Asr-ı Saadet’te İrtidat Hâdiseleri

449

Dinden dönme anlamında irtidat, İslâmî literatürde birçok ilim dalını çeşitli açılardan ilgilendiren bir kavramdır. İrtidat, Kur’anî bir kelimedir ve tefsir ilminin kapsamındadır. Birçok hadis mecmualarında mürtetlerle alâkalı müstakil bir bölüm bulunur. Hazreti Ebû Bekir dönemi ridde savaşları yönüyle tarih ilminin mevzusudur. Hâricilerin tekfir anlayışından dolayı, kısmen İslâm mezhepler tarihiyle ilgilidir. İnanç esaslarını ilgilendirmesiyle kelâm ilminin belki de en hassas konularından birini teşkil eder. İlk dönemlerden günümüze kadar aktüalitesini koruyan bir konu olarak, İslâm hukukçularının en tartışmalı problemlerinden birini oluşturur. Diğer ilmî disiplinleri ilgilendirmesinin yanında İslâm hukuku içerisinde bile, fıkhın birçok alt branşlarını; hattâ birbirinden bağımsız alanları ilgilendirmesi konuyu geniş boyutlu kılar. Ridde ve irtidat fıkıh literatürümüzün, siyer bölümünde ve hadler kapsamında; hattâ ibadetler kısmında incelenir.[1] Ne var ki, konunun bütün boyutlarına burada değinmek mümkün olmadığı için, biz burada sadece Asr-ı Saadet’teki bazı ferdî irtidat hâdiselerini ve özellikle de Hazreti Ebû Bekir dönemi ridde savaşlarını tarihî açıdan değerlendireceğiz.

1. İrtidatın Sözlük Mânâsı

Sözlükte “redde” kelimesi, geri göndermek, geri getirmek, geri çevirmek gibi geniş bir yelpazede kullanılan geçişli bir fiildir.[2] Bu kökten türetilen “irtedde” ise, geri çekilmek, geri gelmek, dönmek, terk etmek mânâlarında geçişsiz bir fiildir. İrtedde ani’d-din / ani’l-İslâm ifadesi müslüman olduktan sonra küfre dönmeyi ifade eder. Ridde ani’l-İslâm ifadesi de İslâm’dan dönme mânâsına gelir. Bazı dilcilere göre ise, terim mânâsı olarak “riddet” kelimesi küfre dönmeyi; irtidat ise hem küfre dönme anlamında hem de diğer mânâlarda kullanılır.[3]

2. Peygamberimiz Dönemi Ferdî İrtidatlar

Peygamberimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) davet mektubu Hirakl’e ulaştığında o, Ebû Sufyan’a çeşitli sorular sorar. Bu sorulardan birisi de, “Ümmeti artıyor mu, eksiliyor mu?” şeklindedir. “Artıyor.” cevabını alır. Akabinde, “İslâm’ı kabul edenlerden dönenler oluyor mu?” sorusunun cevabı da “Hayır.” olur.[4]

Yine de tarihî olarak Mekke ve Medine dönemlerinde nadirattan da olsa bazı irtidat hâdiselerinin olduğu rivayet edilir. Misâl olarak şu hâdise hatırlanabilir: Ümmü Habibe Remle Bint-i Ebi Sufyan, kocası Ubeydullah İbn-i Cahş el-Esedi ile birlikte müslüman olur. İşkenceler yüzünden, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret eder. Fakat Habeşistan’da kocası dininden dönerek Hristiyan olur. O, Ümmü Habibe’yi de dininden döndürmeye çalışır; fakat Ümmü Habibe, dininde sebat eder ve bu sebatının mükâfatı olarak Peygamberimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) evlenerek müminlerin annesi olmakla şereflenir.[5]

