Nebevî Eğitimin İlkeleri (10): “BAĞIRMA!”

2.837

Eğitim sürecinde karşılarına çıkan sorunlarla baş edemeyen birçok anne-baba çocuklarına, muallimler de öğrencilerine bağırmayı bir çözüm yöntemi olarak kullanır. Bağırarak baskı altına aldıkları, sindirdikleri ya da tehditle korkuttukları muhataplarını, terbiye ettiklerini zannederler. Halbuki eğitimde sözlü şiddetin ve bu duygusal istismarın bir faydası olmadığı gibi insanın psikolojisini, zihnî, fizikî ve sosyal gelişimini de olumsuz etkiler. Kaldı ki şahsiyeti zedelenerek insana, onur ve değer kazandırılamaz. Dolayısıyla çocuklara/gençlere bağırmak/azarlamak ebeveyn ya da muallimlere iyi gelse(!) ve sözde kendilerini rahatlatsalar bile muhatapların benliğinde ömür boyu iyileşmeyecek yaraların/problemlerin oluşmasına sebebiyet verebilir.  Bu açıdan Kur’ân ve Sünnet’in talim ve terbiye adına üzerinde durduğu önemli esaslardan biri de “ses ve sözün kontrolü” de diyebileceğimiz “bağırmama” ilkesidir. 

Kur’ân, Bağırmayı Yasaklar! 

Cenâb-ı Hak Kur’ân’da “Ey Resûlüm! Söyle o kullarıma, daima sözlerin en güzelini, en güzel biçimde söylesinler…”diye buyurur ve bu ölçünün korunması için insanlarla iletişim, eğitim ve öğretimde temel bir ölçü olarak “bağırmama” ilkesini de vazeder: “… Konuşurken sesinin tonunu ayarla, bağırarak konuşma!”1 Hz. Lokman’ın oğluna nasihatleri arasında zikredilen bu ölçü, “konuşmada, üslubun ve ses tonunun ayarlanması” gerektiği mesajını verir ve muhataba bağırmayı, onları söz ve sesle de olsa rahatsız etmeyi yasaklar. Bu ilkeyi koyarken de herkesin dikkatini çekecek bir benzetme yapar: “… Unutma ki seslerin en iticisi, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir.”2 Bu ifadeyle Kur’ân insanoğluna, adeta şöyle der “Şeytan gibi kibre kapılarak “Ben bilirim!” iddiasıyla büyüklük taslayarak sesini yükseltme!” Zira anırmaya benzeyen bağırmanın eğitim ve iletişim değeri yoktur. Hatta bazı alimler, bu teşbihten hareketle bağırmanın haram olduğunu belirtirler.3

Dolayısıyla eğitim ve iletişimde karşılıklı konuşmak kadar önemli olan bir husus da “konuşmanın niteliği” yani nasıl konuşulduğudur. Bu konuda yapılan araştırmalar iletişimde/eğitimde ses tonunun %38 etkili olduğunu göstermektedir. Geriye kalan tesirin % 55’i beden diline % 7’si de kullanılan kelimelere aittir. Hatta çoğu zaman seçilen kelimeleri ve kurulan cümleleri dahi ses tonu belirler. Bunun için hem muhatapla sağlıklı bir iletişim kurabilmek hem de onlara, değerler eğitiminde faydalı olabilmek için sesin volümüne dikkat edilmelidir.

Tonu ve tınısı ayarlanmış bir sesin ve sözlerin içinde sevgi, şefkat ve saygı vardır. Bağırıldığı andan itibaren ise bu üçü kaybolur ve onun yerini, öfke, nefret ve düşmanlık alır. Böyle bir yöntemle ise eğitim ve öğretim yapmak mümkün olmaz. Çünkü bağırmak muhatabı gerer ve onun da sinirlenmesine ve bağırmasına sebebiyet verir. Sinirlerin gerildiği bir ortamda ise artık muhataplar birbirini duymaz, dinlemez ve anlamaz. Karşılıklı ses kontrolünün kaybolması, beraberinde ardı-arkası kesilmeyen tartışmaları da getirir. Onun için insanın kontrolünü kaybetmesi, ses kontrolünü kaybetmesiyle başlar. Bu durumda ise talim terbiye, kısa zamanda yerini söz düellolarına, duygusal istismara ve şiddete bırakır. 

