Kur’ân ve Sünnete Göre Yardımlaşma ve Dayanışmanın Kazandırdıkları (1)
İnsan tabiatıyla medeni ve sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşaması ve hayatını sağlıklı ve huzurlu bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir. O daha dünyaya gelirken anne ve babaya muhtaç doğar. Onların yakın desteğine ve huzurlu bir aile ortamına bir ömür boyu da ihtiyaç duyar. Çoğu zaman bunların yardım ve desteği de yetmez; büyüdükçe yakın ve uzak çevresinin desteklerine de ihtiyaç hisseder. Bu anlamda insanın yardımlaşma ve dayanışma ihtiyaç dairesi, yakın-uzak akrabaları, komşuları, öğretmenleri ve arkadaşlarından içinde yaşadığı bütün toplumun ve insanlığın desteklerine kadar çok geniş ele alınabilir.
İbn Haldun, fertlerin hayatını güzel bir şekilde sürdürülebilmesini iki zaruri ihtiyacın karşılanmasına bağlar. Bunlardan biri barınma diğeri ise beslenme ihtiyacıdır. Bu iki ihtiyaç, insanoğlunun yaratılışıyla birlikte varolan temel ihtiyaçlardır. İster kırsal kesimde isterse kentlerde yaşayan kimseler için olsun bunlar değişmeyen hususlardır. İnsanoğlunun bu aslî ihtiyaçlarını temin edip giderebilmesi için bir arada yaşaması, birbiriyle yardımlaşması ve dayanışma içerisinde olması zaruridir. Zira Allah, hayvanların tabiatta avlanması, yaşaması ve kendilerini savunmaları için her birine farklı donanımlar bahşetmiştir. İnsana da akıl, el ayak vermiştir ama bunlar tek başına yeterli değildir. Bunun içindir ki insan ancak içinde yaşadığı toplumun fertleriyle yardımlaştığı ve dayanışma içinde olduğu zaman varlığını devam ettirebilir; tabiattaki vahşi hayvanlara karşı başarılı bir mücadele verebilir ve yeryüzünde Allah’ın kendisi için yarattığı nimetlere daha rahat kavuşabilir.1 Yine bu iş birliği, organize ve dayanışma sayesindedir ki medeniyetler kurulur ve geliştirilir. Kaldı ki insanın bozulmamış fıtratı da sadece barınma ve beslenme ihtiyacını gidermede değil her alanda daima yardımlaşma ve dayanışmaya da açık yaratılmıştır.
İşte insanoğlunun büyük aczi ve sınırsız ihtiyaçlarından dolayıdır ki İslâm dini madddî-manevî yardımlaşma ve dayanışma üzerinde özellikle durur ve bu konuyu bir salih amel olarak nazara verir. Yardımlaşma ve dayanışmanın müminlere ve insanlığa kazandıracağı dünyevî ve uhrevî güzellikleri ve mükafatları haber verir. Şayet bu emir ve tavsiye yerine getirilmezse yaşayacakları kayıplar ve karşılaşacakları cezaları da belirtir.
Yardımlaşma ve Dayanışma Cennete Giden Yolları Açar
Yardımlaşma ve sosyal dayanışmanın müminlere kazandırdığı bir hususiyette onlara cennete giden yolu kolaylaştırmasıdır:
“Öyleyse, her kim Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlerden bir kısmını O’nun rızası için yoksullara verir, kötülüklerden/günahlardan kendini korur ve infak edince Allah’ın kendisine karşılık olarak daha iyilerini/güzellerini vereceğine inanır, böylece ortaya koyduğu iman, ahlak ve hayat tarzıyla, İslâm dinini onaylarsa, işte ona, huzur ve mutluluğa giden ve sonu cennetle biten yolu kolaylaştırırız.”2
Kim en güzeli, kelime-i tevhidi ve ona bağlı iman esaslarını tasdik eder ve sırf Allah rızasını kazanmak için Rabbinin kendisine verdiği imkanları karşılığının kendisine daha güzel bir şekilde verileceğine inanarak fakir, yoksul ve ihtiyaç sahipleri için harcarsa ona iyiliklerin dolayısıyla cennetin kapıları açılır. Sadece kendisini değil Allah için başkalarını da düşünen ve onların sıkıntılarını giderip onlar için hayatı daha da kolaylaştıran kimseye Allah da İslam’ı yaşamayı sevdirir, ona cennete giden yolda yaşamayı kolaylaştırır; o yolda yaşamaya muvaffak kılar. Zira Allah, rızası için muhtaçları gözeten ve imkanları ölçüsünde onlara sahip çıkan kimseye takvanın, tasdikin/sadakatin ve her türlü hayrın kapılarını açar. Aslında Kur’ân bu manayı bir soruya dönüştürerek ilke halinde de inananlara hatırlatır: “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?”3
Ancak buna karşılık en güzeli tasdik etmeyen ve muhtaçlara yardım etmeyi onlara destek vermeyi akılsızılık/enayilik olarak görenler de vardır. İnançsızlıktan ve sadece kendilerini düşünmekten fıtratları bozulan ve kalpleri katılaşan bu kimseler doğru bakış zaviyelerini kaybederler. Kendilerine yardımlaşma, paylaşma ve dayanışmadan bahsedildiğinde onların yaklaşımı çok bencilce ve insafsızca olur: “Onlara ne zaman: “Allah’ın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse, inkâr edenler müminlere şöyle derler: “Size kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz? Siz, düpedüz yanlış bir yoldasınız!”4
