Nebevî Eğitimin İlkeleri (3): “MÜSAMAHALI OL!”

1.692

Sevgi ve şefkâtin, eğitime, insanî muamele ve münasebetlere kısacası hayata yansımalarından birisi de müsamahadır. Müsamaha, hiç kimseyi hor görmemek, hatalarından dolayı ayıplamamak, aşağılamamak bilakis yanlışları örtmek ve affetmek, onların yerine mülayemetle doğruları inşa etmeye çalışmak ve farklı inanç ya da görüş sahiplerine karşı dengeli davranmaktır. Müsamaha, Allah Resûlü’nün örnek ahlakının özüdür. Ve bu erdem hem eğitim ve öğretimde hem de içinde yaşanılan toplum ile sağlıklı ilişkiler kurabilme ve bunu geliştirme adına önemli bir sünnettir. Yuvada, eğitim müesseselerinde ve sosyal hayatta karşılaşılan problemlere karşı yapıcı/kalıcı çözümler üretebilmek adına temel bir dinamiktir. Aksi takdirde müsamahanın yerini taassup ve şiddet alır ki bu da insanoğlunun en çok muhtaç olduğu sevgi, saygı, şefkat, güven, barış ve huzur ortamını alır götürür.

İslam’ın temel değerlerinden biri olan müsamahanın en güzel örneklerini de Allah Resûlü, sergilemiştir. Herkesin, kendi görüşünü kabul ettirmek için düşmanlığa ve şiddete kilitlendiği ve başkalarının farklılıklarını yok etmek için zulmettiği bir dönemde O, sevgi, merhamet ve sulh dini İslam’ın hoşgörü anlayışını hem insanî ilişkilerinde hem de eğitim anlayışında bir ilke olarak benimsemiş ve bunu uygulayarak göstermiştir. Bir muallim olarak O’nun eğitim alanındaki bu uygulamaları ve bu mevzuda verdiği emirleri-nehiyleri kıyamete kadar bütün anne-baba ve öğretmenler için örneklik teşkil etmekte ve birçok ölçü koymaktadır.

Hor Görme, Hoş Gör!

Allah Resûlü’nün eğitimde takip ettiği ilkelerinden birisi de hiç kimseyi hor görmeme bilakis terbiye adına muhataba hoşgörüyle yaklaşma prensibidir. O’nun bu hususta uyguladığı ve tavsiye ettiği temel ölçü “Kişiye kötülük olarak bir başkasını hor ve hakir görmesi yeter.” esasıdır.1 Zira Allah, insanı değerli yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir.2 Yüce Yaratıcı’nın kerîm olarak yarattığını ve değer verdiğini, hor görüp ona hakaret etmek, şeytana tabi olmaktır. Çünkü şeytan, ilk insan Hz. Âdem’in, topraktan yaratılmış olmasını ileri sürerek kibre kapılmış, onu hor görmüş ve sonunda Rabbinin emrine isyan etmiştir. Bunun üzerine huzur-u ilahîden kovulmuş ve kıyamet gününe kadar da lanetlenmiştir.3 Dolayısıyla kendisini büyük, başkalarını ise hor ve hakir görenler, kaybedecekleri/kaybettirecekleri bir yola girerler.

Bunun için ne anne-baba ne muallim ne de bir rehber, muhataplarını küçük görüp aşağılayarak, azarlayarak hatta hor görerek, onlara bir değer kazandıramaz. Fakat onlara saygı duyup farklı fikir ve düşüncelerini dinleyerek, küçük-büyük hatalarını hoşgörüyle karşılayarak ve bu davranışlarla onlara değerli olduklarını hissettirerek çok şey anlatabilir, doğrularla ruhlarını bezeyebilirler. Bunun içindir ki Allah Resûlü, eğitim ve öğretimiyle meşgul olduğu kimselere baskı yapmaz, mesajını ve maksadını yumuşak bir dille anlatır, şayet eksik ve yanlışları varsa onları da hoşgörüyle karşılar, sonra doğruları öğretme adına emek verirdi. On yıl Kendisine hem talebelik yapan hem de hizmet eden Hz. Enes İbn-i Mâlik, O’nun engin hoşgörüsü ve mülayemetini şöyle ifade eder: 