Allah Resûlü Nezâket İnsanıydı

Kur’ân’ın beyanıyla Allah Resûlü, “en yüce ahlak üzere” bir hayat yaşıyordu. O, insanlarla ilişkilerinde daima bu üstün ahlaka göre hareket ediyor herkese güzel muamelede bulunuyor,4 onlara hitabında nezaket ve zarafetten ayrılmıyordu. Bu manada Hz. Aişe validemiz Allah Resûlü’nü tanıtırken “O, sahip olduğu ahlak ve karakterinin gereği olarak sesinin fıtrî sınırlarını aşmaz, ağzını bozmaz ve bağırarak üste çıkmaya çalışmazdı. Çarşı pazarda dahi yüksek sesle bağırarak konuşmaz, kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermezdi. Bilakis af ve müsamaha gösterir bağışlardı.” der5 ve O’nun hayatına hakim olan genel üsluba dikkat çeker.

Allah Resûlü hem hane-i saadetlerinde hem de sosyal hayatında insanlarla iletişim kurarken ya da onlara hitap ederken hislerinin etkisinde kalarak sesini yükselttiğine dair tek bir misal bile kayda geçmemiştir O, her zaman “Kardeşine tebessüm etmen sadakadır.”6 ölçüsünü vermiş ve bir ömür bu çizgide yaşamıştır. İnsanlarla diyaloga geçerken kelimelerini özenle seçmiş, hitaplarında daima yumuşak ve gönül alıcı bir çizgi takip etmiştir. O’nun rahle-i tedrisinde yetişen talebeleri de aynı iyilik anlayışını ve güzelliğini hayatlarına taşımışlardır. Hatta onlardan Hz. Abdullah İbn-i Ömer iyiliği tanımlarken “İyilik, zor değil kolaydır. O da güleryüz, yumuşak ve tatlı sözdür.”7 demiştir.    

Bağırma Tesir Etmez!

Doğruların söylenmesi/hatırlatılması bile olsa hiçbir insanın psikolojisi kendisine bağırılmayı kaldırmaz ve kabul etmez. Onun için muhatabına bağıran kimse hakikati dahi seslendirse, karşı taraf bundan rahatsızlık duyar ve dinlemez. Gücü varsa o da bağırır, yoksa zahiren siner fakat bildiğinden de vazgeçmez. Halbuki bunun yerine “kavl-i leyyin” yani yumuşak ve tatlı dille yaklaşılsa, muhatap üzerinde müspet tesir yapar ve mesele ne ise çözüme daha da yaklaşılmış olur. Nitekim Allah (celle celaluhu) Hz. Musa ve Hz. Harun’u, “Ben, sizin en büyük ilahınızım!” diyecek kadar küstahlaşan Firavun’a gönderirken bile “Ona tatlı/yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz ürperir/çekinir.”8 buyurur ve onların şahsında kıyamete kadar gelecek bütün müminlere özellikle davet/tebliğ/eğitim ve öğretimde hitabın niteliği ve muhataplara yaklaşıma dair değişmez bir ölçü verir. 

Bağırma, Bağırtı Olarak Kalmaz!

Bağırma, çoğu zaman kendi içinde hakareti, aşağılamayı ve küçümsemeyi de barındırır. Halbuki Allah Resûlü, “…Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. O’na zulmetmez, onu yardımından mahrum bırakmaz, onu hor görmez ve hakaret etmez. Kişiye, Müslüman kardeşini tahkir etmesi günah olarak yeter…”9 buyurur; sebep ve durum ne olursa olsun hakaret etmeyi yasaklar. Kaldı ki bağırma ve tahkirle, iyi ve kâmil insanlar yetiştirmeyi beklemek muhali talep olur ki sonunda bağıran da kaybeder kendisine bağırılan da. Hele bu yola sık sık başvurulursa muhatabın gönlünde/duygularında huzursuzluk, korku ve endişe oluştur ki bu tür durumlarda eğitim/öğretim imkanı da tamamen kaybedilir. Dolayısıyla talim ve terbiyede başarılı olabilmek için ebeveyn ve muallimler, bağırmanın gücünden yararlanmayı düşünme yerine, sevginin, şefkatin, samimiyetin ve kelimelerin gücünden istifade etmelidir. Zira muhataba sükunet ve güven veren bu üslup, duygular üzerinde etkili olacak ve böylece onun muhtaç olduğu fazileti kazanmasına yardımcı olunabilecektir. 

