattıkları gerçekten de makuldü; Kureyş ve Gatafân buradan ayrılsa bile kendilerinin öyle bir şansları yoktu; bir kere de anlaşmayı bozmuş ve Muhammedü’l-Emîn’e karşı savaş ilan etmişlerdi! Geri dönemezlerdi; dönseler de artık çok geçti! Bu savaşın başarılı olmasından başka kendilerini kurtaracak bir şey yoktu; onun için işi garanti altına almak gerekiyordu ve:

– Gerçekten de sen bize, yapılması gereken işi ve alınması gereken tedbiri gösterdin; dediğini yaparız, dediler. Ayrıca ona minnet duyuyor; akıllarına gelmeyen bu ayrıntıyı kendilerine hatırlattığı için Hz. Nuaym’a dua ediyorlardı! Nuaym, bir kez daha hatırlattı onlara:

– Fakat bu, sizinle benim aramda kalacak!

Kendilerine bu kadar yakın davranıp hayatî bir konumda kendilerini ikaz eden birisini deşifre edecek değillerdi! İyilik ancak iyilikle mukabele görürdü ve onlar da:

– Endişen olmasın; kimseyle paylaşmayız, deyip güvence verdiler.

İlk adım semeresini vermiş, dikiş tutmuştu. Bunun üzerine oradan ayrılan Hz. Nuaym, hızlı adımlarla soluğu Ebû Süfyân’ın yanında aldı. Ahzâb ordusunun umumi kumandanı Ebû Süfyân, bu sırada bir grup arkadaşıyla birlikte oturuyordu. Selam ve hâl hatır sormaların akabinde Ebû Süfyân’a yaklaşan Nuaym İbn Mes’ûd, şunları söyleyeceki:

– Ey Ebâ Süfyân! Sana bir şey söylemek için geldim; ancak bunu fâş etmeyecek, gizli tutacaksın!

Ebû Süfyân irkilmişti; aynı zamanda büyük bir merak almıştı kendisini! Hemen:

– Tamam, dedi. “Seninle benim aramda kalır!”

Ebû Süfyân’dan da bu garantiyi alan Nuaym İbn Mes’ûd, şunları söylemeye başladı ona:

– Sen de biliyorsun ki Benî Kurayza, Muhammed’le aralarındaki anlaşmayı ihlâl edip de böyle bir yola girdiklerine çoktan pişman oldu ve anlaşmayı yenileyip eski hâllerine geri dönmek istediler! Ben onların yanındayken, bunun için O’na adam gönderdiler; “Biz, Kureyş ve Gatafân’ın ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi alıp boyunlarını vurman için Sana teslim edeceğiz ama Sen de buna karşılık, kırmış olduğun kanadımız Benî Nadîr’i yurtlarına geri kabul edeceksin! Şâyet bunu yaparsan, o zaman biz, Kureyşlileri başından savacağın âna kadar Seninle birlikte olur ve savaşırız” dediler.

Eğer onlar, sizlerden rehin almak için haber gönderirlerse haberiniz olsun; sakın onlara adamlarınızı teslim etmeyin ve önde gelenleriniz konusunda daha duyarlı olun!

Söylediklerimi de kimseyle paylaşmayın; bir tek kelimesini bile kimseye söylemeyin!

Dinledikleri karşısında şaşkına dönen Ebû Süfyân:

– Peki, kimseye söylemeyiz, dedi. Kolu kanadı kırılmış gibiydi. Belli ki bundan sonraki gelişmeleri tahmin etmeye çalışıyor, bu durumda atacağı adımlar konusunda yeni stratejiler gerektiği hususunu düşünüyordu.

Hz. Nuaym’ın bir işi daha kalmıştı; hemen Gatafânlıların bulunduğu yere gitti ve bu sefer de onlara:

– Ey Gatafânlılar, diye seslendi. Biliyorsunuz ki ben, sizlerden biriyim; ancak konuşacaklarımız aramızda kalsın! Haberiniz olsun; Benî Kurayza, Muhammed’e adam göndermiş, dedi ve Ebû Süfyân’a söylediklerini onlara da anlattı. Ardından onlara da:

– Sakın ola onlara adamlarınızı teslim etmeyin, diye tembihte bulundu. Öncekiler gibi onlar da, bu haberden dolayı Hz. Nuaym’ı tebrik ediyor, kendilerini erken uyardığı için teşekkürle mukabelede bulunuyorlardı.

