Zaferi takip eden hüzün: Rukayye validemizin vefatı

283

Ramazan ayının yirmi üçüydü. Kervanı takip için yola çıkalı on gün olmuştu. Ancak bu on gün, her anı yeni sürprizlerle geçen bir on gündü. Bu on gün içinde ashâb, sıkıştırılmış bir program gibi bir ömürde öğrenilip çözülemeyecek meselelerle karşılaşmış ve derslerini Muallim-i Ekmel’lerinden alarak benzeri problemlerle karşılaştıklarında nasıl davranmaları gerektiğini de yine O’ndan öğrenmişlerdi. Lütuf üstüne lütuflara mazhar olmuşlar ve üzerlerine ilâhî rahmetin sağanak olup yağdığını görmüşlerdi. Medine’den çıkarken kervana niyet ettikleri hâlde Allah (celle celâluhû), karşılarına Kureyş ordusunu çıkarmış ve cebrî olarak onlar da savaşın hakkını vermişler, şimdi de herkesin alkışladığı bir zaferle Medine’ye dönüyorlardı.

Ancak Medine’nin havasında bir burukluk vardı. Gerçi kendilerini karşılayıp Bedir’de elde edilen zaferi paylaşmak için yollara dökülmüşlerdi ama içlerinde Efendimiz’in kızı Rukayye Validemizin yokluğundan duydukları hüzün hâkimdi.

Meğer Rukayye Validemiz, Bedir’de zafer yazılırken Medine’de son nefesini vermiş, ashâb da, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gelinceye kadar onu toprağa emanet etmişti. Zeyd İbn Hârise’nin Medine’ye geldiği gün onlar, Cennetü’l-Bakî’de onun için son görevlerini yerine getirmekle meşgullerdi. Çünkü kervanı takip için yola çıkarken ağır hasta olan ve bu sebeple Efendimiz’in, yanında kalması için Hz. Osman’a izin verdiği Rukayye Validemiz hayata veda etmişti.

Cennetü’l-Bakî’ye doğru yaklaşan bir tekbir sesi duymuşlardı. Hz. Osman, müjdeli bir haber getirdiği belli olan bu sesin ne anlama geldiğini sordu. Daha sorusuna cevap almaya zaman kalmadan sesin sahibi çoktan yanlarına yaklaşmış ardı ardına tekbir getiriyordu.

Resûlullah’ın devesi Kasvâ üzerinde gelişini görünce bir anda yüzler Zeyd’e dönmüş ve vereceği haberi beklemeye başlamışlardı. Bir zaferden bahsediyordu. Allah (celle celâluhû), müşriklerin ileri gelenlerini Bedir’de yere sermiş ve Resûlü’ne de zafer ihsan etmişti. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı; Bedir’deki zafere sevinmek mi, Resûlullah’ın yokluğunda toprağa verdikleri Rukayye Validemize üzülmek mi lazım!

Hem, Bedir’de zafer yazıldığına göre Resûlullah da çok yakında gelecekti. Peki, şimdi bu haberi Allah Resûlü’ne nasıl verecekler ve “Senin yokluğunda onu biz toprağa gömdük.” diye nasıl söyleyeceklerdi!

Medine’de ayrı bir acı yaşanıyordu; daha önce erkek çocuklarının üçünü de kendi eliyle toprağa veren Efendiler Efendisi, kızlarını da kaybetmeye başlamıştı. Anlaşılan O, her fırsatta ebedi dostluğa yöneltiliyor ve zafer anlarında bile Allah (celle celâluhû) O’nun önüne, hüznünü artıracak yeni hüzün alanları çıkarıyor ve dünyada elde edilen hiçbir zaferden dolayı sevinmemesi gerektiğini söylüyordu.

Nihâyet O da haberi almıştı; takdirin önüne geçilmezdi. Veren de O idi alan da. Rukayye şimdi, dünya adına sıkıntılarından kurtulmuş ve annesi Hz. Hatice ile daha küçük yaşta vefat eden erkek kardeşlerinin yanına gitmişti. Nasıl olsa yolculuk devam ediyordu ve bugün geçici bir firak olsa da bir gün yine buluşacaklardı. Onun için kalktı ve Cennetü’l-Bakî’nin yolunu tuttu. Kızı Rukayye Validemizin mezarına gelmişti. Kalp mahzun olmuş, gözlere de yaş yürümüştü ve o gün Cennetü’l-Bakî’de Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), mübarek ellerini açıp uzun uzun dua edecekti.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.