Efendimiz’in (sas) Eğitim Felsefesi (6): Tepkiye Dikkat

994

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), ilahî hak ve hakikatleri tebliğ, güzel ahlakı tamamlama, fert ve toplum için Kur’ân ve Sünnet çizgisinde yeni bir hayat ve medeniyet modeli oluşturma ve tevhide dayalı bütüncül bir varlık anlayışının inşası için gönderilmişti. Bu yolda bir peygamber, muallim, rehber ve lider olarak her hususta çok dikkatli ve dengeli hareket ediyordu. İç ve dış dünyasını, her türlü kir ve kötülükten koruyor; maddi manevi temiz ve örnek bir hayat yaşıyordu. Bir eğitimci olarak vazifesini yerine getirirken “duygu ve düşünceleri, hal ve hareketleri, yapıp ettikleri ve beyanları”, muhataplarını ulaştırmak istediği zirveye götüren basamaklar hüviyetindeydi.

Bu çerçevede duyduğu haberler, şahit olduğu ve yaşadığı hadiseler, muhataplarında karşılaştığı hatalar, uygunsuz tavır, davranış ve istekler, şiddet ve fitne içerikli eylem ve söylemler, soru ve sorunlar karşısında verdiği tepkilere de azami özen gösteriyordu. 

Tepkiler, muhatap/lar ve şahit olanlar için olumlu ya da olumsuz etkiler doğuracak uyarıcılar konumundaydı ve Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), bu hususta da ıslahı, irşadı ve yapıcı olmayı önceliyordu. Tepkileri ya muhataplarını kazanma ya hayra, şükre, sabra yönlendirme ya onları bir adım ileriye taşıma veya hadise hakkında en doğru bakış açısını, algıyı ve bilgiyi, zihin ve nazarlarda inşa etme istikametinde oluyordu. Verdiği tepkilerin, muhatabın ve şahitlerin iç dünyasında bir yansımasının olacağını biliyor ve hep şuurlu bir şekilde hareket ediyordu. Bu yönüyle tepkileri de eğitim felsefesinin bir yönünü oluşturuyordu. Hiç kimseye ve hiçbir olaya, insanların zihinlerinde olumsuz bir iz bırakacak, kendinden, davasından, ilahî hak ve hakikatlerden, temsil ve tebliğ ettiği değerlerden, ilimden, ahlaktan, adaletten, güzelden, iyiden ve doğrudan soğutacak ve uzaklaştıracak şekilde tepki vermiyordu. 

Aynı şekilde küfre sevk edecek, yanlışın, hatanın, isyanın, yalnızlığın, nefretin, karamsarlığın ya da kötülüğün kucağına itecek tepkilerden de fersah fersah uzak duruyordu. Verdiği tepkiler; bu tepkileri verirken tercih ettiği kelimeler, hitaplar hatta beden dili, muhatabın içine düştüğü yanlışı idrak etmesine, yaptığı/söylediği şeyin Allah katındaki ya da kendisi yanındaki yerini; doğru mu yanlış mı, güzel mi çirkin mi, faydalı mı zararlı mı hayır mı şer mi olduğunu anlamasına yardımcı oluyordu. İtici, dışlayıcı, nefret ettirici, küstürücü ve yangına körükle götürücü, bölünmeyi artırıcı, hakaret içeren, yersiz, yönsüz, haksız, dengesiz, aşırı ve kuşku uyandırıcı karşılıklardan uzak duruyor ve muhatabını, kazanma kuşağına davet edici tepkiler veriyordu.

Sözlü Tepkilere Dikkat

Söz, duygu ve düşünceleri olduğu gibi tepkileri de ifade etmede çok aktif şekilde kullanılır. Duyulan memnuniyetsizlik ve öfke, hoşnutluk ve sevinç, çoğu zaman sözle karşı tarafa aktarılır. Bu yönüyle insan, karşılaştığı şeyler karşısında vereceği tepkilerde muhtevaya, kullandığı kelimelere, cümlelere, ses tonuna, jest ve mimiklerine kısacası mesajına ve üslubuna çok dikkat etmelidir. Aksi takdirde öncesi, sonrası ve varacağı yer düşünülmeden hissi hareket edilerek ortaya konulan sözlü tepkiler, kırılmalara, kaymalara, savrulmalara ve kopmalara sebebiyet verebilir. Aynı şekilde akıl, mantık ve muhakeme süzgecinden geçirilerek verilen dengeli ve duyarlı tepkiler de muhatabı, hataların anlaşılmasına, yanlıştan vazgeçilmesine, derlenip toparlanmaya, doğru istikamete girmeye ve isabetli konum almaya götürebilir.