Rolünü kusursuz oynamıştı Hz. Nuaym; her üç grup da anlatılanları önemsemiş ve bundan sonraki gelişmeleri beklemeye durmuştu.

Çok geçmeden Benî Kurayza, Azzâl İbn Semûel vasıtasıyla Kureyş’e şu haberi gönderiyordu:

– Uzun zamandır buradasınız ama henüz bir şey yapabilmiş değilsiniz; zaten yaptıklarınız da makul değil! Şâyet, Muhammed’in üzerine ne zaman yürüyeceğinizi belirleyip de siz bir taraftan, biz de bu taraftan ve Gatafân da başka bir yönden saldırsaydık, bu durumda Muhammed de elimizden kaçamaz, en azından birimiz O’nu kıstırırdık!

Bundan sonra ise, savaş boyunca yanımızda kalmak üzere önde gelenlerinizden bazılarını bize rehin olarak vermedikçe biz, sizin yanınızda savaşa çıkmayacağız! Çünkü biz; eğer savaşı kaybeder ve yara alırsanız, bizi burada yalnız ve korumasız bırakıp da, düşmanlığımızı ilan ettiğimiz Muhammed’le baş başa bırakarak kendi yurdunuza gidivereceğinizden endişeleniyoruz!

Elçi Azzâl gelip de Benî Kurayza’nın mesajını getirdiğinde renk vermeyen Ebû Süfyân, arkasını dönüp de giderken yanındakilere dönecek ve:

– İşte bu, Nuaym’ın söylediği meseledir, diyecekti.

Hz. Nuaym’ın işi bitmemişti ki mekik dokumaya devam ediyordu; Ebû Süfyân’ın yanından çıkacak ve bu sefer de Benî Kurayza’nın bulunduğu yere gelerek onlara:

– Ey Benî Kurayza topluluğu, diye seslenecekti. “Ben Ebû Süf­yân’ın yanındayken sizin elçiniz onun yanına geldi; rehinler istiyordu. Ona hiçbir cevap vermediler. Ayrılıp da giderken Ebû Süfyân, yanındakilere şunları söylüyordu:

– Bizden bir oğlak bile isteseniz onu size rehin olarak vermeyiz; arkadaşlarımın ileri gelenlerini onlara rehin vereyim de, onları öldürsün diye Muhammed’e teslim mi etsinler! Olmaz öyle şey; ben kimseyi rehin veremem!

Ona göre iyi düşünün; size rehinleri vermedikçe Ebû Süfyân ve arkadaşlarıyla birlikte savaşmayı kabul etmeyin! Çünkü şâyet sizler, Muhammed’le savaşmaz da Ebû Süfyân bırakıp giderse, bu durumda ilk anlaşmanız geçerli olacaktır.”

Hz. Nuaym’ın sözleri hoşlarına gitmişti ama neticenin, onun dediği gibi olacağından çok ümitli değillerdi. Onun için:

– Biz de böyle olmasını dileriz, ey Nuaym, dediler. Bu sırada Ka’b İbn Esed ileri atıldı ve:

– Vallahi de ben, Muhammed’le savaşmayacağım, dedi. “Zaten bunu ben, baştan beri de istemiyordum; şu uğursuz adam Huyeyy beni zorladı!”

