Direnç Eğitimi

196

İnsanların, sadece imanda zirveyi yakalamaları yeterli değildi; aynı zamanda onların, iman adına yürürken karşılarına çıkabilecek engelleri aşabilmek için gösterecekleri direnç de çok önemliydi. Bunun için Kur’ân, sıklıkla önceki peygamberler ve onların ümmetlerinden örnekler verecek ve bu istikamette ne türlü sıkıntılara maruz kaldıklarını anlatarak ümmet-i Muhammed’i de, gelecek günlerde yaşanabilecek muhtemel problemlere karşı hazırlayacaktı. Şöyle diyordu:

– Elif, lâm, mîm! Mü’minler, sadece “iman ettik” demekle, öyle hiç imtihana tâbi tutulmadan kendi hallerine bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar? Elbette Biz, onlardan önce yaşamış nice mü’minleri de imtihanlara tâbi tutup denedik. Şüphe yok ki Allah, elbette şimdiki mü’minleri de imtihan edip, iman iddiasında sadık olanlarla bu konuda samimi olmayanları birbirinden ayıracaktır![1]

Demek ki, geleceğin sürpriz sıkıntılarını göğüsleyebilmek için sadece “iman ettik” demek yetmiyordu. Elbetteki iman, çok önemli bir meseleydi; ama imanın da kendi içinde dereceleri vardı ve bu yolun sâliki olan bir mü’min, imanda kemal noktayı yakalamalıydı ki, Allah’ın kendisi için takdir ettiği ipi arızasız göğüsleyebilsin ve necat bulduğu yurtta, ‘rıza’ ufkunu yakalamanın semereleriyle baş başa kalabilsin!

Evet, mü’minleri gelecekte cennet ü cinân, rahmet-i Rahmân bekliyordu; ama bunun için hiç durmadan çalışmak gerekiyordu. Dünya, ücret yeri olmadığı için bu çalışmaların semeresi, çoğunlukla ölüm sonrası ebedi hayatta kendini gösterecek, buna mukabil acıları burada yaşanacaktı.
Cehennem lüzumsuz olmadığı gibi cennet de ucuz değildi! Böyle bir nimete ulaşabilmek için, çile ve mihnet imbiklerinden geçmek, sabır deryalarında reftâre at koşturmak ve her şeye rağmen yerinde sabit kadem kalabildiğini göstermek gerekiyordu. Zira Cibril’in getirdiği mesaj, şunları söyleyecekti:

– Yoksa siz, daha önce yaşayıp da misyonlarını eda etmiş ümmetlerin başlarına gelen o sıkıntılı durumlara maruz kalmadan, öyle kolayca cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar, öyle ezici mihnetlere, öyle katlanılmaz zorluklara dûçâr oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, peygamber ile onun yanındaki mü’minler bile, “Allah’ın vaad ettiği nusret ve yardım ne zaman gelecek?” diye yalvarıp bekleyecek duruma geldiler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır![2]

Sabahın aydınlık fecri çok yakındı ve doğmak üzereydi; ufukta bahar vardı… Günler şafağa durmuş bahar soluklayacak olmanın heyecanını yaşıyordu… Ancak, bunun için bir Ebû Bekir, bir Hatice, bir Ali olmak gerekiyordu… Tarihte yaşanan her yeni şafak, hep böyle bir imana sahip olanların üzerinde bayraklaşmıştı.[3] Bu keyfiyet yakalandıktan sonra, dünya bomba olup patlasa ne değişirdi ki! Zaten zaman da, değişmediğini gösterecekti.


Dipnotlar:
[1] Bkz. Ankebût, 29/1, 2, 3
[2] Bkz. Bakara, 2/214
[3] Bkz. Sâffât, 37, 171-177; Kamer, 54/45; Sâd, 38/110; Nahl, 16/41; Yûsuf, 12/7; İbrâhîm, 14/14; Rûm, 30/4

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.