“Resûlüllah’a on yıl hizmet ettim. Her işim O’nun arzu ettiği gibi olmuyordu. Hizmetim sürecinde yaptığım her hangi bir şey için “Bunu niye böyle yaptın?” yapmadığım bir şey için de, “Niye şöyle yapmadın?” demedi. O, beni ne azarladı ne ayıpladı ne incitici bir söz söyledi ne bir kez olsun yüzünü ekşitti ne de vurdu. Bırakın bunları bir kez olsun bana “öf” bile demedi.”4  

Hasılı, eğitimin başlangıç noktası, muhatabı yanlış, eksik ve farklı düşünce, davranış ve inanışlarından dolayı hor görmemek ve aşağılamamak, bilakis ona değer vermektir. Zira kibir ve buna bağlı kaba davranış, kötü söz ve hakaretin herhangi bir eğitim değeri yoktur. Bilakis böyle menfi bir tutum ve davranış, muhatabın duyguları üzerinde olumsuz tesir meydana getirir ve eğitim ortamını yok eder. İnsanı, insandan uzaklaştırmakla kalmaz, insanı, eğitimcinin vereceği mesajdan, eğitim verdiği müesseseden hatta bizzat ilim ve ahlaktan da soğutur ve koparır. Ki bu hususta sahabe, Alla Resûlü’nün takip ettiği çizgiyi şöyle anlatır: “O, hiç kimseye karşı asla kötü söz ve davranışlarda bulunmaz, çarşı-pazarda insanlarla münakaşaya girmez, kötülüğe, kötülükle karşılık vermez bilakis bağışlayıcı ve müsamahalı davranırdı.”5

Müsamahalı Ol ve Hataları Ört!

Hataları görmemenin yanında hoşgörünün bir gereği de şahsi yanlışları, günahları ve eksiklikleri örtmektir. Zira hataları yüzüne vurulan ya da günahları ifşa edilen kimseler, eğitim ve öğretim adına gözden çıkarılmış demektir. Hiç kimse hata ve eksiklerinin başkaları tarafından bilinmesini ya da açığa vurulmasını istemez ve bunu kabullenmez. Böyle yapan kimselere de kin duyar ve düşmanlık beslerler. Bu anne ve baba ise, çocuklar/gençler ebeveynlerinden kopar ve evden uzaklaşır, bu muallim ise öğrenciler, öğretmenlerinden kopar ve derse katılmak istemez, okuldan kaçar. Hatta mecburen derslere katılsalar bile dinlemez, dinliyor gözükseler bile istifade etmez, kendilerini tamamen kapatırlar. Bir şey öğrenmeye ve bir ruh almaya değil bilakis öğrenmemeye odaklanırlar. Onun için eğitimde temel ilke, çocuğun/talebenin hata ve günahlarını sadece hoş görmek değil bir de onları örterek kendisini düzeltmesine imkân tanımak, zemin hazırlamak ve yol göstererek ona yardımcı olmaktır. 

