Hicret Diyarına Entegrasyonda Komşuluk (2)

1.359

Komşuluk, imanın kemaliyle yakından irtibatlıdır

Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), sosyal hayatta komşuluk ilişkilerinin tam yerleşmesi ve toplumun fertlerinin istenilen ölçüde birbirine kaynaşabilmeleri için meseleyi doğrudan doğruya imanla irtibatlı ele alır. O, bu hususu seslendirdiği nurlu beyanlarından birinde: “…Komşuna ihsan da bulun ki kâmil bir mümin olasın…”1 buyurur ve güzel komşuluk ilişkilerinin, imanın bir şubesi olduğunu nazara verir.

Allah Resûlü, yine bir konuşmasında bu hakikati ifade ederken, yemin ederek sözlerine şöyle başlar: “Vallahi iman etmiş olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz.” Bu yeminli başlangıç ashabın çok dikkatini çeker. Bunun üzerine hazır bulunanlar: “Kim iman etmiş olmaz, ya Resûlallah!” diye sordular. O, bu üslubuyla herkesin dikkatlerini üzerine toplamış ve ardından şöyle buyurmuştu: “Her türlü beklenmedik zulüm, haksızlık ve kötülüklerinden komşusu güven içinde olmayan kimse!”2

Başka bir hadis-i şerifte ise komşuluk ilişkilerinde ihsanın önemini yine imanla irtibatlandırarak şöyle nazara verir: “Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna ihsanda bulunsun…”3 Zira bu dünyada yapılacak iyiliklerin karşılığı ahirette görülecektir. Dolayısıyla komşuluk, ahiret hayatı adına da büyük bir sevap kaynağı ve sermaye olarak değerlendirilmesi gerekli önemli bir vesiledir.

Allah Resûlü bir başka hadislerinde yine imanla irtibatlandırdığı komşuluk ilişkilerinde önemli bir ölçü koyar: “Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu yahut kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz.”4 Bununla O, komşuluk ilişkilerini ya da ikili ilişkileri bu seviyede yürütmenin hakiki imanı elde etmenin önemli vesilelerinden birisi olduğunu da belirtir.

Demek ki İslam’a ait bir güzelliği yaşama ve yaşatma onu temsil eden kimsenin iç dünyasında imana ve hayatında kemale dönüşen bir emirdir. Ayrıca hadiste verilen bu prensip de inanan-inanmayan bütün insanları içine alan evrensel bir ölçüdür. Zira Efendimiz bu konuyu daha da açıkladığı bir başka nurlu beyanlarında: “Kendin için sevdiğini/istediğini insanlar için de iste ki hakiki Müslüman olasın”5 buyurur.

Komşusu Açken Tok Yatmak!

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), komşularımız ve arkadaşlarımızla kuracağımız münasebetlerimizde bize verdiği bu hayat düsturunun yanında şu ikazı da yapmaktadır: “Komşusu aç olduğu hâlde tok olarak geceleyen kimse bizden değildir.”6 Aslında bu uyarı, komşunun haliyle ve derdiyle dertlenmenin hangi ölçüde olması gerektiğini ortaya koymada temel bir kriterdir. Bu itibarla bir Müslüman, uzak yakın bütün komşularının durumundan az-çok haberdar olmalı, onları yalnızlığa terk etmemeli ve herkesi civanmertlikle kucaklamalıdır.

Komşulukla ilgili bu prensip, imkânı olan her insana, aile ve akrabalarının yanında yeni bir sorumluluk daha yüklemektedir. Maddi imkânı yerinde olan bir aile en yakın dairedeki komşusundan başlayarak diğer fakir komşularına da sahip çıkmalıdır. Zira komşusuna karşı bu vazifesini yapmayan bir Müslüman, İslâmî dairenin dışında tutulmuştur. Bu çok ağır bir ikazdır. Allah Resûlü, burada meselenin ehemmiyetine göre net ve dikkat çeken bir ifade kullanmıştır.

Komşuluk ilişkileri hakkında başta bu hadis olmak üzere, daha birçok nebevî beyan psikososyal açıdan incelendiğinde ortaya çıkmaktadır ki İslâm dini, insanı yalnızlığa ve bireyselliğe iten “ben” duygusu etrafında bencil, egoist, menfaatçi ve çıkarcı bir tutum içerisinde olunmasını istemez. Zira ben duygusunun hâkim olduğu bir ortamda paylaşma ve dayanışma duyguları oldukça zayıftır. Bunun yerine İslâm, en yakın çevreden başlayarak uzak halkadaki diğer insanlara kadar hayatı paylaşmayı, onlarla yakından irtibatlı olmayı, kaynaşma ve yardımlaşmayı kısaca çok yönlü ve fonskiyonel bir “biz” duygusuna sahip olmayı, huzurlu ve mutlu bir toplum inşa etmede kendi müntesiplerinin dikkatlerine sunar.7

