Geri Dönüş

212

Bu ilk yolculuk, Recep ayında gerçekleşmişti. Aradan iki ay daha geçmişti. Ramazan ayının bir gününde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yine Kâbe’ye gelmiş, Rabbine ibadet ü taatle meşguldü. Yine etrafında bir kalabalık birikmiş, ne yapacağını seyre dalmışlardı. Bir ara Efendiler Efendisi, bütün hücreleriyle birlikte Kur’ân okumaya başladı; Necm suresini okuyordu. Kulaklarına gelen bu kelam, oradakilerin daha da dikkatini çekmiş ve pürdikkat O’nu dinliyorlardı. Zira, o güne kadar hep işin şamatasını yapmış ve yanlarında Kur’ân okunduğunda kuru gürültü yaparak, kelâm-ı ilahîden insanların istifade etmelerine engel olmak istemişlerdi.1 Belki de ilk defa bu kadar net işitmiş, ilahî kelamın ağırlığını ilk defa engelsiz dinleme fırsatı bulmuşlardı.

Herkes, gerçek niyetini unutmuş, kendini Kur’ân’ın sihirli dünyasına kaptırıvermişti. Yürekleri okşayan o ilahî beyan, adeta zihinlerindeki bütün kir ve pası silip süpürmüş; onları da bambaşka insanlar haline getirivermişti. Nihayet Efendiler Efendisi, surenin sonundaki secde ayetini okuyunca hemen secdeye gitti. O da ne; dinleyen herkes, yaptıklarını hiç sorgulamadan Allah Resûlü’nü taklit edip O’nunla birlikte secdeye gidiyordu! Sanki bu kelama ve onu tebliğ eden Resûlullah’a savaş ilan edenler onlar değildi! Kâbe’nin Rabbi, sanki gelecek günlerin perdesini aralamış, onlardan birini Mekke sakinlerine gösteriyordu.

Tabii olarak bu manzarayı seyreden başkaları da vardı; o kadar yakında olmadıkları için gördükleri bu manzaraya bir anlam verememiş ve Efendimiz’le birlikte secdeye giden Mekkelileri kınıyorlardı. Onları yeniden küfür çizgisine çağıran bir kınamaydı bu ve çok geçmeden hemen, kendilerinin büyülendiğini iddia ederek gerisin geriye dönüvereceklerdi.

Bu hadise, Habeşistan’a ulaşıncaya kadar şekil değiştirmiş ve sadece zahiri görüntüsüyle birlikte anlatılır olmuştu. Habere göre, artık Mekkeliler Müslüman olmuştu. Öyleyse Resûlullah’tan ayrı kalmaya ne hâcet vardı! Mekkeliler Müslüman olmuşsa, orada işkence ve sıkıntı da kalmamış demekti! Gerçekten de çok sevinmişlerdi. Bir taraftan da, hayret etmiyor değillerdi; bu kadar kin ve inat, iki ay içinde nasıl olur da değişebilir, katı kalpler bir anda nasıl da yumuşayıp Hak karşısında secdeye gidebilirdi! Demek ki Allah dileyince her şey olabiliyordu ve hemen geri dönme kararı aldılar.

Yine gemiye binmiş ve karşı sahile ulaşmışlardı. Artık, Efendimiz’e, Mekke’ye, Kâbe’ye, diğer mü’min kardeşlerine, çoluk-çocuklarına ve mal-mülklerine kavuşacak olmanın heye­canıyla yürüyorlardı. Nihayet, Mekke’ye bir saatlik bir mesafeye geldiklerinde işin gerçek yüzünü anlamışlardı. Bir yanlış anlamanın kurbanı olmuşlardı! Gerçekten de zor bir durumdu; geri dönüp yeniden Habeşistan’a gitmekle Mekke’ye girmek arasında gidip geldiler bir müddet! Daha sonra da, bir kısmı geri dönüp Habeşistan’a gitmeyi; diğer bir kısmı da, gecenin karanlığını bekleyip Mekke’ye girmeyi tercih edecekti.

Evet, Habeşistan’a geri dönenler yine kurtulmuştu; belki, yakınlarına kadar geldikleri halde Resûlullah’la görüşememiş, Kâbe’yi ziyaret edip arkadaşlarıyla hasbihal de edememişlerdi. Ancak, en azından Mekke’nin kin ve nefretinden korunmuş; huzur içinde ibadetlerini yapabilecekleri bir zemine yeniden kavuşmuşlardı. Mekke’ye geri gelenler ise, kendilerine sahip çıkacak bir hâmi bulabilenler, bir müddetliğine de olsa işkenceden kurtulmuşlardı. Ancak diğerleri, yeniden eski günlere geri dönmüş ve kendilerini, eskisinden de beter bir sıkıntının içinde buluvermişlerdi. Bu sefer, müşrikler önceki gidişi de bildiklerinden dolayı işi ihtimale bırakmıyor ve karşılaştıkları her yerde söz ve fiille mukabelede bulunup işkence yapıyorlardı.


Dipnot:

  1. Bkz. Fussılet, 39/26
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.