Allah Resûlü’nün bu hususta ortaya koyduğu temel ilke şudur: “Kim dünyada bir kardeşinin ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını ahirette gizleyip kapatır.”6 Dolayısıyla ayıbına ya da eksiğine hoşgörüyle yaklaşıldığını hatta örtüldüğünü gören çocuk/genç, bu davranıştan çok etkilenir; ailesine ya da muallimine medyûniyet duyar. Samimi olarak kendisine yardımcı olunmaya çalışıldığı kanaatine ulaşır ve bu hoşgörü ve mürüvvet karşısında, kendisini eğitimcilerin ellerine güvenle teslim eder. Böylece müsamaha ile yaklaşılan/setredilen hatalar, eğitim için vazgeçilmez olan güven ortamının da oluşmasına ve güçlenmesine de vesile olur. Aynı zamanda böyle bir davranışla muhataba, “hoşgörü ve hataları örtme ahlakı” da aşılanır. Allah Resûlü, “Kardeşinin ayıbını ve kusurunu örten kişi, ölü birini diriltmiş gibi olur.” buyurarak eğitimde bunun yüksek değerine veciz bir şekilde dikkat de çeker.7

İşte birkaç misal:

Ezanla Alay Eden Genç: Ebu Mahzûra

Allah Resûlü, insan tabiatını bilir ve muhataplarına, sabır, hoşgörü ve hikmetle yaklaşırdı. Bunu bizzat yaşayan Ebu Mahzûra’dan dinleyelim:

“Peygamber Efendimiz Huneyn harbinden dönüyordu. Ben de Mekkeli on kişilik bir grup gençle birlikteydim. Henüz Müslüman olmamıştım, olmayı da düşünmüyordum. Derken namaz vakti gelmiş olacak ki müezzin ezan okumaya başlamıştı. Biz de beraber olduğumuz gençlerle bir kenara çekilmiş hem okunan ezanı dinliyor hem de alaylı bir şekilde tekrar edip dalga geçiyorduk. O esnada bizi gören ve çıkardığımız seslerden dolayı ezanla eğlendiğimizi anlayan Allah Resûlü, biraz sonra bizi yanına çağırttı ve içimizde hangimizin sesinin daha güzel olduğunu sordu. Arkadaşlarımın hepsi beni gösterdi. Bunun üzerine O, sözleri öğretti ve benden ezan okumamı istedi. Ondan hiç hoşlanmadığım halde başka bir alternatifim olmadığı için mecburen önünde ezan okumaya başladım. Ezanı bitirdiğimde bana bir miktar para da verdi. Daha sonra beni alnımdan öptü ve sırtımı sıvazladı. Bunun üzerine ben de onun bana bu yaklaşımından cesaret alarak “Ey Allah’ın Resûlü! Kâbe’de ezan okumama izin verir misin?” diye talepte bulundum. O da izin verdiğini söyledi. İşte o andan itibaren içimde O’na karşı duyduğum nefretten eser kalmadı, kalbim iman ve sevgiyle doldu. Mekke’ye geldim ve O’nun emriyle müezzinlik yapmaya başladım.”8

Örnekte de görüldüğü üzere Allah Resûlü, ezanı hafife alan ve onunla eğlenen genç yaştaki Ebu Mahzûra’yı “Sen nasıl ezanla alay edersin?” diye azarlamaz bilakis onun bu hatasına karşı hoşgörüyle yaklaşır ve kendisinden ezan okumasını ister. Bir de okuduğu ezanı sonuna kadar dinler, sesine iltifat eder ve ardından da onu ödüllendirir. O da azarlanmayı hatta cezalandırılmayı beklerken gördüğü bu hoşgörü, takdir ve iltifat karşısında yumuşar ve o ana kadar nefret ettiği Efendimiz’i sevmeye başlar ve Müslüman olur. 

müsamaha nedir ve örnekler. elini uzaten takım elbiseli adam

Hoş Gör Onları Ey Ömer!

