Allah Resûlü’nün Kölelikle Mücadelesi

665

Allah Resûlü’nün (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) yaşadığı ve peygamber olarak gönderildiği asrın, coğrafyanın ve kültürün bir gerçeği de kölelikti. O gün dünyada çok yaygın bir olgu/uygulama olan köleliğin kökeni çok eskilere dayanıyordu. Hz. Yusuf (aleyhi’s-selâm), O’ndan yüzyıllar önce kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan, Mısır’a giden kervancılar tarafından çıkarılmış ve çok az bir meblağ karşılığında köle olarak satılmıştı.1 Yine Hz. Musa’nın (aleyhi’s-selâm) bir misyonu da İsrailoğullarını kölelikten kurtarmak ve Kudüs’e geri götürmekti.2 Halbuki bütün insanlar, en güzel surette, mükemmel donanımlarla ve mükerrem bir şekilde yaratılmış; başta yeryüzü olmak üzere kâinat hizmetine amade kılınmış, kendisine halifelik ve sadece Allah’a kullukta bulunma vazifesi yüklenmişti. Fakat toplumlardaki ahlakî çöküntü, savaşların beraberinde getirdiği esaret, insan ticareti, ödenemeyen borçlar ve bir kölenin çocuğu olarak doğma gibi sebepler, insanların insanları köleleştirmesini beraberinde getirmiş ve hemen her yer, en temel hak ve hürriyetlerinden mahrum ve çok ağır şartlarda, hor ve hakir bir şekilde yaşamaya mahkûm kölelerle dolmuştu.

Bu çerçevede kast sisteminin hâkim olduğu Cahiliye Mekke’sinde de nüfusun büyük bir çoğunluğunu köleler teşkil ediyordu. Allah Resûlü, daha doğar doğmaz köle bir kadından; Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe’den süt emmiş ve böylece kölelerle ilişkisi başlamıştı. Süveybe’nin bu iyiliğini hiç unutmayan Allah Resûlü, kendisine hep hürmet edip ihsanda bulunmuştu. Ebva’da annesini kaybedip altı yaşında çölün ortasında kalbi hüzün dolu halde yapayalnız kalakalınca kendisini teselli eden, sahip çıkıp sağ salim dedesi Abdulmuttalib’e getiren, evin kölesi ve O’nun da dadısı Ümmü Eymen olmuştu. Allah Resûlü, Hz. Hadîce ile evlenince onu hürriyetine kavuşturmuş, evlendirip ev bark sahibi olmasına yardımcı olmuş ve kendisine gösterdiği şefkat ve ilgiden dolayı “Annemden sonra annem!” diyerek anmış ve anlatmıştı.3 Hz. Hadîce’nin kendisine hediye ettiği Zeyd İbn-i Hârise’yi çok sevmiş; hürriyetine kavuşturup evlat edinmişti. Öyle ki Zeyd, kendisine ilk günden beri baba şefkatiyle muamele eden Allah Resûlü’nün yanında kalmayı, öz ailesine, yurduna ve yuvasına dönmeye tercih etmişti.

Mekke Döneminde Kölelikle Mücadele

Cenâb-ı Hak, kırk yaşında O’nu risaletle görevlendirmiş ve vahyin yönlendirmeleri doğrultusunda ahlakî, itikadî, hukukî, idarî, iktisadî, ictimaî her türlü haksız, hukuksuz ve haram uygulamalarla mücadele görevini vermişti. O, Allah’ın mesajını, insanlara tebliğ edecek; bir taraftan toplumu ıslah ederken diğer taraftan temelinde adalet, iyilik, emniyet, merhamet ve sevgi gibi evrensel prensiplerinin yer aldığı yeni bir fert, aile, cemiyet ve medeniyet modeli inşa edecekti. Ve hiç şüphesiz bu medeniyet modelinin en önemli esaslarından birisi de kölesiz toplumdu. Çünkü Kur’ân, insanın yaratılış keyfiyetini, gayesini ve Hak katında ki müstesna yerini net çizgilerle ortaya koyuyor; kölelerin bile kanıksadığı ve kurtuluş mücadelesi vermediği bu halin, insan haysiyeti, hak ve hürriyetleriyle bağdaşmadığı mesajını veriyordu. 