Bilindiği gibi, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kan dökülmesini istemediği için Mekke seferini gizli tutar. Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu anh), kızı Hazreti Aişe Validemiz’e (r.anha) sefer istikametini sorduğunda “Bilmiyorum.” cevabını alır. Buna rağmen, Hatib İbn-i Ebi Beltea, Sare isimli kadınla Mekke’deki akrabalarına bir mektup gönderir. Kadının yakalanmasıyla bu hain plân neticesiz kalır. Hazreti Ömer, Hatib’in öldürülmesi kanaatindedir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise şefkat gösterir ve Bedir ashabından olmasının hatırını gözetir. Bu mektubu taşıyan kadın ise yakalandıktan sonra serbest bırakılır, Mekke’ye ulaştığında da dinden döner.[6]

Mekke fethi günü Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sahabelere, müşrikler saldırmadıkları sürece onlarla savaşmamalarını emreder. İstisnai olarak bazı kişilere eman verilmeyeceğini de beyan eder. Eman verilmeyenler arasında, irtidat edenler de vardır. Bunlardan biri Abdullah İbn-i Hatal’dır. Müslüman olduktan sonra Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onu sadaka memuru olarak görevlendirir. O ise ihanet ederek arkadaşını öldürür, sadaka mallarını alır ve irtidat eder.[7] Mekke fethinde İbn Hatal’ın Kabe’nin örtüsüne sarıldığı Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verilir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), onun öldürülmesi emrini yineler.[8]

Eman verilmeyen kişilerden birisi de Abdullah İbn-i Sa’d’dır. Abdullah İbn-i Sa’d İbn Ebi Sarh, Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) kâtiplik yapan bir kişidir. “Dinden çıkanlara şeytan önce fit vermiş.” (Muhammed, 47/25) denilerek durumu anlatılır. Devamında, “Adam irtidat ederek kâfirlere sığındı.” denilir. Bu sebeple Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fetih günü, nerede olursa olsun onun öldürülmesini emreder. Ancak Hazreti Osman onu himayesine alır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu himayeyi -isteksiz de olsa- onaylar.[9] Mikyas İbn-i Hubabe de, müslüman olduktan sonra irtidat edip, müşrik olarak Mekke’ye geri döner.[10]

Bir Arabî, Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) biat eder. Medine’de bir süre kaldıktan sonra hastalığa yakalanır ve Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) biatını geri almak istediğini belirtir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buna razı olmaz. Fakat Arabî talebini sık sık dile getirir. Sonra da çekip gider. Bu hâdiseyle ilgili olarak Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Medine körük gibidir. Pisini temizinden arındırır.“[11] buyurur.

Ureyne kabilesinden bir grup insan Medine’ye Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna gelir. Yalnız, hava değişikliğinden dolayı hastalanırlar. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara, “Dilerseniz zekât develerinin yanına gidin. Develerin sütünden ve bevillerinden içersiniz.” tavsiyesinde bulunur. Onlar da böyle yaparlar ve iyileşirler. İyileştikten sonra, çobanlara saldırıp onları öldürürler. Hayvanlarını gasp eder ve irtidat edip kaçarlar. Bu hâdise Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verilince peşlerine adam gönderir ve yakalanıp getirilirler. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptıklarına kısas olarak onların ellerini ve ayaklarını kesip gözlerine mil çektirir ve ölünceye kadar Harre mevkiinde bırakılmalarını emreder.[12]

3. Peygamberimiz Döneminde Yalancı Peygamberler

Bir gün Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) minbere çıkar ve sahabilere şöyle hitap eder: “Ey insanlar, ben kadir gecesi bir rüya gördüm; ama onu unutmuştum. Rüyamda kollarımda iki altın bilezik gördüm. İkisinden de hiç hoşlanmadım. Onlara üfledim, onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziği Yemen ve Yemame’de çıkan bu iki yalancı (peygamber) ile yorumladım.”[13]

İslâm tarihinde ridde olaylarının sayısı on bir olarak verilir. Bunlardan üçü Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında vuku bulur. İlki, Esved hâdisesidir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onun öldürüldüğü haberini vefat edeceği günün sabahında alır. Vefatından sonra, hâdiseler yeniden patlak verir.