Allah Resûlü’nün yakınlarından birisi vefat eder. Kadınlar taziyeye gelir ve ağlamaya başlarlar. Manzarayı gören Hz. Ömer, kalkar ve onları susturmaya ve oradan uzaklaştırmaya kalkışır. Bunu üzerine Allah Resûlü, “Onları bırak ey Ömer! Zira kalp musibete yeni duçar olmuştur, acı tazedir. Dolayısıyla gözler, yaş dökebilir. Bunda bir beis yoktur.”9 buyurur. Yine Sa’d İbn-i Muaz‘ın cenazesinde ağlayan Ümmü Sa’d’ı susturmak isteyen Hz. Ömer’e, şu karşılığı verir: “Sakin ol ey Ömer! Bırak ağlasın. Ümmü Sa’d hariç her ağlayanın ağlamasında yalan vardır. O dediklerinin hepsinde doğrudur.”10 Görüldüğü üzere bu olayda da Allah Resûlü, kadınlara “Niye ağlıyorsunuz? Kesin sesinizi ve ağlamayı!” vs. gibi sözlerle yaklaşmamış bilakis onların ağlamalarından rahatsızlık duyup onları susturmak isteyen Hz. Ömer’e de acılarının taze olduğunu hatırlatarak onlara karşı yumuşak ve hoşgörülü olmasını tavsiye etmiştir.

Necran Hristiyanlarına Gösterilen Hoşgörü

Allah Resûlü, birçok ülke ve kabilelere İslam’ı tebliğ için elçi ve mektuplar yazıp gönderir; onları Müslüman olmaya davet eder. Bunlardan birisi de Necran bölgesinde yaşayan Hristiyanlardır. Kendilerine Efendimiz’in mektubu ulaşınca aralarında durum değerlendirmesi yapar ve seçtikleri 60 kişilik bir heyeti, O’nunla görüşmeye gönderirler. Heyet, Medine’ye gelir ve bir ikindi vakti Mescid-i Nebevî’ye girerler. Allah Resûlü ikindi namazını ashabıyla eda etmek için hazırlanırken onlar da bir kenarda kendi ibadetlerini yapmak için doğu tarafına yönelirler. Bunun üzerine sahabîlerden bazıları onlara mâni olmak isteyince Efendimiz, “Onları kendi haline bırakınız!” buyurarak kendi inançlarına göre mescitte ibadet etmelerine müsaade eder hatta on beş gün de heyeti orada ağırlar.11 

Görüldüğü gibi bu olayda da Efendimiz, bazı sahabilerin engel olmaya kalkışmasına rağmen Necranlılara, “Siz benim mescidimde nasıl ayin yapmaya kalkarsınız?” demez bilakis engin bir müsamaha duygusuyla hareket ederek onlara kendi inançlarına göre ibadet etme izni verir. Hatta bununla da yetinmez bir de on beş gün kadar onları mescidinde misafir eder. Onun bu hoşgörüsü ve hikmetli davranışıdır ki kısa zaman sonra Necran halkının İslam’a girmesine kapı aralar.

Sonuç

-Hoşgörü, sadece sünnette değil Kur’an’da da takdir edilen faziletli bir davranıştır: “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.”12 ayeti açıkça hoşgörünün Allah katındaki değerine dikkat çeker. Zira hoşgörüde sabır da vardır bir miktar af da.  

-Allah (c.c), Efendimiz’e ve onun şahsında eğitim ve tebliğle meşgul olan herkese, muhataplarının olumsuz ve sert davranışları karşısında durum ne olursa olsun “safh-ı cemîli” yani müsamaha ve hoşgörüyü elden bırakmamaları gerektiğini ders verir: 

“Öyle ya, Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin aralarında bulunan varlıkları elbette boşuna değil gerçek bir gaye ve hikmetle yarattık. Hiç şüphe yok ki o kıyamet saati gelip çatacaktır. Öyleyse hoş gör ve güzelce davran onlara.”13

-Bir başka ayette inanmayanlara karşı yine kendisine hoşgörü emredilen Allah Resûlü’ne, şöyle buyurulu: “Sen onları azarlamadan, kınamadan müsamaha göster ve ‘Selam olsun size!’ de. Çünkü onlar zamanı geldiğinde anlayacaklar.”14 Demek ki hoşgörü, zaman içerisinde onların cehalet, bağnazlık ve sertliklerinin kırılmasına vesile olacak ve onları Hakk’a ve hakikate yaklaştıracaktır.