Bağırmak, Kişinin Kendi Saygınlığına Zarar Verir

Bağırmak, muhatabın şahsiyet ve karakter gelişimine zarar verdiği gibi bağıran kişinin saygınlığına ve ruh sağlığına da zarar verir. Zira normal bir ses tonuyla/ölçülü konuşma; kişinin kendine olan saygısını, güvenini, sözünün doğruluğunu ve fikrinin gücünü de yansıtır. Zira muhatabına, kendinden ve değerlerinden şüphesi olandan başkası saygı sınırlarını aşarak bağırıp çağırmaz. Nitekim Allah Resûlü, hiçbir zaman bağırmayı, aşağılamayı talim ve terbiye anlayışında bir yöntem olarak kullanmamıştır. Yapılan eksik ve yanlışlar karşısında ise şefkat ve müsamaha ile yaklaşarak karşı tarafı uyarmış ve izahta bulunarak ona rehberlik yapmaya çalışmıştır.

Bunun en yakın şahitlerinden biri olan Hz. Enes şöyle der: “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) asla kötü sözlü, bağırıp çağıran ve çevresine lanet yağdıran birisi değildi. İçimizden bir kimse yanlış yaptığında -mutlaka bir şey söyleyecekse- onu iyiliğe yönlendirmek için yumuşak bir üslupla şöyle buyururdu: “O, nasıl böyle bir şey yapar! Önce kendisine saygılı duymalı değil mi?”10 

Bunun içindir ki Allah Resûlü hayırlı muallimi tarif ettiği bir hadislerinde de şöyle buyurur: “Öğretiniz, bağırıp çağırmayınız! Muhataplarınızı tehdit edip korkutmayınız! Sözlü şiddette bulunarak duygularını yaralamayınız! Onları, ayıplamayın, kınamayın ve alay etmeyiniz! Gerekli ve yeterli sevgi, ilgi ve şefkatten de mahrum bırakmayınız! Zira gerçek muallim, muanniften yani böyle davrananlardan daha hayırlıdır.”11

Bağırma, Sabret! 

Çocukların hataları, eksikleri ve yanlışları, bağırma ile değil sabırla karşılanırsa düzeltme imkânı elde edilir. Bu yönüyle sabır hem çözümün anahtarı hem de muhatapla iletişimin yıpranmasını önleyecek önemli bir vesiledir. Zira birçok problem sabırla ve ona bağlı akıl, mantık ve muhakeme içerisinde konuşularak zamanla kolayca çözüme kavuşturulacaktır. Bu manada “… Allah sabredenleri sever.”12 ayeti, sabredenlerin O’nun tarafından sevileceğini bildirdiği gibi sabırlı kimselerin muhatapları tarafından sevileceği hakikatini de ihtiva eder. Zira Allah, sevdiği kimseyi kullarına da sevdirir.13 Talim ve terbiyenin esası da bu sevgi ve muhabbet ortamıdır. Sabırla sevmeye devam eden ve sabrıyla sevilenler, problemlerini sözlü şiddete ihtiyaç duymadan sevgi ve saygı potası içerisinde rahatlıkla çözeceklerdir. 

Allah Resûlü “Gerçek manada güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil öfke anında öfkesine kapılmayandır.” buyurur;14 talim ve terbiyeyi de içine alan ikili ilişkilerde, öfkeye hâkim olmanın değerine dikkat çeker. Kaldı ki “… Allah, sabredenlerle beraberdir.”15 ayeti aynı zamanda sağlıklı iletişim ve eğitimin de önemli bir sırrını verir. Bu yönüyle eğitimci sabırlı davranabilirse, talebe de sabrı öğrenir ve eğitim/öğretim devam eder. Aksi takdirde aceleciliğin hâkim olduğu ortamlara ilim, eğitim ve terbiye değil bağırtı, öfke, kin ve nefret hâkim olur. Kendisine bu şekilde davranılan kimse de öfkeyi ve bağırmayı öğrenir. Bu hususta Allah Resûlü’nün verdiği şu ölçü herkesin temel davranış kriteri olmalıdır: “… İnsanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de onlara öyle davran, İnsanların sana yapmasını/söylemesini istemediğin şeyi sen de onlara asla yapma/söyleme!”16

Bağırdıysan Özür Dile!

Çoğu zaman çocuğuna bağıran anne, baba bundan pişmanlık duyar, muhasebesini yapar, üzülür ve “Ben bu masuma nasıl bağırdım? Evet bu çocuk yanlış yaptı ama ben de bağırmakla onu çok kırdım ve ben de yanlış yaptım. Bunu yapmamalıydım!” der. Aslında bu muhasebe, yanlışın giderilmesi ve muhatabın duygularında açılan yaraların tedavisinde sorumluları harekete geçirecek önemli bir yaklaşımdır. Fakat sadece muhasebe ile yetinilmemeli bu özeleştiri mutlaka özre dönüştürülmelidir. Allah Resûlü’nün beyanıyla Sünnet’te asıl olan “…Sonunda özür dilemek zorunda kalacağın şeyi söylememek, yapmamaktır.”17 Ancak sabrı, muhasebeyi ve bu ölçüyü bir kenara koyarak hareket eden kimseye düşen sorumluluk, özür dilemek ve bununla iletişimde/talim terbiyede yeni bir sayfa açmaktır. Böylece büyükler hem büyüklüklerini göstermiş hem de muhataplarına hayat boyu unutmayacakları örnek bir davranış sergilemiş olurlar. 