Mesleme, Hanife oğulları arasında peygamberlik iddiasında bulunur. İki yandaşını kendisinin peygamber olduğunu bildiren bir mesajla Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderir. Mesleme’nin “Arap Yarımadası’nın yarısı senin, yarısı benim olsun.” teklifini Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Yeryüzü Allah’ındır.” diyerek reddeder. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) temsilcilerden kendi inançları hakkında bilgi alır. Mesleme’nin peygamberliğine inandıklarını söylediklerinde ise, “Allah’a yemin olsun ki, eğer elçilik masuniyetiniz olmasaydı, sizi öldürüp başlarınızı keserdim.” buyurur. İslâm tarihinde o günden sonra adı Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) isimlendirmesiyle Müseylimetü’l-Kezzab olacaktır. Fakat Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında onunla alâkalı daha fazla bir şey yapılamaz.[14]

Diğer bir peygamberlik iddiasında bulunan kişi, Tuleyha’dır. Kâhin bir kişidir ve Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında nübüvvet iddiasında bulunur. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı kabileden Hazreti Dırar’ı savaşmak maksadıyla Tuleyha’nın üzerine gönderir. Hazreti Dırar oraya yürür. Tam savaş hazırlıkları yapıldığı esnada Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat haberi gelir. Tuleyha cesaret alır ve çevredeki kabileler kendisine inanırlar. Gatafan, Hevazin ve Tay kabileleri de onun etrafında yer alırlar. Bu sebeple, Hazreti Dırar Medine’ye geri dönmek zorunda kalır.[15]

4. Hazreti Ebû Bekir Dönemi Ridde Savaşları

Hazreti Ebû Bekir’in (r.a) halife seçilmesi akabinde, birçok irtidat ve itaatsizlik hâdiseleri görülür. Etrafta meydana gelen olaylar tehlikeli boyutlara ulaşır. Mekkelilerden bile itaat etmek istemeyenler bulunmaktadır. Bu esnada Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından hazırlanmış Üsame ordusu vardır. Hazreti Ömer (r.a), bu ordunun gönderilmemesi taraftarıdır. Hazreti Ebû Bekir ise çok kararlıdır; “Köpekler kurtlar üzerime saldıracak olsa bile yine de Üsame ordusunu gönderirim.” der. Çünkü ona göre, Üsame’nin gönderilmesi Resulullah’ın emridir.

Bu boşluğu fırsat bilen bazı kabileler, Medine’ye baskın düzenlerler. Gerçi bu beklenmedik bir hâdise değildir. Alınan istihbarat üzerine Hazreti Ebû Bekir, halkı camide toplar ve Medine geçitlerine, Hazreti Ali, Hazreti Zübeyr, Hazreti Talha ve Hazreti Abdullah İbn-i Mesud’u görevlendirir. Muhtemelen bu isimlere grup başkanları olarak bakılabilir. Beklenen baskın gece gerçekleşir; fakat geri püskürtülür, Medine dışlarına kadar takip edilirler. Ne yazık ki, bu hâdise mütereddit olanların daha hızlı kaymasına sebep olur. 40 gün kadar sonra ise Üsame ordusu geri döner.[16]

Üsame ordusunun geri dönüşüyle birlikte, etraf kabilelerden oluşan birliklerle Hazreti Halid komutasında düzenli ve plânlı harekâta geçilir. Her şeyden önce barış teklifleri yapılır, haksızlık yapılmaması önemle vurgulanır. Allah’tan başka ilâh yoktur, Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun resulüdür demeye, namaz kılmaya, zekât vermeye, Ramazan orucunu tutmaya, haccetmeye, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeye, itaate ve cemaate davet gibi kapsamlı bir çağrı yapılır.[17]