Başta ibadetler ve haramlar olmak üzere hemen her meselede olduğu gibi bu meselede de tercih edilen ana çözüm metodolojisi ve hareket stratejisi, tedricilikti. Zira Mekke başta olmak üzere yarımada, zengin ve güçlü insanların bile hayatta kalma adına sürekli mücadele verdiği ve birbirini yediği, coğrafi, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik şartlara sahipti. Toplumun büyük bir kısmını, karın tokluğuna çalışan; hiçbir birikimi, malı ve mülkü olmayan köleler oluşturuyordu. Onları bir şekilde hürriyete kavuşturduktan sonra ne istihdam edecek yer ne de barınma, yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayacak bir güç ve mekanizma vardı. Acele etmek, onları aç ve açıkta bırakmak yani ölüme terk etmek olurdu. Zira hür aileler bile açlık korkusuyla öz evlatlarının canına kıyıyordu: “Açlık korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”4 

Üstelik Müslümanların sayısı, Mekke nüfusunun sadece % 1’ini teşkil ediyordu ve onlar da ağır baskı ve zulüm altında bulunuyorlardı. Bir de şirkin önderleri, tevhit, nübüvvet ve ahiret hakikati karşısında bile Allah Resûlü’nün karşısına dikilmiş ve kendisini düşman bellemişlerdi. Oluşturdukları menfaat ve refah sistemini bozacak, köleliğin kaldırılması gibi bir teklif, onları tamamen insanlıktan çıkarabilirdi. Zira Kur’ân, “Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi? Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. Sarp yokuş, bilir misin nedir? Sarp yokuş: Bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır!”5 buyuruyor ve köle azadının ne kadar çetin olduğuna dikkat çekiyordu. Fakat Allah Resûlü, hem kölelerin problemlerinin hem de kölelik probleminin çözülmesi için zamana yaydığı büyük bir mücadele başlattı. 

Öncelikle geniş tabanlı hareket ediyor ve toplumun her kesimine ulaşmaya çalışıyordu ki bunlardan birisi de kölelerdi. Hatta ilk iman edenlerin bir kısmını Zeyd İbn-i Hârise, Ümmü Eymen, Bilâl-i Habeşi, Ammar İbn-i Yâsir, Suheyb İbn-i Sinan, Habbab İbn-i Eret, Âmir İbn-i Füheyre, Lübeyne, Zinnîre, Hamâme, Nehdiye ve Sümeyye gibi erkek kadın kölelikten gelme veya köleliği devam insanlar teşkil ediyordu. Allah Resûlü, üstünlüğü, Allah’ın çizdiği sınırlara riayette görüyor; herkese eşit ve adil bir şekilde hayırla muamele ediyor ve insanî münasebetleri kardeşlik hukukuna göre düzenliyordu. Mekkeliler ilk başta sezemeseler de O’nun bu duruşu ve muamelesi, kölelerde bir uyanışa, heyecana ve hareketliliğe sebep olmuştu. Eşitlik, adalet, hak ve hürriyet gibi konular artık onlar arasında da konuşuluyor, kulaktan kulağa yayılıyor ve tabuları derinden derine sarsıyordu. 

Şirkin önderleri, kölelerdeki bu hareketliliği bir süre sonra fark etmiş; O’na, “Bizimle muhatap olmak istiyorsan bu insanları yanından kov!” şeklinde bir teklif sunmuş ve köleleri de kadın erkek en ağır işkencelere maruz bırakmaya başlamışlardı. Mekkelilerin teklifini reddeden Allah Resûlü, onları koruma adına yeterli maddi gücü ve imkânı bulamasa da kendilerine destek olmaya çalışıyor; teselli ediyor, moral ve motivasyon aşılıyordu. Hayatları, İslam’a girdikten sonra çok çetin bir hal alsa da Allah Resûlü’nde gördükleri hakiki insanlık ve samimi sevgi, öldürmeye varan zulümlere rağmen onların dinlerinden dönmelerine mâni oluyordu. O’nun, Müslüman kölelerin çektiği ağır çileler karşısında yaşadığı derin hüzün, Hz. Ebû Bekir’i (radıyallahu anh) harekete geçirmiş ve o, bu kölelerden sekizini6 satın alıp işkenceden kurtarmış ve hürriyetlerine kavuşturmuştu. O güne kadar edindiği servetin büyük çoğunluğunu müşrik babasının itirazlarına rağmen bu problemi çözmeye harcamıştı.