Cenâb-ı Hak, sözün; en doğrusunun, güzelinin, gönül alıcısının, adilinin, tutarlısının, iyisinin, saygılısının, kolaylaştırıcısının, tesirlisinin, samimisinin, uygununun, sağlamının söylenmesini emreder. Kötüsünü, asılsızını, çirkinini, yalanını, yaldızlı ama yamuk olanını yasaklar ve mü’minlerin, dilleri hususunda da hesaba çekileceğini haber verir ki bu, sözlü tepkileri de içine alır. Nitekim Kur’ân, mü’minlerin sözlü tepkilerini de mercek altına alır ve bazılarını verdikleri yanlış tepkiden dolayı uyarır. Mesela İfk hadisesinde bazı mü’minlerin verdiği tepkiyi doğru bulmaz ve “Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: “Hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!” demeniz gerekmez miydi?”1 buyurur. Verdikleri yanlış tepkinin yaygarayı artırdığına ve iftiranın etkisinin artmasına sebep olduğuna dikkat çeker. 

Bazılarını da verdikleri doğru tepkiden dolayı takdir eder: “Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: ‘Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun!’ dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırır ve ‘Hasbunallah ve ni’me’l-vekil/Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ derler.”2 Mü’minlerin verdikleri bu tepki ile içlerine korku salmaya çalışanların heveslerini kursaklarında bıraktıklarını haber verir. Kur’ân, mü’minlere, imtihanlar karşısında vermeleri gereken ilk tepki hususunda da rehberlik yapar: “Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele! Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.”3

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) de söz hususunda mü’minleri dengeli ve dikkatli olmaya davet eder ve bu konuda bir ölçü getirir: “Ya hayır konuş ya da sus!” Bu çerçevede Allah’a ve ahirete inananlar, konuşma, tebliğ, talim, teklif ve tenkitte olduğu gibi tepkilerini ifade ederken de ağızlarından çıkanlara dikkat etmelidir: “Muhakkak ki kul, Allah’ın rızasına uygun bir kelam sarf eder de bunun kazandıracağı dereceyi bilemez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kıyamete kadar kendisinden razı olur. Yine kul, bir kelam sarf eder de onun sebebiyle, Allah’ın kendisine gadab edeceğini hiç düşünemez. Halbuki Allah o sözü yüzünden, kavuşacağı güne kadar ona gadab eder.”4 

Bu noktada en dikkat edilmesi gereken an, şok vaktidir ki O (aleyhissalâtu vesselâm), nasihatte bulunduğu bir kadının kendisine verdiği yanlış bir sözlü tepki ve sonrasında duyduğu pişmanlık üzerine “Gerçek ve geçerli sabır, bela ve musibetlerin üzerinize tosladığı ilk andadır.” buyurur. Hislerin galeyana geldiği bu ilk anda verilecek yanlış bir tepkinin, muhatabın psikolojisinde ve hayatında, daha sonra hissedilecek pişmanlıkla telafi edilemeyecek neticelere sebebiyet verebileceğine işaret eder.5 Hatta bu noktada nefse hâkim olmayı, asıl pehlivanlık olarak görür ve “Sırtı yere gelmeyen gerçek pehlivan, güreşte rakiplerini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olandır.” buyurur.6

