Zü’l-Huveysıra ve Gelecekteki Müslümanları Bekleyen Bir Tehlike (15 Zîlkâde 8 Hicrî)

712

Huneyn ganimetlerini taksim ederken Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hiç kimsenin beklemediği bir yolu tercih etmiş, kin ve nefret adına o güne kadar başı çeken Mekkelileri öne çıkarmıştı. Zira onların kalblerini İslâm adına kazanmak ve onların şahsında kabilelerin kalbini de yumuşatmak için ganimetlerinden hatırı sayılır paylar veriyordu!

Olayın keyfiyetini anlamayanlardan birisi, Efendimiz’in yaptığı taksimin miktarına takılıp “Bu taksimatta Allah’ın rızası gözetilmedi!” diyerek O’na dil uzattı. Onun bu sözüne şahit olan Hazreti Abdullah İbn-i Mes’ud, bu haddi aşan söz karşısında öfkelenerek “Ey Allah düşmanı! Bu söylediklerini Allah Resûlü’ne haber vereceğim!” dedi. Ardından da kalkıp Efendimiz’in yanına geldi ve durumu O’na arz etti. Hazreti Abdullah’ın anlattıkları karşısında celallenen ve yüzünün rengi değişen Efendimiz, öfkesini yuttu ve “Yüce Allah, Hazreti Mûsâ’ya merhamet etsin. O, bundan daha ağır ve üzücü itham ve saldırılara maruz kaldı ama sabretti.” buyurdu.1

Bu sırada şahsî menfaatlerini düşünen, nebevî adımlardaki hikmeti anlama zahmetine girmeyen Temîm kabilesinden Zü’l-Huveysıra denilen bir adam da Allah Resûlü’nün yanına gelerek: “Yâ Muhammed! Bugün ben, senin yaptıklarına tanık oldum!” dedi. Sesin geldiği tarafa yönelen Allah Resûlü ona: “Evet, neye tanık oldun?” diye sordu. O da: “Senin adaletli davranmadığını görüyorum; adaletli ol!” deyiverdi.

Adaletin en hassas temsilcisi Allah Resûlü’nü celallendiren cümlelerdi bunlar. Bunun üzerine O (sallallahu aleyhi ve sellem): “Eğer ben de adil olmazsam işim bitmiş demektir!” buyurdu. Ardından: “Yazıklar olsun sana! Şayet adalet, benim yanımda değeri olan bir fazilet değilse o zaman kimin yanında adaletten bahsedilebilir!” diye çıkıştı Zü’l-Huveysıra’ya.

Orada bulunan Hazreti Ömer’i de çileden çıkaran bir davranıştı bu ve Efendimiz’in yanına yaklaşarak “Yâ Resûlallah! Şu münafığı bana bırak da boynunu vurayım!” diye izin istedi. Hazreti Ömer’in bu çıkışı ayrıca endişelendirmişti Allah Resûlü’nü. Önce: “Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım!” dedi. Kendisini bu kadar üzse, gayretullaha dokunacak laflar etse de en azından zahir itibarıyla ashâbı arasında yerini alan birine karşı kılıç kullanılmasını istemiyordu. Ancak bir uyarısı vardı; gözünü istikbale dikmiş şunları söylüyordu:

Onu kendi hâline bırakın zira ileride onun gibi başka insanlar da zuhur edecekler! Onlar, din konusunda belki çok derin bilgilere ulaşacaklar; Kur’ân’dan başlarını kaldırmayacaklar ama bu, gırtlaklarından aşağıya inmeyecek ve okun yaydan çıkıp gitmesi gibi dinden uzaklaşacaklar! Bir kere ok çıkıp gittikten sonra ne yaya bakıldığında oktan bir şey görülebilir, ne okun ucunun konulduğu yerde bir iz kalır ve ne de kirişin olduğu yerde oktan bir eser bulunabilir! Zira o, çoktan hedefine ulaşmış ve hayvanın karnını delip kana bulanmıştır! Aynı zamanda sizler, onların namazları yanında kendi namazlarınızı; oruçları yanında da oruçlarınızı küçümsersiniz!2

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)daha o günlerden gelecekteki ümmetini uyararak, din-i mübin-i İslâm’ın daha fazla gönül tarafından benimsenmesi için başkalarının da elinden tutma adına köprüler kurup kapılar aralayarak yeni diyalog zeminleri araştırırken, bazı insanların bunu fazla bulacağını ve böyle davrananlar hakkında ulu orta beyanda bulunacaklarını hatırlatmakta ve bu insanların takıntılarına kulak asmadan, doğru bilinen hedefte ilerlemeye devam edilmesi gerektiğinin mesajını vermektedir.

Dipnot:

  1. Buhârî, Megâzî 56
  2. İbn-i Kesîr, Bidâye 4/391
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.