Medine Döneminde Kölelikle Mücadele

Şehri idare eden Evs ve Hazrec kabilelerinin reisleri Müslüman olduğu için tabii olarak Medine’nin idaresi, hicretten sonra Allah Resûlü’nün uhdesine geçmişti. Fakat burada da kölelikle mücadele adına karşısına benzer problemler çıkmıştı. Muhacirler, sahip oldukları her şeyi Mekke’de bırakmıştı. Ensar’ın sayısı çok azdı ve onlar da imkanlarını, muhacir kardeşleri için seferber ediyorlardı. Toplumda ise çok fazla köle vardı ve köleliği bir anda kaldırmak hem onlar hem sahipleri hem de sürekli saldırı riski altında bulunan İslam toplumu için kaos oluşturabilirdi. Problemin çözümünde tedrici hareket devam ediyordu ve Allah Resûlü, dört koldan bir süreç yürütüyordu:

  1. Yaşam Standartlarının İyileştirilmesi

“Kötü muamele sahibi cennete giremez.”7 buyuran Allah Resûlü, işe, kölelere muamele hususunda yaşanan sıkıntıları çözmekle başladı. “Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah, onları ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi elinin altında ise yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı iş buyurmasın; eğer buyurmuşsa işin bir ucundan tutarak ona yardımcı olsun!”8 beyanlarıyla kölelere hayırla muamele edilmesini emir ve tavsiye etti. Onlara şiddet uygulanmasını yasakladı hatta bunu, onların hürriyetlerine gerekçe kıldı: “Kim kölesini tokatlar veya döverse bunun keffareti o köleyi azat etmesidir.”9

Kölelerin hata ve eksiklerinin af ve müsamaha ile karşılanmasını istedi. Bunun üzerine birisi, kölemi yaptığı hatalar karşısında kaç defa affedip hoş göreyim!” diye sorunca sustu; adam sorusunu tekrarlayınca Allah Resûlü, yine cevap vermedi. Maksadı insanlarda farkındalık oluşturmaktı ve öyle de olmuş; herkes O’nun vereceği karşılığa odaklanmıştı. Ardından da şöyle buyurdu: “Onu her gün yetmiş kere affet, mazur gör!”10 O, kölelerin sözle bile incitilmesini istemiyordu ve onlara şu şekilde hitap edilmesini emretti: “Sizden kimse ‘Kölem!’, ‘Câriyem!’ demesin… ‘Oğlum!’, ‘Kızım!’ desin…”11

2. Sıkıntılarının Çözülmesi

Bir peygamber, rehber ve lider olarak toplumun her kesiminin dert ve problemleriyle çok yakından ilgilendiği gibi kendisine Cahiliye çağından miras kalan kölelerin problemleriyle de çok yakından ilgileniyordu. Mesela bir köle Müslüman olmuş ve Medine’ye hicret eder korkusuyla sahipleri tarafından bağlanıp hapsedilmişti. Bunun üzerine o, bir imkanını bulup mektup yazmış ve O’ndan yardım talep etmişti. Mektubu okuyan Allah Resûlü, yedi kişilik bir operasyon timi kurmuş; onlardan gidip köleyi kurtarmalarını ve Medine’ye getirmeleri istemişti. Görevi başarıyla gerçekleştiren tim, Medine’ye dönünce Allah Resûlü çok sevinmiş ve köleyi de azad edip hürriyetine kavuşturmuştu.12

3. Hürriyete Kavuşturma Seferberliği

Allah Resûlü, şartlardan dolayı topyekûn köleliği kaldıramasa da fiili olarak toplumda köle kalmaması adına tedricî bir şekilde köle azadını sürdürmüş ve hep teşvik etmişti: “Hangi mü’min, bir köleyi azat ederse, Allah da o azat ettiği kölenin her bir organına karşılık onun bir organını cehennem ateşinden azat eder.”13, “Kim bir mü’min köle azat ederse, bu onun için cehennemden kurtuluş fidyesi olur.”14 Kendisi de ashabına örnek olmuş; değişik vesilelerle hayatına dahil olan yaklaşık kırk beş köleyi azat etmişti. Mesela bir gazve de payına düşen Yesâr isimli köleyi, hürriyetine kavuşturmuş; Cümmâ’da otlayan develerin bakımı ile görevlendirmiş ve verdiği işle ortada kalmasının önüne de geçmişti.15

Kur’ân, zıhar yapma,16 yemin bozma,17 hataen adam öldürme18 gibi bir çok hususta kefaret olarak köle azadını getirdiği gibi O da oruç bozmanın19 kefaretlerinden birini köle azadı olarak belirlemişti. Yine Kur’ân, asıl takvanın bir esasının da insanın çok sevdiği malını, köleleri hürriyetine kavuşturmak için harcaması olduğunu haber vermişti.20 Müjdeli haber dahil daha birçok hususu da bu işe vesile kılan Allah Resûlü, köle azadını toplum sathına yaymış ve yerleştirmişti. Mesela bir kadın kendisine gelmiş ve evine aldığı kedinin çocukları tarafından dövüldüğünü haber vermişti. Hayvanların hak ve hukukları hususunda da çok hassas olan Allah Resûlü, kadına, kediyi döven her bir çocuğu için ayrı ayrı köle azad etmesini emretmişti.21 