Allah Resûlü, genç ashâbını eğitirken zaman zaman onların hatalarına da şahit olur ve böylesi durumlarda verdiği tepkilere çok dikkat eder. Dilin hep yapıcı yanını kullanır; hakaret etmez, kötü/kem söz söylemez, kimseyi utandırmaz; toplum ya da topluluk içerisinde azarlamaz/zor durumda bırakmaz. Ensar’dan genç bir sahâbî Muâviye İbn-i Hakem, namaz esnasında aksıran birisine “Yerhamükellâh” der. Cemaat, sert bakışlarıyla ona tepki gösterir, o da “Yazıklar olsun! Ne oluyor da bana bakıyorsunuz?” diye karşılık verir. İnsanların üstelemeleri üzerine ise susmak durumunda kalır. Namazın ardından Allah Resûlü’nün kendisine nasıl tepki verdiğini ve davrandığını şöyle anlatır: “Ne ondan önce ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne bana vurdu ne de hakaret etti. Sadece: ‘Bu namazdır, namaz kılarken konuşulmaz. Çünkü namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur’ân okumaktır.’ buyurdu.”7 

Bir genç gelir ve “Yâ Resûlallah! Zina etmeme izin ver.” der. Gencin bu had ve haya bilmez ahlak tanımaz isteği karşısında orada bulunanlar hemen devreye girer ve tepkilerini ortaya koyarlar; genci azarlar hatta üzerine yürürler. Fakat Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), gayet sakin bir şekilde genci yanına çağırır, sohbet etmek için oturmasını ister ve talebinin doğru olmadığını kendisine hissettirmek için kucaklayıcı bir ses tonuyla sorular sormaya başlar. Soru cevaplar neticesinde genç nasıl bir yanlışın ağına düştüğünü anlar ve pişman olur. Verdiği tepkinin keyfiyeti ile genci ikna eden Allah Resûlü, son bir hamle daha yapar; elini şefkatle gencin omuzuna kor ve “Allah’ım! Bu gencin günahını bağışla. Kalbini yanlış duygu ve düşüncelerden temizle. Azalarını günaha girmekten koru!” diyerek dua eder. Yanlış bir tepki ile uçuruma itilecek genç, dikkatli, dengeli ve duyarlı bir tepki ile hem uçurumun kenarından alınır hem de bir daha oraya yaklaşmaması adına kendisine şuur kazandırılır.

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), bazen olayın ciddiyetini anlaması için muhatabın seviyesini ve konumunu da dikkate alarak sarsıcı sözlü tepkiler de verir. Kendisine kadar keyfi bir şekilde yürütülen savaş sürecini, getirdiği esaslarla Müslümanlara bakan tarafıyla yeniden düzenler; hukuk ve ahlak kuralları içerisine alır. Sefere gönderdiği komutanlara uymaları gereken bu kuralları, tek tek hatırlatır ve döndüklerinde rapor alır. Bu çerçevede bir seriyye dönüşü Hz. Usâme İbn-i Zeyd (radıyallahu anh), çatışma esnasında korktuğu için “Lâ ilâhe illallah” diyen bir kimseyi öldürdüğünü haber verir. Allah Resûlü, bu konularda çok hassastır ve “Kalbini mi yarıp baktın; korktuğunu böylece mi anladın. Kıyamet günü ‘Lâ ilahe illallah’ sözü karşına çıkarsa ne yapacaksın?” şeklinde ağır bir tepki verir. Konunun ehemmiyetini ve hassasiyetini muhataba hissettiren bu tepki, başta Hz. Usâme olmak üzere herkesin bu vb. konularda ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini anlamalarına yeter.8

Bir baba olarak Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), yaşadıkları ya da yaşananlar karşısında çocukları yanında verdiği tepkiler hususunda da örnek tavrını sürdürür. Peygamberlik sonrası hayatı âdeta sıkıntılar yumağına dönüşür. Çocuklarının da şahit olduğu sayısız gaile ile baş başa kalır. Mesela bir seferinde secde halinde iken soluğunu kesmek isteyen despot müşrikler, bir deve karnını içi dolu halde üzerine bırakırlar. Kızlarından biri yetişir ve gözyaşları içerisinde onu bu durumdan kurtarır. Bu halin kızında isyan, yeis vb. duygulara sebebiyet vermemesi adına verdiği tepki “Üzülme kızım! Allah, babanı zayi etmez!”9 olur. Böylece ona, Allah’a güven, sabır ve ümit duyguları aşılar.