Bu çerçevede Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) herkesin tatbik edebileceği şu misali verir: “Evinde çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine en güzel şekilde takdim et.”8

Bu hadisi şerifte, yemeklerin en basiti ve sadesi örnek verilerek, zor durumda olan kimselerin bile komşularını düşünme sorumluluğu vurgulanmıştır. Bu hakikati tamamlayan bir başka hadislerinde ise Allah Resûlü, iyiliği ve ihsanı daha geniş perspektifte ele almış ve hiçbir iyiliğin küçümsenmemesi gerektiği prensibini koymuştur: “Kardeşini güler yüzle karşılamak bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!”9

Nerede Hayrı Tavsiye Eden Komşular!

Komşuluk hakları arasında düşünülmesi gerekli olan sadece maddi ihtiyaçlar değildir. Zira insanın maddi ihtiyaçlarının yanında en önemli ihtiyaçlarından birisi de ahlak ve maneviyattır. Bu anlamda da komşular üzerine karşılıklı hak ve mesuliyetler düşmektedir. Nitekim, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konunun asla ihmale uğramaması için bir gün Mescid-i Nebevî’de ayağa kalkmış ve şu tembihatı yapmıştı:

“Bazı kimselere ne oluyor ki, komşularına hak ve hakikati anlatmıyor, bilmediklerini öğretmiyor ve onların daha anlayışlı hale gelmelerine çalışmıyorlar? Onlara hakkı ve iyiliği tavsiye etmiyor ve kötülüklerden sakındırmaya gayret etmiyorlar? Yine bazılarına ne oluyor ki, bilmediklerini komşularından sorup öğrenmiyor, daha anlayışlı daha basiretli hale gelmeye çaba göstermiyorlar? Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ilim sahibi olanlar ya komşularına öğretir ve onları da anlayışlı hale getirir, iyiliği tavsiye eder kötülüklerden sakındırır ya da bilmeyenler komşularından sorup öğrenir ve hakikatleri idrak etmeye çalışırlar. Aksi taktirde dünya hayatında bu sorumluluklarını terk eden her iki grubu da mutlaka acil cezalandırırım.”10

Peygamber Efendimiz bu hitabıyla, sosyal hayatın huzur ve emniyet içerisinde sürdürülmesi, aksaklıkların ve ihtiyaçların zamanında giderilmesi ve insanların bilmedikleri hususlarda bilinçlenmesi adına Ensarı Muhacire, Muhaciri Ensara, Medine’nin diğer sakinlerini de onlara zimmetlemişti. Böylece herkes bildiği yaşamak ve yaşatmakla sorumlu tutulmuştu.

Allah Resûlü, sadece bu nasihatleriyle yetinmemiş insanların birbirinden iman, irfan, fikir, ahlak ve kültür adına tam istifade edebilmesi için muhacirlerin iskanını da bizatihi planlamıştır. Muhacirleri, Ensarla kardeş yapıp yerleştirmesinin ardından daha sonra gelen kimselerin bir kısmını Mescid-i Nebevi’nin etrafına bir kısmını da Medine’nin farklı mahallerine dağıtmıştı. Herkesin Mescid’in etrafında oturmasını istemiyordu. Bu uygulama ile O, Müslümanların her mahallede bulunmasını ve güzel komşuluklar sayesinde Medine’nin her bölgesinde İslam’a ait güzelliklerinin temsilini arzu ediyordu.

Bunun için Hz. Ebu Bekir, Efendimiz’in vefatına kadar Sunh’da oturmuştu. Hz. Mariye validemiz de Mescid-i Nebevi’den uzakta “Avâli” denilen mahallede yaşıyordu. Bir seferinde Allah Resûlü, burada bulunan bir Mecusî komşusunun yemek davetine, Hz. Âişe ile birlikte icabet etmişti. Yine Mescid’in çevresine yerleşip zamanla maddi imkânı iyileşenler, farklı mahallelere taşınıyor ve oralarda yeni komşular edinmeye çalışıyorlardı. Utbe İbn-i Ğazvân ve Hz. Ali’nin evleri Baki’ mevkiindeydi. Hatta Hz. Fatıma, bu mahallede geçimini, bir Yahudi komşusuna yün eğirerek sağlıyordu. Hz. Ömer’in evi ise Hazrec’in kollarından Ümeyyeoğulları mahallesindeydi.