Bağırdıysan Sebebini İzah Et!

Özür dilemek, muhatabı hata ve yanlışlarıyla baş başa bırakmak anlamına gelmez. Bilakis anne/baba ve muallimi, öfkeye sevk edip bağırmasına sebep olan hata/kötülük ya da günahın maddî-manevî zararları, muhatabın seviyesine ve anlayışına göre aklî, mantıkî delilleriyle kendisine izah edilmeli ve hatanın tekrarı önlenmelidir. Bunun için hataya değil muhataba müsamaha ile yaklaşılmalı kendisine şefkat ve mülayemetle rehberlik yapılmalıdır.18 Yoksa özür diledikten sonra muhatabın ıslahı adına kavlî ve fiilî adım atılmazsa tek başına müsamaha ya da özür dilemek muhatabın olumlu manada değişimine bir katkı sunmayacaktır. 

Allah Resûlü mescidinde iken bir bedevi gelir, mescidin bir köşesine çekilir ve bevletmeye başlar. Manzaraya şahid olan sahabiler adama bağırarak onu engellemeye kalkışırlar. Durumu fark eden Allah Resûlü, “Bırakın onu, rahatsız etmeyin” der. Adam işini bitirince orada bulunanlara “Şimdi kalkın ve idrarını yaptığı yere bir kova su dökün. Siz zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olarak görevlendirildiniz.” buyurur.19 Ardından bedeviyi de yanlışıyla baş başa bırakmaz ve yanına çağırır ve yumuşak bir üslupla “Mescitler, bevletmek için uygun yerler değildir. Zira buralar, sadece Allah’ı zikir, namaz ve Kur’an okumak için tahsis edilmiş mekanlardır.” buyurur20 ve böylece ona hem ashabın kendisine bağırıp-çıkışmasının sebebini izah eder hem de yaptığının doğru bir şey olmadığını öğretir. 

Sevgini Tekrar İfade Et!

İstemeden de olsa bağırmak muhatabın üzerinde menfi tesir meydana getirecek ve anne/babasının ya da öğretmeninin kendisini sevmediğini ya da istemediğini düşündürecektir. Dolayısıyla bu durumda sadece özür dilemek, yetmez. Bunun yanında kendisini sevdiğini sözlü olarak yeniden ifade etmek faydalı olacaktır. Allah Resûlü “Sizden bir kimse, “(Allah için) sevdiği kardeşine, onu sevdiğini haber versin.” buyururken sevginin ihtiyaç duyulduğunda ifade edilmesi gerektiğine de işaret eder.21 Hatta duyguların yara aldığı böyle bir durumda hediyeleşme sünnetini yaşatmak da önemlidir: “Hediyeleşiniz ki birbirinize olan muhabbetiniz artsın.”22 Bundan dolayıdır ki Hz. Enes İbn-i Mâlik, çocuklarına “Evlatlarım! Kendi aranızda sıkça hediyeleşin. Zira aranızdaki sevgi bağını güçlendirmede onun gibisi yoktur.” derdi.23 Kaldı ki hediyeleşme yine Allah Resûlü’nün beyanıyla kalpteki kırgınlık, nefret, kin ve düşmanlığı giderir, yerine güzel düşünceleri yerleştirir.24

Bağırma! Bilakis İyilik Yap! 

Çocuklara/gençlere bağıran anne/baba ve öğretmenlerin bir hatası da bu yanlışlarını en kısa zamanda telafi etmeyi düşüneceklerine, iletişim ve diyaloglarını kesmeleridir. Bu durum, belki de henüz yanlışının bile farkına varmayan, kendisine niçin bağırıldığını bile tam anlayamayan bir kimseyi cezalandırma demektir ki bunun eğitim adına bir değeri yoktur. Zira araya konulan mesafe uzadıkça talim-terbiye ve rehberlik imkân ve fırsatı da o nispette kaçırılır. Bu durumda takip edilecek en sağlıklı yol, iletişimi kesmeyi sürdürmek değil yeniden kurmaya çalışmak olmalıdır. Bunun için en isabetli başlangıç da bir iyilikle başlamaktır. Bu hususta Kur’ân’ın Allah Resûlü’ne bildirdiği, O’nun da hayat boyu nice örnekliklerini sunduğu şu ölçü her anne-baba ve muallimin, eğitim ve terbiye adına temel davranış ilkesi olmalıdır: “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde Sen, kötülüğü iyilikle, en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak!25