Yalancı Peygamber Tuleyha: İlk olarak Tuleyha üzerine gidilir. Sulh çağrısı yapılır. Fakat bu çağrı kabul görmez. Savaş yapılmak zorunda kalınır. Savaşta mağlup olurlar. Tuleyha, Şam tarafına kaçar. Yakalanan bazı kişiler Hazreti Ebû Bekir’in huzuruna çıkarılır. Bunlar arasında mürtetlerden Uyeyne isimli birisi de vardır. Diğer sahabeler: “Ey Allah’ın düşmanı, imandan sonra küfre düştün ve müslümanlarla savaş yaptın,” diyerek onu kınarlar. Hazreti Ebû Bekir de ona: “Ey Allah’ın düşmanı, müslüman oldun, Kur’ân okudun sonra da kâfir olarak İslâm’dan döndün. Senin boynunu vuracağım.” diyecektir. Uyeyne ise: “Ey Allah Resulü’nün halifesi, Peygamberimiz bana hep güzel muamelede bulundu. Hâlbuki Resulullah beni sizden daha iyi tanırdı. Benim hakkımda ona hiçbir şey gizli değildi. Ben nifak içindeyken Resulullah dünyadan göçtü. Ne var ki, bugün ben Allah’a tövbe ediyorum. Senden af diliyorum. Beni affet.” Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir Uyeyne’yi de amcaoğullarını da affeder; onlara iyi davranır; yedirir-içirir, giydirip gönderir.[18]

Bu hâdise Tüleyha’ya ulaşınca pişmanlık duyar. Şiir yazıp Hazreti Ebû Bekir’e gönderir. Bu şiir, Hazreti Ebû Bekir’i çok duygulandırır. Tuleyha’nın Medine’ye dönme niyeti vardır; ama bu niyet Hazreti Ebû Bekir’in vefatına kadar gerçekleşmez. Hazreti Ömer halife olunca, tövbe eder, müslüman olur ve Hazreti Ömer’in huzuruna çıkarılır. Hazreti Ömer, Tüleyha’ya sebep olduğu ölüm hâdiselerini hatırlatarak, “Sabit İbn-i Erkam ve Ukkaşe İbn-i Mihsan’ı öldürdüğün hâlde Cehennem’den kurtulmayı nasıl ümit ediyorsun.” diyerek sitem eder. Onun cevabı ise, “İyi ki, tersi olmamış. Çünkü ben ebedî Cehennem’de olacaktım.” olur. Karşılıklı konuşmalar cereyan eder. Hazreti Ömer sözlerinin samimiyetine güven duyduğunda alaka gösterir, daha sıcak davranır, yanında kalmasına müsaade eder. Sonra da, Hazreti Sa’d İbn-i Ebi Vakkas’la birlikte gönderir. Onun için, yâd-ı cemil bırakarak İslâm’a hizmet etti, denilir.[19]

Malik İbn-i Nüveyr Hâdisesi: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Temim kabilesine bazı kişileri görevli olarak tayin eder. Malik İbn-i Nüveyr de bunlar arasındadır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde bazı kabileler zekâtlarını Hazreti Ebû Bekir’e gönderir. Fakat Malik göndermeyenler arasındadır. Yalancı kadın peygamber Secah’ın da oraya gelmesiyle, istenmedik olaylar gelişir. Temim oğulları yaptıklarına pişman olur ve İslâm’a geri dönerler. Malik hâlâ kararsızdır. Kabilesiyle birlikte bir yerde toplanır. Tuleyha’dan sonra Hazreti Halid’in kendileri üzerine geldiğini öğrendiklerinde, dağılırlar. Esir alınanlar arasında Malik de vardır. Hazreti Halid öldürülmelerini emreder. Malik: “Ben namaz kılan bir müslüman olduğum hâlde beni öldürecek misin?” karşılığını verir. Hazreti Halid ise “Eğer müslüman olsaydın, zekât vermemezlik yapmazdın ve kavmine de vermemelerini emretmezdin.” diyerek öldürülmesi emrini yineler. Hazreti Ebû Bekir bu hâdiseyle ilgili onun içtihadında hatalı olduğunu beyan eder.[20]