O’nun tavsiyeleri ve uygulamaları neticesinde İslam toplumunda yapılabilecek en büyük iyiliklerden birisi köle azat etme haline gelmişti. Bu da toplumdaki mevcut kölelerin tedricî olarak tasfiyesi adına büyük bir ivmenin yakalanmasını sağlamıştı. Hatta O, efendisini ikna edip özgürlük anlaşması imzalayan kölelerin, şartları yerine getirmesine bizzat yardımcı oluyordu. Mesela Selman-ı Farisî’nin kölelikten kurtulması adına gerekli olan 300 fidanın bulunması ve dikileceği çukurların kazılması için sahabe arasında seferberlik başlatmış ve kazılan çukurlara kendi elleriyle bu fidanları dikmişti. Anlaşmanın bir diğer şartı olan 40 ukiyyelik altını da yine O, temin etmişti.22 Nitekim Kur’ân da zekat mallarının harcanması gereken bir kesimin de “kölelikten kurtulmak isteyenler” olduğunu haber veriyordu.23

İslam toplumu sosyo-ekonomik şartlar itibarıyla geliştikçe Allah Resûlü’nün kölelikle mücadele adına hamleleri daha da güçlenmiş ve hızlanmıştı. Hicretin sekizince yılında Tâif kuşatılınca “Kaleden inen köleler hür olacaklardır!” şeklinde bir duyuru yaptırmış ve O’nun tutuşturduğu hürriyet heyecanıyla yatıp kalkan yirmiye yakın köle bir yolunu bulup kaleden inmişlerdi. Onları hürriyete kavuşturan Allah Resûlü, bununla da yetinmemiş, maddi ihtiyaçlarını karşılamaları, Kur’ân ve Sünnet’i öğretmeleri için bazı sahabîleri görevlendirmişti. Bu çerçevede aralarından Ebû Bekre’yi Hz. Amr İbn-i Saîd İbn-i Âs’a, Ezrak’ı Hz. Hâlid İbn-i Saîd’e, Verdân’ı Hz. Ebân İbn-i Saîd’e, Yuhannes Nebhal’i Hz. Osman’a, Yesâr İbn-i Mâlik’i Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’ye ve İbrahim İbn-i Câbir’i Hz. Üseyd İbn-i Hudayr’a zimmetlemişti. Hatta bir yıl sonra Medine’ye bir heyet gönderen Taifliler, bu kölelerin kendilerine iadesini istemiş; onların artık hür insanlar olduğunu bildiren Allah Resûlü, bu teklifi tereddütsüz reddetmişti.24

4. Köleliğin Kaynağının Kurutulması

Köleliğin birinci kaynağı savaş esirleriydi ve Kur’ân, esirlerin ya karşılıksız ya da fidye karşılığı serbest bırakılmasını emrederek bu kaynağı kurutuyordu.25 Ki Allah Resûlü de böyle yapmış; Bedir esirlerini fidye karşılığı, sayıları yaklaşık dört yüzü bulan Müreysi esirlerini, Hz. Cüveyriye ile evlenip akraba konumuna yükselterek -ki bunu gören sahabe biz O’nun akrabalarını nasıl esir tutabiliriz diyerek serbest bırakmıştır-, Kaynuka ve Nadirlileri Medine’den çıkartarak, Hayberlilerle anlaşma imzalayarak, fetih günü Mekkelileri “Hepiniz hürsünüz!” deyip toptan affederek, altı bin Huneyn esirini ailelerine iade ederek ve seriyyelerde esir alınanları da serbest bırakarak on binlerce insanın köleleştirilmesinin ve topluma yeni köleler eklenmesinin önüne geçmişti. Yine Kurayza asilerinin ailelerinin büyük bir kısmını karşılıksız serbest bırakmış kalanı da ashaptan aile üyelerini bölüp parçalamadan ellerinden/Medine’den çıkarmalarını istemişti.