Dolayısıyla kendilerine maddî -manevî imkânlar verildiği halde muhtaçlara hayatı kolaylaştırma adına ellerinden geleni yapmayan kimseler bu tavır ve tutumlarıyla dünya ve ahiret hayatlarını zora sokarlar:
“Cimri davranan, bir de kendini güçlü sanıp Allah’tan müstağni gören ve kendisini en güzel/en huzurlu hayata kavuşturacak olan İslâm dinini yalanlarsa, ona da zorluk ve sıkıntıya giden ve sonu cehennemle biten yolu kolaylaştırırız.”5
Nitekim Allah Resûlü de yetimleri misal vererek ihtiyaç sahiplerini koruyup-gözetenlerin cennete gideceğini şöyle müjdeler: “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse, affedilmeyecek bir günah işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyar.”6 Hatta bir başka müjdesinde onları orada kendisine özel komşu kılınacaklarını da muştular: “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” buyurur ve aralarını hafifçe açarak işaret parmağıyla orta parmağını gösterir.”7
Yardımlaşma ve Dayanışma, Cimrilikten Arındırır
Cimrilik, insanı helake götürecek bir sıfattır. Bunun tedavisinde önemli bir vesile de Allah yolunda infakta bulunmaktır. Onun için Kur’ân-ı Kerim “Gücünüz yettiğince Allah’a karşı gelmekten, haramlara girmekten sakının, hakkı dinleyip, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak hayır yolunda mal harcayın. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden kendini kurtarabilirse asıl felaha erenler işte onlardır.”8
Bazı kimselerde bu duygu çok daha fazla ağır basabilir. Bu tip kimseler, cimriliğinden iyilik yapamaz. De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Çok cimridir insan!”9 İşte bu korkuyu yenmek ve insanın içine konulan malı koruma ve çoğaltma duygusunu cömertliğe dönüştürmek infakla başlar.
Yardımlaşma ve Dayanışma İlahî Azaba Karşı Toplumu Korur
İnfak, mal içinde Allah’ın ve fakirlerin/yoksulların hakkıdır. Dolayısıyla Allah kendilerine lutüfda bulunduğu halde O’nun yolunda harcamada bulunmayan ya da muhtaçlarla paylaşmayan kimseler ilahî azaba davetiye çıkarır: “O cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanlara cimriliği tavsiye eden ve Allah’ın lutfundan kendilerine verdiği nimetleri gizleyen nankörler yok mu, işte Biz onları zelil ve perişan edecek bir azap hazırladık.”10
Mâûn sûresinde ise kendisi yardım yapmadığı halde muhtaçlara yardım yapılmasını ve içtimâî dayanışmayı engelleyenlerin de aynı su-i akıbete uğrayacaklarını haber verilir:
“Baksana şu dini, mahşer ve hesabı yalan sayana! O, yetimi şiddetle itip kakar. Muhtacı doyurmayı ise hiç teşvik etmez. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gafildirler; kıldıkları namazın değerini bilmez, namaza gereken ihtimamı göstermezler. İbadetlerini gösteriş için yapar, zekât ve diğer yardımlarını esirger, vermezler.”11
Bir başka ayete ise yetimleri ve yoksulları gözetmeyen fert ve toplumlar ciddi uyarılır ve “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helal demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz.”12 Kur’ân, bu ayetlerin devamında yapılanların yanlışlığını ve insanoğlunun bir gün ne büyük bir pişmanlık yaşayacağını şöyle belirtir: “Hayır, Hayır! Bu yaptıklarınız kesinlikle yanlış! Dünya sarsılıp parça parça döküldüğü zaman.. Rabbinin emri gelip melekler de saf saf geldikleri zaman.. Ve cehennem de getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar işi, ama artık anlamanın kendisine ne yararı var? “Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım/bir şeyler takdim etseydim!” der.13 İşte pişmanlığın fayda vermeyeceği o gün, insanın gerek ihmalden gerekse önemsememekten kaynaklanan yardımlaşma ve dayanışmayı terk etmesinin cezası olarak düçâr olacağı azabın çok şiddetli olduğu da şöyle ifade buyurulur: “O’nun ettiği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı/zinciri hiç kimse vuramaz.”14
Dolayısıyla insan kendisine verilen nimetleri muhtaçlarla paylaşmayı bilmeli, “Bana ne ihtiyaç sahiplerinden! Ben mi doyuracağım bütün aç ve fakirleri? Gitsin çalışsınlar. Enayi miyim ben, çalışıp dağıtacağım!” dememeli varlıkla imtihanda kaybetmemelidir. Kur’ân’ın beyanıyla Allah’ın kendisine ihsanlarını muhtaçlarla paylaşmalıdır: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde fesat/bozgunculuk çıkarma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”15 Bu zaviyeden bakıldığında yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadan uzak duranlar toplumda ahlakî yozlaşmalara ve sosyal patlamalara da sebebiyet verirler.