Yalancı Peygamber Müseylime: Müseylime’nin peygamberlik iddiası Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde başlar. Fakat Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde olumsuz münasebetlere rağmen, pek fazla bir şey yapılmaz. Hazreti Ebû Bekir döneminde ilk önce diğer kabilelerden başlanması, Müseylime’nin ününün daha da artmasına sebep olur. Başlıca iddiası şunlardır: “Kureyş nübüvvete ve imamete neyle sizden daha fazla layık oluyor? Onlar sizden ne sayıca daha fazla ne de daha şerefli. Mallarınız da onlardan daha çok. Üstelik her gün Cebrail bana da geliyor.” Bu ün, yalancı kadın peygamber Secah’ı da cezbeder, yanına gider ve evlenerek karı koca peygamber olurlar (!) Bu hâdise, Hazreti Ebû Bekir döneminde yapılan şiddetli savaşlar neticesinde Müseylime’nin öldürülmesiyle sona erer.[21]Bu kabilenin ileri gelenleri, yeni bir fitneye sebebiyet vermemeleri için belli bir yerde mecburi ikametle cezalandırılır. Hazreti Ömer’in hilafetinin ilk yıllarında bu kişilerin fitneye sebebiyet vermeleri ihtimali bulunmadığı için, cezaları affedilir ve kabilelerine geri gönderilir.

Bahreyn Bölgesi: Bahreynliler “hilafete İbn Ebi Kuhafe’den daha layığız.” iddiasındadırlar. İran’la gizli anlaşma yaparlar. Müslüman olanlara karşı savaş başlatırlar. Bazen müslümanlar bazen de diğerleri galip gelir. Fakat sonunda oradaki müslümanları muhasara ederek aç bırakırlar. Hazreti Ebû Bekir bunlara yardım gönderir ve mağlup edilirler. Farslılara da eman verilir. Liderleri Münzir, çok pişman olur ve Hazreti Ebû Bekir’e bir mektup gönderir.[22]

Yemen Bölgesi: Hazreti Ebû Bekir halife olunca, Eş’as İbn-i Kays: “Bu iş Ebû Bekir’den sonra ne olacak?” diyerek isteksizliğini belirtir. İçlerinden birisi, müslümanların kazandıkları zaferleri emsal göstermesine rağmen, Eş’as, coğrafî konumlarının Medine’ye uzak olmasının kendi lehlerine olduğunu söyler. Halk iki gruba ayrılır. Bazıları namazlarını kılmaya ve zekâtlarını vermeye devam ederken, diğerleri zekât vermemeye ve isyana yeltenirler. Bu hâdiseler karşısında Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Yemen valisi olarak görevlendirdiği Hazreti Ziyad çok üzgündür. Bazıları isteyerek bazıları da istemeyerek zekâtlarını verirler. Zekât develerine ait bir hâdise de savaş sebebi olarak gösterilir. Muhtemelen bu hâdise, aysbergin görünen yüzüdür ve savaş kıvılcımından ibarettir. Çünkü bir damla, ancak dolu bir bardağı taşırır.

Hazreti Ziyad, biriktirdiği malları Medine’ye gönderir ve gönderdiği kişiye, Hazreti Ebû Bekir’i olaylardan haberdar etmemesini de tembihler. Diğer bölgelere gider ve onları itaate çağırır. Onlar da, “Ey Ziyad! Bizi, ne size ne bize hiçbir ahdi olmayan bir kişiye mi itaate çağırıyorsun?” karşılığını verirler ve tartışmalar hilâfet ekseninde sürer. Hatta Hazreti Ziyad’ı öldürmeye bile yeltenirler. Akabinde kendisi Medine’ye gelir ve olanları anlatır. Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ziyad’ı yeni bir müfreze ile bunların üzerine gönderir. Bu haber bazılarını tedirgin eder, “İtaatimizi bildirelim ve gönüllü olarak zekât mallarımızı edâ edelim.” derler. Bazıları aksi kanaattedir. Eş’as da pişmanlık duyar gibidir.