Netice

Allah Resûlü, yirmi üç yıl boyunca başta Roma, Pers, Hint, Çin ve Mısır olmak üzere o günkü bütün devlet ve toplumlarda çok yaygın bir olgu olan kölelikle büyük bir mücadele yürütmüştü. İdari, içtimai ve iktisadî sıkıntılar, köle nüfusunun çokluğu ve diğer ülkelerin savaş esirlerini köleleştirmesi gibi sebeplerden ötürü köleliği doğrudan kaldıramasa da farklı şeyleri vesile kılarak Cahiliye döneminden kalan mevcut köleleri periyodik bir şekilde hürriyetine kavuşturmuştu. İş ve barınma olanakları ile köle azadını doğru orantılı bir şekilde sürdürmüş ve onların, sefil bir şekilde ortada kalmalarına fırsat vermemişti. Hürriyetine kavuşturduğu kölelere ordu komutanlığı dahil her türlü görevi vermiş; geçmişlerinin görev almalarına mâni olmadığını, olmaması gerektiğini fiili olarak -bazı itirazlara rağmen- ortaya koymuştu. Yaptığı düzenleme ve teşviklerle köle azadını ashabı arasında yaygınlaştırmış ve yerleştirmişti. 

Şartlar ve imkanlar O’nun bu konuya son noktayı koymasına imkân vermemişti. Öyle ki vefatı esnasında ağzından çıkan son sözlerden biri, “Namaz! Ellerinizin altındaki köleler! Namaz! Ellerinizin altındaki köleler! (Onların hak ve hukukları hususunda Allah’tan korkun!)”26 olmuş ve tabiri caiz ise O, kölelik meselesinde gözleri açık gitmişti. Fakat O’nun bu hassasiyetini ve yarım kalan kölesiz toplum projesini çok iyi idrak eden Hz. Ömer (radıyallahu anh), “Ne zamandan beri annelerinden hür doğan insanları köleleştiriyorsunuz!” buyurarak bu insanî probleme, son noktayı koymuş ve O’nun da ruhunu şad etmişti. Zira Hz. Ömer döneminde devlet, sosyo-ekonomik şartlar itibarıyla çok güçlenmişti. Ama ne yazık ki İslam’ın haram kıldığı birçok meselede olduğu gibi bu meselede de arkadan gelenler, zamanla O’nun çizgisinden uzaklaşmış ve bu uygulama, İslam toplumları arasında uzun süre varlığını devam ettirmiştir.

Dipnot:

  1. Bkz. Yusuf Sûresi, 12/8-20
  2. Bkz. Tâ Hâ Sûresi, 20/47
  3. Geniş bilgi için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/asil-neye-uzulmeli-ve-aglamaliyiz/
  4. İsrâ Sûresi, 17/31
  5. Beled Sûresi, 90/10-13
  6. Hz. Bilâl, Hz. Âmir, Hz. Hamâme, Hz. Lübeyne, Hz. Zinnîre, Hz. Nehdiyye, Hz. Ubeys’i ve Ümmü Ubeys
  7. Tirmizî, Birr 29; İbn-i Mâce, Edeb 10
  8. Buhârî, İmân 22, Itk 15; Edeb 44; Müslim, Eymân 40; Ebû Dâvud, Edeb 133
  9. Müslim, Eymân 27; Tirmizî, Nüzûr 14; Ebû Dâvud, Edeb 133
  10. Tirmizî, Birr 31
  11. Bkz. Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfâz 3; Ebû Dâvud, Edeb 83
  12. Bkz. Bezzâr, Müsned 11/79, 80; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 4/244
  13. Buhârî, Itk 1; Müslim, Itk 21; Tirmizî, Nüzûr 20
  14. Ebû Dâvud, Itk 14
  15. İbn-i Sa’d, Tabakât 2/31; İbn-i Hacer, İsâbe 6/681; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 1/82, 4/245
  16. Bkz. Mücadele Sûresi, 58/3
  17. Bkz. Maide Sûresi, 5/89
  18. Bkz. Nisa Sûresi, 4/92
  19. Bkz. Buhârî, Savm 29, 31; Müslim, Siyâm 81; Ebû Dâvud, Savm 37; Tirmizî, Savm 28
  20. Bkz. Bakara Sûresi, 2/177
  21. Abdurrezzak, Musannef 4/409 (8242)
  22. İbn-i Hişâm, Sîre 104
  23. Bkz. Tevbe Sûresi, 9/60
  24. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 584; Vâkıdî, Megâzî 2/335
  25. Bkz. Muhammed Sûresi, 47/4
  26. Ebû Dâvud, Edeb 123, 124 (5156); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 12169. Hadis; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ 7095
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.