Mümin Sorumluluğunun Şuurundadır

127

“Hepiniz Çobansınız” Hadisi

“Her biriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî’dir ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mesuldür. Kadın, beyinin hânesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mesuldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz raiyetinden sorumludur.”1

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadiste, hangi konumda olursa olsun, müminin sorumluluk duygusuna sahip olduğunu/olması gerektiğini açıklamaktadır. Allah Resulü (sas) burada mümini çobana benzetmektedir. Nasıl ki çoban güttüğü sürünün hemen herşeyinden sorumludur, aynen bunun gibi mümin de eli altında olan kişilerden sorumludur. Âmir, memurlarının çobanıdır. Erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle herkes adeta çoban gibidir ve herkes idâre ettiklerinden sorumludur.

Evet, müminin mesuliyet insanı olduğunu çok veciz bir biçimde ifade eden bu hadisin şerhini, M. Fethullah Gülen’in Sonsuz Nur adlı eserinden aynen iktibas ediyoruz: “Râî, herhangi bir şeyi görüp-gözeten, koruyup-kollayan manasına gelir. Çobana “râi” denmesi de, kendine emânet edilen hayvanları en emin, en müsait yerlerde otlatması, onları kurda-kuşa kaptırmaması, herhangi bir şeye maruz kaldıklarında onlarla içten alâkadâr olması, bu kudsî vazifeyi îfa ederken de fıtrî safvetiyle, her zaman hasis ihtiraslardan uzak kalabilmesi ve sürüsüne karşı duyduğu derin şefkat, beslediği engin merhamet hissiyle, onların elemleriyle müteellim, lezzetleriyle de mütelezziz olması gibi önemli hususlardan ötürüdür. Ve işte bir manâda devlet reisi ile teb’a arasında da böyle bir münâsebet söz konusudur.

Devlet reisi ve derecesine göre değişik dâirelerdeki onun temsilcileri, ellerinin altındakilerini görüp gözetmek, onların elem ve lezzetlerini paylaşmak, onlara mutlu gelecekler hazırlamak ve onların sıkıntılarını göğüslemekle sorumludurlar.

Hâne reisi ile aile fertleri arasında da aynı münasebet bahis mevzûudur. Hâne reisi nafaka, elbise ve onları uygun bir yerde iskân etme gibi hususlarda birinci derecede sorumlu olduğu gibi ta’lim, terbiye, hüsn-ü muâşeret, dünya ve ukba saadetini temin gibi meselelerde de sorumludur.

Aynı durum, kadının kocasıyla olan münâsebetlerinde de geçerlidir; kadın evinin işlerini tedvirde, kocasının malını, ırz ve nâmusunu muhâfazada, sürüsünden mesul bir çoban gibi sorumludur.

Hizmetkârın, efendisinin malını, mülkünü; evlâdın, babanın servet, şeref ve haysiyetini koruyup kollamadaki durumları, hep bu “râî” ve “raiyye” mülâhazasıyla alâkalıdır. Denilebilir ki, din nazarında râî ve mer’î olmadık hiçbir mükellef yoktur. Bir yönüyle herkes tıpkı bir çoban, diğer yönüyle de güdülen raiyye mesâbesindedir. Hatta bir râi için güdülecek herhangi bir raiyye olmasa bile o yine sorumludur. Evet, herkes kendi nefsini, aklını ve bütün duygularını, bütün uzuvlarını birer emanet gibi koruyup kollama mecburiyetindedir.

İslâm, bildiğimiz bütün sistemler ve dinler içinde, devlet reisinden, evlerimizde çalışan hizmetçilere kadar, hem de, henüz demokrasi rüyalarının görülmediği bir dönemde, herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilân eden biricik hayat nizamıdır ve bu mevzûda ona rakip bir başka sistem göstermek de mümkün değildir.

Allah Resûlü (s.a.s.) “devlet reisi mesuldür” der, onun sorumluluğunu, sorumluluk sınırlarını, vazife ve mükellefiyetlerini bir bir sıralar; kadın ve erkeğin mesuliyetlerini hatırlatır ve ayrı ayrı sahalarda, her ikisine de belli sorumluluklar yükler; babanın evlâda, evlâdın babaya karşı mesuliyetlerinden söz eder ve her iki tarafın da hak ve mükellefiyetlerine dikkat çeker; hatta, bu mevzûda, dünyadaki gelişmeler nazar-ı itibara alınacak olursa, çok erken sayılabilecek bir dönemde, hizmetçi ve işçilerin hak ve mesuliyetlerinden bahisler açarak, beşer tarihindeki içtimaî çalkantılardan çok önce sosyal bir probleme çözüm teklif eder.

İşte size, devlet reisi ve teb’anın karşılıklı haklarından -ki, çoğu Ahkâm-ı Sultaniye denilen kitaplarda beyan edilmiştir- evlâd ve ana-baba haklarına, ondan karı-koca ve işçi-işveren haklarına kadar, fıkıh kitaplarında, ahlâk ve terbiye risalelerinde, içtimâiyat ve hukuk eserlerinde; oldukça hacimli birer yer işgal eden onca meselenin üç-beş kelime ile peygamberâne bir ifadesi daha..!”2

Konuyla ilgili şu tarihi vak’a ne ibret vericidir! Ebû Osman en-Nehdî anlatıyor: “Ömer (radıyallahu anh) Benî Esed kabilesinden bir adamı bir işe memûr etmişti. Adam memuriyetini belirten belgeyi almak üzere Hz. Ömer’in huzuruna çıktı. O sırada kendi çocuklarından biri Ömer’in yanına geldi. Ömer ona olan şefkatinden dolayı çocuğunu öptü. O zât: “Ey Mü’minlerin Emîri! Sen çocuklarını öper misin böyle? (Bu şaşılacak bir şey!) Vallahi ben ömrümde hiçbir çocuğumu öpmedim”, dedi. Hz. Ömer: “Senin kalbinden merhamet çekilmişse, ben senin adına ne yapabilirim ki? Allah ancak merhametli kullarına rahmet eder. Sen çocuğuna şefkat göstermiyorsun, halka nasıl merhamet edeceksin? Öyleyse vallahi senin halka karşı da merhametin azdır, tâyin emrimizi geri ver. Bundan böyle benim memurum olamazsın”, dedi. Adam da tâyin emrini iâde etti ve Ömer onu işinden azletti.”3

Selçuk CAMCI

Selçuk Camcı, 1992 İlahiyat mezunu. Hadis Ana bilim Dalı’ndan yüksek lisansını yapan Camcı, İslam hukukundan doktora öğrencisi. Yeni Ümit Dergisi başta olmak üzere dini yayınlarda editör olarak çalıştı. Amerika Birleşik Devletlerinde Chaplaincy (manevi rehberlik) eğitimi aldı.

1 Buhârî, Cum`a 11; Müslim, İmâre 20; Ebû Dâvûd, İmâre 1

2 M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, 1/286-287

3 Beyhaki, Şuabu’l-İman 9/41.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.