Hazreti Ziyad önce Eş’as üzerine yürür; ama Eş’as, Hazreti Ziyad’ı mağlup eder. Sonunda hâdiselerden Hazreti Ebû Bekir haberdar olur ve çok üzülür. Eş’as’a hitaben bir mektup yazar; “Eğer dinden dönmene ve zekât vermemene valim Ziyad sebep olmuşsa, onu azlediyorum. Size istediğiniz kişiyi vali atayacağım.” Eş’as, mektubu okuduktan sonra elçiye şöyle söyler: “Arkadaşınız Ebû Bekir, biz kendisine muhalefet ettik diye bizi küfürle itham ediyor; fakat arkadaşın kavmimi ve amcam oğullarını öldürdüğü hâlde onu küfürle itham etmiyor.” Elçinin “Çünkü sen müslümanların cemaatine muhalefet ettin.” cevabı üzerine, Eş’as’ın yeğeni elçiyi öldürür. Bazıları bunu kınasa da, Eş’as “Öldürülmesini emretmedim; ama bu katli fazlaca da umursadığım söylenemez.” diyerek duygu ve düşüncesini ifade eder. Savaş yeniden patlak verir ve sonunda takviye bir güçle hâdiseler bastırılır.

Eş’as, Hazreti Ebû Bekir’in huzuruna çıkarılır. Bu arada Hazreti Ömer, “Ey Allah resulünün halifesi, bu Eş’as İbn-i Kays’dır. Müslüman’dı, Peygamberime iman etti, Kur’ân okudu, haccetti. Sonra da dininden döndü ve zekâtı vermedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Kim dinini değiştirirse, onu öldürünüz.’ buyurdu. Onu öldür, onun kanı helâldir.”[23] diyerek görüşünü belirtir. Eş’as ise şöyle cevap verir: “Ey Allah Resulü’nün halifesi, ben ne dinimi değiştirdim ne de malımda cimrilik ettim. Fakat valin Ziyad, kavmime zulmetti. Suçsuz olanları öldürdü. Olayları tasvip etmedim. Kavmimden yardım istedim ve onlarla savaştım. Olanlar oldu. Yemenli bütün esirleri serbest bırak ki, kız kardeşini de benimle evlendirmen şartıyla yaşadığım sürece sana yardımcı olayım. Ben sizin için iyi bir akrabayım. Bu, Ömer İbn-i Hattab’ın görüşünden daha iyidir.” Hazreti Ebû Bekir bir süre suskun kalır. Sonra da başını kaldırır ve “Hayırlı olsun.” ifadesini kullanır. Hazreti Ebû Bekir, Eş’as’a son derece iyi davranır.[24]

Bilindiği gibi irtidat eden kabilelerden bazıları yalancı peygamberlerin etrafında yer alırlar. Bazıları ise müslüman kaldıklarını beyan etmekle beraber, Medine’ye zekât vermeyeceklerini söyleyerek isyan hareketini başlatırlar. Yaklaşık bir yıl kadar süren bu hâdiselerin İslâm tarihindeki adı, ridde savaşlarıdır. Bu kabilelerin durumunu tanımlama için kullanılan ifadeler genel olarak şu şekildedir: Dönenler döndü, irditat edenler irtidat etti, küfredenler küfretti. Fakat gerek müslüman olarak kalanların gerekse de irtidat edenlerin ortak özellikleri Hazreti Ebû Bekir’in hilafetini tanımama olduğu söylenebilir. Bu özellik valilerin merkeze çağrılması hengamındaki halka olan davetlerinden de anlaşılır. Sulh çağrısında itaat etme ve cemaate davet maddesi dikkat çeker. Daha önce biat etmeleri hatırlatılır. Anlaşmalarına sadık kalmaları istenir.[25]