Bu çerçevede Medine’ye hicret edip gelen kabilelere, kabile esasına göre mahalleler tahsis ediliyordu. Yeni gelen muhacirlerin bazıları Evs ve Hazrec kabilelerine ait boş arazilere iskân edilirken bazıları da farklı inaçnlara mensup kabilelerin yaşadığı mahallelere yerleştiriliyordu. Mesela Müzeyneoğulları mensupları Züreykoğulları mahallesine, Temim’den Eslemoğulları ve kolları pazarın kuzeyine, Kudâa’nın Cüheyne ve Belî boyları As’as tepesinin sağındaki araziye, Ğıfâroğulları ise pazar yerinin batısından Musalla mescidinin kuzeyine kadar uzanan bölgeye yerleştirilmişti. Mustalıkoğulları hicret edip geldiğinde ise onlar da Harretu’l-Vebere denilen mevki ve çevreside iskan edilmişti.11

Böylelikle Allah Resûlü, Müslümanların bir yere kümelenmelerinin önüne geçmiş; kendi aralarında toplumdan kopuk ve kapılı bir halde yaşamalarını engellemiştir. Bu vesileyle onları Medine sakinleriyle buluşturmuş, kaynaştırmış ve bir güven topluma inşa etmişti.

Sonuç

Hicretten sonra ortaya çıkan entegrasyon proplemlemlerine çözümde komşuluk dinamiği, alternatifi olmayan bir çözümdür. Bu içinde yaşanılan toplumun fertleriyle tanışma ve kendini tanıtma adına önemli bir fırsat sunduğu kadar muhacir hakkında duyulacak endişe ve düşmanlıkların giderilmesi için de büyük bir imkândır. Dolayısıyla komşuluk ilişkileri muhacirin gönlünde imana, sevgiye ve dostluğa dönüştüğü ölçüde meyvesini de vermeye başlayacaktır. Çeşit çeşit iyilikler, ikramlar ve ziyaretlerle kurulacak diyaloglar sayesinde tanındığı ölçüde yeni komşuları tarafından sevilmeye ve kabul görmeye başlayacaktır. Bu yönüyle komşuluk ilişkileri hicret yurdunda öncelikli bir vazife olarak ele alınmalı ve planlanmalıdır. Bununla her muhacirin yeni vatanında kendini “yabancı”, çevresindekileri ise “öteki” olarak görmekten kurtulup herkesi, yakın ve uzak komşuları olarak kucaklayabilmesi temin edilmelidir. Aksi takdirde yıllar geçse bile muhacire kapılarını açıp Ensar olan toplumla dayanışma ve kaynaşma gerçekleşemeyecektir.

Hicret yurdunda sevgiyi ve saygıyı büyütmenin yolu komşularımızla tanışmaktan ve komşuluğa terettüp eden hakları yerine getirmekten geçer. İyilikte yardımlaşmanın ve insanlığı tehdit eden kötülüklere karşı birlikte mücadele edip hayrı çoğaltmanın ve kötülükleri azaltabilmenin yolu yine hayırlı komşu olabilmektedir. Bunun için bazen bir selam ve tebessümle, bazen ihtiyacı olana bir yardımla, bir hasta ziyaretiyle, bazen bir taziye bazen bir ikramla vs. komşuluk bağları mutlaka korunmalı ve güçlendirilmeli, geliştirilmelidir. Bu mevzuda vesileler aranmalı, özel ve milli günler, bayramlar vs. değerlendirilmeli ve iyilikte/ihsanda yarışılmalıdır. Zira, Allah Resûlü’nün ifadesiyle Hak katında da halk yanında da en faydalı insan olmanın bir yolu da komşuluktur: “Allah katında komşuların en hayırlısı, komşularına en çok iyilik edendir.”12 Dolayısıyla dünyada iyiliklerin neşv u nema bulmasını isteyenler, komşuluk bağının bakım ve görümünü asla ihmal etmemelidir. Zira komşuluk, her insanın omuzunda, içinde insanlığın istikbalini taşıyan büyük bir sorumluluktur.

Dipnot:

  1. İbn Mâce, Zühd 24; Müsned, II/310
  2. Buhârî, Edeb 29; Müslim, İman 73
  3. Buharî, Edeb 31; Müslim, İmân 74
  4. Müslim, İman 45
  5. İbn Mâce, Zühd 24; Müsned, II/310
  6. Hâkim, el-Müstedrek, II/15; Heysemî, Zevâid, VIII/167
  7. Ali Can, age, s. 219
  8. Müslim, Birr 143
  9. Müslim, Birr 144
  10. İbnu’l-Esîr, Üsdu’l-Ğâbe, s.14 (Abdurrahman İbn Ebzâ’nın hayatında)
  11. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Abdullah, Abdulaziz İbn-i İdris, Muctemeu’l-Medine fi Ahdi’r-Resûl, Câmiatu Melik Suûd yay., Riyad 1979, s. 169-177
  12. Tirmizî, Birr 28

Yoruma kapalı.