Onu Zebîr İbn Bâtâ takip etti. Daha radikal bir adamdı ve her şeye rağmen müşterek düşman ilan ettikleri Resûlullah’a karşı birlikte hareket etmekten yanaydı; şöyle diyordu:

– Şâyet Kureyş ve Gatafân, Muhammed’le savaşmayı bırakıp da giderse, o zaman bizim için kılıçtan başka bir seçenek kalmaz; gelin, hep birlikte Muhammed’in üzerine yürüyelim! Kureyş’ten rehin isteme sevdanızdan da vazgeçin; çünkü Kureyş size asla rehin vermeyecektir! Hem, sayıları bizim sayımızdan daha fazla olduğu; onların elindeki atlar bizim elimizde olmadığı hâlde ne diye bize rehin versinler ki! Aynı zamanda onlar, şâyet kaçmak isteselerdi kaçabilirlerdi; bizim ise böyle bir tercih hakkımız yok! Gatafân’a gelince onlar, Medine’nin bir kısım meyvelerini kendilerine verme konusunda Muhammed’le anlaşmak istediler; ama Muhammed bunu reddedip kılıçtan başka bir seçeneği kabul etmedi; elleri boş döndüler!

Zebîr bunları söylüyordu ama yalnız kalacaktı; zira Benî Kurayza arasından kimse, rehin almaksızın Kureyş’le savaşma fikrine katılmayacak ve böylece kendilerini garanti altına almayı hedefleyeceklerdi.

Cumartesi akşamıydı; Ebû Süfyân ve Gatafân’ın ileri gelenleri, İkrime İbn Ebî Cehil başkanlığında bir heyet göndererek Benî Kurayza’ya şu mesajı ulaştırıyorlardı:

– Bizler, burada sürekli kalıcı değiliz; zaten atlar ve develer de telef olmaya başladı! Son vuruş için hazırlıklı olun ki, hep birlikte saldırıp meseleyi nihâyete erdirelim ve O’nunla bizim aramızdaki meseleye son noktayı koyalım!

Gelen mesajla birlikte Benî Kurayza ileri gelenleri, yeniden birbirlerine bakmaya başladılar; Nuaym İbn Mes’ûd’un anlattıkları zihinlerinde canlılığını hâlâ koruyordu. Onun için:

– Bugün, cumartesi; bizler bugünde hiçbir şey yapmayız! Nitekim, daha önceleri bizden birileri, cumartesi günü bir şeyler yapmışlardı da, başlarına sizin de bildiğiniz musibetler gelmişti! Aynı zamanda bizler, adamlarınızdan bazılarını bize rehin olarak vermedikçe ve onlar da, güvence olarak elimizin altında olmadıkça Muhammed’e karşı sizinle birlikte asla savaşacak değiliz! Çünkü bizler, savaş başlayıp da gelişmeler sizin aleyhinize dönmeye başlayınca, bizi yalnız bırakıp memleketinize kaçacağınızdan endişeleniyoruz; hâlbuki bizler buradayız; eğer böyle bir sonuçla karşılaşırsak, O’na karşı koyacak gücümüz yoktur ve işte o zaman işimiz bitmiş demektir!

Ahzâb ordusunun elçileri eli boş geri dönüyordu. İkrime ile giden elçiler gelip de Benî Kurayza’nın anlattıklarını nakledince Ebû Süfyân ve arkadaşları:

– Demek ki Nuaym’ın anlattıkları doğru imiş, dedi ve yeniden Benî Kurayza’ya haber gönderdiler:

– Vallahi de biz, size bir tek adam bile veremeyiz; şâyet savaşmak istiyorsanız çıkın ve savaşın, diyorlardı. Bu haberi alan Benî Kurayza da şöyle düşünüyordu:

– Anlaşılan, Nuaym’ın bize naklettikleri doğru imiş; baksanıza adamların, savaştan başka hedefleri yokmuş! İmkân ve fırsat buldukları takdirde bunu en iyi şekilde değerlendirecekler; ancak işler yolunda gitmeyip de hezimet yaşarlarsa demek ki bırakıp kaçacaklar ve adamla sizi kendi hâlinize baş başa bırakıverecekler.

Hz. Nuaym’ın gayretleri netice vermiş ve Ahzâb ordusunda, bir daha aynı çizgide buluşmamak üzere bir iftirak baş göstermişti; kimsenin bir diğerine güveni kalmamıştı. Arada defalarca elçiler gidip gelecekti ama bunların artık hiçbir faydası olmayacaktı.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.