Dolayısıyla kötülükler, ihsan şuuruyla ve iyiliklerle savılırsa ana/baba ya da muallim ile muhataplar arasında açılan mesafe en kısa zamanda doldurulur ve ayetin beyanıyla eskisinden daha sağlam ilişkilerin kurulmasına vesile olur: “(Sen iyilikle yaklaşırsan) bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan sıcak bir dost oluvermiş.”26 Tabii  kötülükler karşısında öfkeyi ve bağırmayı değil de iyilik yapmayı başarmak herkesin kolayca yaşayabileceği bir ölçü değildir; büyük bir irade ve azim gerektirir. Bu güce ulaşmak için de Kur’ân iki dinamik üzerinde durur: “Kötülüğe karşı iyilik yapma hasleti, ancak sabredenlerin bir de faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.”27 Aksi takdirde darılma, gücenme, kırma, kırılma, bağırma ve uzun süre tavır almalar vs. çocukları/gençleri anne babadan, talebeleri de muallim ve rehberlerinden uzaklaştıracak ve koparacaktır.   

Sonuç 

Allah Resûlü, hatalı ya da yanlış bir davranış gördüğünde yüzü değişse de öfkeye kapılmaz asla muhatabına bağırıp çağırmazdı. Böyle durumlarda O, kimseyi asla hor ve hakir görmez, yaptığından dolayı kınayıp insanların içinde küçük düşürmezdi. Her zaman herkese karşı sevgi, şefkat ve nezaketini korur, onlara da örnek olurdu. Söyleyeceğini, onu hayra yönlendirebilecek bir üslupta etkili söyler ama asla gönül kırmazdı. İncinse de kimseyi incitmezdi. Af yolunu tutar, iyilikle emreder, halden ve dilden anlamayan kimselerden de yüz çevirirdi.28 Şefkatle yaklaşır; muhabbet dolu bakışları ve saygı dolu cümleleriyle onu kucaklar, yanlışını tashih eder/ettirirdi. Hiç kimseye kendi şahsı için celâllenmez, intikam alma duygusuna kapılmazdı. Dolayısıyla talim terbiyede zorlanan ve zaman zaman çocuklara/gençlere öfkelenen, bağırıp-çağıran ve böylece onları terbiye ettiklerini/edeceklerini zanneden ve bundan başka çıkar yol görmeyen/bilmeyen bütün anne/baba ve muallimler, O’nun bu hususta da rehberliğine son derece muhtaçtır.

Dipnot:

  1. Lokman Sûresi, 31/19
  2. Lokman Sûresi, 31/19
  3. Bkz. İbn-i Kesîr, Lokman Suresi 19. ayetin tefsirinde
  4. Bkz. Tirmizî, Birr 55
  5. Tirmizî, Birr 69; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, VI/174
  6. Tirmizî, Birr 36
  7. Beyhakî, Şuabu’l-İman, X/404
  8. Tâ Hâ Sûresi, 20/44
  9. Müslim, Birr 10 (2563)
  10. Buhârî, Edeb 38
  11. Tayâlisî, Müsned (2659)
  12. Âl-i İmrân Sûresi, 3/146
  13. Bkz. Buhârî, Bed’u’l-Halk 6, Edeb 41; Müslim, Birr 157
  14. Müslim, Birr 107
  15. Bakara Sûresi, 2/153
  16. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, VI/383 (27153); Heysemî, Zevâid, I/48
  17. İbn Mâce (4171); Müsned (23498)
  18. Bkz. https://peygamberyolu.com/nebevi-egitimin-ilkeleri-3-hor-gorme-hos-gor/
  19. Buhârî, Vudû 58; Edeb 80; Ebû Dâvud, Tahâret 138; Tirmizî, Tahâret 112
  20. Müslim, Tahâret 30/100 (285)
  21. Ebû Dâvud, Edeb 122; Tirmizi, Zühd 54
  22. Buhârî, el-Edebu’l-Müfred, s. 159, No: 594
  23. Buhârî, el-Edebu’l-Müfred, s. 159, No: 594
  24. Bkz. Tirmizî, el-Velâ ve’l-Hibe 6 (2130)
  25. Fussılet Sûresi, 41/34
  26. Fussılet Sûresi, 41/34
  27. Fussılet Sûresi, 41/35
  28. Bkz. A’raf Sûresi, 7/199
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.