Yine ufukta beliren Bizans tehlikesini bertaraf etme adına çok zor bir zamanda ve atmış iki yaşında Tebûk seferine çıkar. Sefer kırk günü yollarda olmak üzere iki ay sürer ve Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), saçı sakalı dağılmış, üstü başı yırtılmış ve toza toprağa belenmiş halde Medine’ye geri döner. O’nu bu halde gören kızı Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ) gözyaşlarına hâkim olamaz ve hıçkırıklara boğulur. Allah Resûlü, “Ağlama kızım! Allah, babanı öyle bir iş ile gönderdi ki gün gelecek o, yeryüzünde taş ve topraktan yapılmış, kerpiç ve tuğladan örülmüş her eve; deve tüyünden, koyun yününden ve keçi kılından örülmüş her çadıra, gece ve gündüzün ulaştığı gibi ulaşacak, mü’minleri aziz ve düşmanlık yapanları ise zelil kılacaktır.”10 buyurur. Hem hüzün bulutlarını dağıtır hem de karamsarlık, pişmanlık, isyan ya da yakınma doğuracak bir tepki yerine ümit, heyecan ve hedef içeren bir müjde verir ve beyanları ile onu, en doğru şekilde besler.

Netice

Bir peygamber, lider ve rehber olarak Allah Resûlü, tepkinin insan psikolojisi üzerindeki etkisini fıtrî bir şekilde hep göz önünde bulundurur ve eğitim faaliyetleri sırasında muhataplarını kazanma, kurtarma ve yetiştirme noktasında çok iyi değerlendirir. Çevresindekilerden farklı olarak onları, hakka, hakikate, doğruya, iyiye, güzele, tefekküre ve empatiye sevk edecek tepkiler verir ve böylece içine düştükleri saygısızlıktan, düşüncesizlikten, hatadan, yanlıştan, kötülükten, zulüm ve haksızlıktan kendilerini çekip çıkarır. Onların iman, irade, ümit ve azimleri, niyet ve nazarları, hal ve hareketleri, duygu ve düşünceleri üzerinde olumsuz tesirler uyandıracak tepkilerden uzak durur. Zamanı, zemini, şartları, karşı tarafın o anki ruh halini ve muhatabın seviyesini nazara alır; bunlardan dolayı verilecek tepkinin altında yatan hikmet anlaşılamayacaksa ya da yanlış anlaşılacaksa sükûtu tercih eder.

Bunları, bu makalede sözü uzatmama adına zikrettiğimiz birkaç örnekte değil hayatı boyunca gösterdiği bütün tepkilerde görmek mümkündür. 

İnsan, çevresinin çocuğudur ve bu çerçevede onun zihin dünyasını şekillendiren, tavır ve davranışlarına yön veren en önemli esaslardan birisi de çevresindekilerin hadiselere verdiği tepkilerdir. Eğitimci konumunda bulunan kimseler (anne, baba, muallim, usta, idareci ve toplum), muhataplarının önünde verdikleri tepkilere dikkat etmeli; hissi hareket etmekten kaçınmalıdırlar. Sözlü ya da fiili verdikleri tepkiler ile karşılarındaki insanı/insanları yanlış yerlere, duygu ve düşüncelere savurabileceklerini asla akıllarından çıkarmamalı ve hep yapıcı şekilde hareket etmelidirler.

Not: Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) verdiği fiili tepkiler ve bu konuda gösterdiği hassasiyetler ayrıca ele alınacaktır.

Dipnot:

  1. Nûr Sûresi, 24/16
  2. Âl-i İmrân Sûresi, 3/173
  3. Bakara Sûresi, 2/155, 156
  4. Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî Zühd 12
  5. Bkz. Buhârî, Cenâiz 31
  6. Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106
  7. Müslim, Mesâcid 3
  8. Buhârî, Megâzî 45; Diyât 2; Müslim, İmân 158
  9. Taberânî, Kebîr 3/268; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe 5/124; İbn-i Abdilberr, İstiâb 1/170
  10. Hâkim, Müstedrek 3/169; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 8/262, 263; Taberânî, Kebîr 22/225, 226
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.