Netice

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki ferdî irtidat hâdiseleri, genellikle ruh hastalığı şeklinde kendini gösterir. Bu hasta ruhlar erkekler arasından çıkabildiği gibi, kadınlar arasından da çıkabilmekte, hattâ bu kişiler, peygamberlik iddiasında bile bulunabilmektedirler. Ayrıca, vahiy kâtipliği yapan Abdullah İbn-i Sa’d İbn Ebi Sarh’ın irtidat etmesi, hiç kimsenin garantisi olmadığını gösterir. Bedir ashabından olmasına rağmen Hatib İbn-i Ebi Beltea örneği ise, mal, makam, kadın gibi hususlarda her müslümanın hassas olması gerektiğini hatırlatır. Diğer taraftan, Mekke fethinde gasp, adam öldürme gibi suçlardan sabıkalı mürtedlerin bile affedilmesi, Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şefkatinin bir neticesidir. Hazreti Ebû Bekir dönemindeki ridde savaşlarının bazıları tamamen dinden dönme şeklinde, bazıları ise namaz kılmakla beraber, zekât vermemek suretiyle isyan ederek fitne çıkarma şeklinde olmuştur.


Dipnotlar:

[1] Bkz. Serahsi, Mebsut, Kasani, Bedai’, Mavsili, İhtiyar, Merginani, Hidaye, İbn Abidin, Haşiye.
[2] Asım Efendi, Kamus Tercemesi, byy. ts. I, 1140–1141.
[3] İbn Manzur, Ebu’l-Fadl, Lisanü’l-arab, Beyrut 1988, V, 184 vd. 
[4] Buhari, Bedü’l-Vahy, 6; Es’ad, s. 733. 
[5] Bintü’ş-Şat, Aişe Abdurrahman, Teracimu seyyidati beyti’n-nübüvve, Kahire 1988, s. 393. 
[6] Es’ad, Mahmud, İslâm Tarihi, sad. A. Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul 1983, s. 796. 
[7] İbn Hişam, es-Siretü’n-nebeviyye, byy. ts. IV, 52. 
[8] Tirmizi, Cihad, 18. 
[9] Ebu Davud, Hudud, 1; Nesai, Tahrimu’d-Dem, 15. 
[10] İbn Hişam, IV, 52–53. 
[11] Müslim, Hac, 88, Ayni, X, 476.
[12] Buhari, Diyat, 22; Müslim, Kasame, 2.
[13] Buhari, Ta’bir, 38; Megazi, 70, 71; Müslim, Rü’ya, 21. 
[14] Buhari, Muharibin, 16, 17; Müslim, Kasame, 9. 
[15] Hudari, Muhammed, İtmamu’l-vefa fi sireti’l-hulefa, Beyrut 1989, s. 53. 
[16] Hudari, s. 44. 
[17] Vakidi, Muhammed b. Ömer Vakid, Kitabu’r-ridde ve nebzetün min futuhi’l-ırak, tah. Babenki Bor, Paris 1989, s. 41–42. 
[18] Vakidi, s. 47; Hudari, s. 53–55. 
[19] Vakidi, s. 57; Maverdi, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib, Kitabu kıtali ehli’l-bağy mine’l-havi’l-hebir, tah. İbrahim b. Ali Sandukci, Kahire 1987, s. 83.
[20] Vakidi, s. 57–60; Hudari, s. 55–56. 
[21] Vakidi, s. 60–76; Hudari, s. 56–59. 
[22] Vakidi, s. 82–94. 
[23] Vakidi, s. 123. 
[24] Vakidi, s. 124. 
[25] Vakidi, s. 33, 35.

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Güneş, Yeni Ümit Dergisi, 102. Sayı Ekim-Kasım-Aralık 2013

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.