Yardımlaşma ve Dayanışma Cennette Özel İkramlara Ulaştırır
Aç, susuz ya da çıplak kalan bir kimseye yapılan yardım ya da onları malî açıdan desteklemek kazancı bol bir salih ameldir. Böyle bir insanın ötelerde neler kazanacağını Allah Resûlü şöyle ifade buyurur: “Bir mümin, aç bir mümini doyurursa, Allah da o kimseyi cennet meyveleriyle doyuracaktır. Yine bir mümin, susuz kalan bir mümine bir şeyler içirip susuzluğunu giderirse, Allah kıyamette ona (misk ile mühürlenmiş lezzetli bir içecek olan) ‘Rahîk-ı Mahtûm’dan içirecektir. Yine bir mümin, elbiseye ihtiyacı olan bir mümini giydirirse, Allah da ona cennetin yemyeşil elbiselerinden giydirecektir.”16
Cezanın ya da mükafatın amelin cinsinden olması şer’î naslardan çıkarılan külli bir kaide ve ilahî bir sünnettir. Buna göre yapılan iyilik ise karşılığı iyilik, şer ise karşılığı şerdir. İlahi adalet her zaman “yapılan işe en uygun en isabetli en muvafık cezayı ya da mükafatı verir.”17 Yani O, kimseye zulmetmez. Kim ne kadar kötülük yaparsa ona o oranda kısas uygulanır. Kim ne iyilk yaparsa karşılığı ona göre yine onun cinsinden verilir. Mesela kim bir Müslümanın hatasını/ayıbını örterse Allah da onun ayıplarını örter. Kim bir darda kalmış bir kimseye kolaylık gösterirse Allah da ona hem dünya hem de ahirette kolaylık gösterir. Kim bir kimsenin dünyevî sıkıntılarından birini giderirse Allah da onun kıyamet günü yaşayacağı sıkıntılarından birini giderir.18
İyiliklerde bu sünnetullah geçerli olduğu gibi kötülüklerin karşılığının verilmesinde de aynen geçerlidir. Kim bir kimsenin ayıbını araştırır ve onu ortaya çıkarırsa Allah da onun ayıbını ortaya çıkarır.19 Kim bir Müslümana zarar verirse onun karşılığı olarak Allah da o kimseyi zarara uğratır. Kim başkalarına zorluk çıkarırsa Allah da onun işlerini zorlaştırır.20 Kim yardım beklediği bir zaman diliminde Müslüman kardeşini yalnız bırakır hızlana uğratırsa Allah da onu, yardıma çok muhtaç olduğu bir zamanda yardımsız bırakır ve ona kayıp yaşatır. Kim etrafındakilere müsamahalı davranırsa Allah da ona müsamahakâr davranır. Kim merhametli olursa Allah da ona merhametli olur.21 Kim kardeşinin kendisine karşı bir yanlışını affederse Allah da ona affedici davranır.22 Bu Allah’ın vahyi, şeriatı ve takdiridir. O’nun cezalandırması ve mükafat vermesi bu kurala göredir.
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, I/213
- Leyl, 92/5-8
- Bkz. Rahman, 55/60
- Yasin, 36/47
- Leyl, 92/8-10
- Tirmizî, Birr, 14 (1917)
- Buharî, Talâk, 25 (5304)
- Teğâbün, 64/16; Bu konuda yine bkz. Haşr, 59/9; Fecr, 89/20
- İsra, 17/100
- Nisa, 4/37
- Mâûn Sûresi 107/1-7
- Fecr,89/17-20
- Fecr, 89/21-24
- Fecr sûresi, 89/25, 26
- Kasas, 28/77
- Tirmizî, Kıyâme, 18 (2449)
- Bkz. Nebe’ Sûresi, 78/26
- Bkz. Müslüm, Zikir 11/38 (2699)
- İbn Mâce, Hudûd 5 (2546); Tirmizî, Kıyamet 53 (2505)
- Bkz. Ebû Dâvud, Ekdıyye 31 (3635); Tirmizî, Birr 27 (1940)
- Buhârî, Edeb, 18 (5997); Müslim, Fedail 15/65, 66 (2318-19)
- Bkz. Şûrâ Sûresi 40; Nûr Sûresi 22; Tirmizî, Birr 31 (1949)