-Allah Resûlü, yanlış ve hatalı davranışlar içinde bulunan muhataplarına, “Onlar henüz bilmiyorlar!” ve “Bilmemek, ayıp değildir ve bilmeyen bir de mazereti geçerli olan kınanamaz!” ilkesiyle yaklaşmış ve onları 23 yıl gibi kısa bir sürede bütün beşeriyete örnek bir nesil konumuna yükseltmiştir.

-Allah Resûlü, gördüğü ve işittiği yanlış söz ve davranışlar karşısında son derece nazik ve hoşgörüyle hareket etmiş; muhatapları ile arasında bulunan sevgi ve saygı perdesine zarar vermemeye azami derecede dikkat göstermiştir. Hatalarını yüzene vurmamış; hiç kimseyi toplum içinde küçük düşürüp rencide etmemiştir.

-İnsanlardan hoşgörü bekleyenler onlara karşı hoşgörülü olmalıdır. Allah Resûlü’nün ifadesiyle “Hoşgör ki, hoş görülesin.”15 Aksi takdirde horgörüyü ahlak edinenler, hoşgörüye muhtaç olduklarında onu bulamazlar.

-Hoşgörülü bir kimse daima muhataplarının, ortak fikirlerine ve iyi yönlerine bakıp ilişkilerini ortak payda üzerine kurar. Hoşgörüsüz kimse ise bunun tam tersi daima muhataplarının farklı fikir ve davranışlarına odaklanır; on tane doğru ve güzel davranışı değil de bir tanecik kötü söz ve davranışı esas alırlar. Bundan dolayı çoğu zamanda bir yanlışa, dokuz masum fazileti kurban ederler. Halbuki bu noktada Allah Resûlü’nün insanlığa verdiği ölçü şudur: “Hiçbir mü’min, bir mümin eşine/kardeşine/talebesine herhangi bir huyundan dolayı kızıp onu aşağılamasın, ona buğzetmesin. Zira onun bir huyunu beğenmese de bir başka özelliğini beğenir, ondan razı olur.”16

-Hoşgörü, tevazunun, horgörü ise kibirin/gururun kardeşidir. Zira Allah Resûlü’nün beyanıyla, “Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemek, hor görmektir.”17 Halbuki Allah, kibir kaynaklı horgörüyle davranan kimseleri batırırken, tevazu ve hoşgörüyle davranan kimseleri ise yüceltir.18 Hasılı Mevlana’nın ifadesiyle eğitimci, “Hoşgörüde deniz gibi ol!”malıdır.

Dipnot:

  1. Müslim, Birr 32; Ebu Davud, Edeb 35; Tirmizî, Birr 18
  2. Bkz. İsra Sûresi, 16/70; Hicr, 15/29
  3. Bkz. Hicr Sûresi, 15/30-35
  4. Ebu Davud, Edeb 1
  5. Tirmizi, Birr 69
  6. Müslim, Birr 58, 72
  7. Buharî, Mezâlim 3; Ve bkz. Ebu Davud, Edeb 38
  8. Nesâî, Ezan 5,6; İbn Mâce, Ezan 2
  9. Nesaî, (1974); ve buna yakın farklı bir vaka için bkz. İbn Mâce (1576 ya da 1587)
  10. Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, XV/42483
  11. İbn-i Hişam, Sîre II/224; İbn Sa’d, Tabakât, I/357
  12. Şûrâ Sûresi, 43
  13. Hicr Sûresi, 15/85
  14. Zuhruf Sûresi, 43/89
  15. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I/249 (2233); Heysemî, Zevâid, X/196
  16. Müslüm, 1469
  17. Müslim, İman 147; Ebu Davud, Libas 26; Tirmizi, Birr 61
  18. Irâkî, Tahrîcu’l-İhya, I/70

Yoruma kapalı.