Mirac’ta müşahade edilen Cennet ve Cehennem’e ait bazı tablolar

1.182

Allah’ın kendisini bazı ayetlerini göstermek için çıkarttığı İsra ve Mirac yolculuğunda Peygamber Efendimiz’e gösterilen yerlerden ikisi de Cennet ve Cehennem’di. Allah Resûlü, döndükten sonra değişik zamanlarda ve farklı vesilelerle buralarda gördüğü bazı manzaralardan bahsetmiş ve böylece hem ümmetini müjdelemiş hem de uyarmıştır.

Cennet’e ait tablolar

Bir anda cennet, olanca güzelliğiyle önüne açılıvermişti. İnci-mercan misal her çeşit değerli taşlar ve tasavvur üstü bir renk cümbüşüyle donatılmış, nice göz alıcı desenlerle tezyin edilmişti! Hiçbir gözün görmediği ve göremeyeceği, hiçbir kulağa yankısı gelip çarpmayan ve hiçbir faninin de tahayyül edemeyeceği nice güzellikler sergileniyordu önünde. Ne göz alıcı, ne gönül yakıcı manzaralardı… Cennetin zümrüt yamaçları, önünde perde perde açılmış ve O da, meltem gibi gelip yüzüne çarpan esintileriyle mest, hayret makamının hakkını veriyordu.

Bir aralık kulağına hoş bir ses gelmişti:

– Bu ses de neyin nesi, diye sordu Cibril’e.

– Cennet’in sesi, diyordu rehber-i sadıkı. Biraz dikkatle dinleyince, gelen sesin şunları dediği duyuluyordu:

– Ey Rabbim! Bana vadettiğin şeyleri lutfet! İşte, artık uhdemde bulunan odalarım, ipek ve hullelerim, sündüs ve inci-mercanlarım, gümüş ve altınlarım, koltuk ve döşemelerim, kap ve kacaklarım, binek ve içkilerim, bal, süt ve sularım çoğaldıkça çoğaldı. Artık vadettiğin şeyi yerine getir de bana gelecek olanları bir an önce buraya gönder!

Onun bu samimi talebine karşılık bir başka ses yükseldi:

– Evet, her mü’min ve mü’mine, erkek veya kadın Müslüman, Bana iman eden ve Resûlü’mü de tasdik ederek destekleyen, her daim müspet hareket ederek ortaya salih bir iş koyan ve asla Bana şirk koşmayan ve Allah’tan başka bir değer önünde bel kırıp boyun bükmeyenler, çok geçmeden sana gelecektir!

Kim, Benden haşyet duyar ve çizilen ölçü içinde hareket ederse o emindir; Benden kim ne isterse Ben, onu veririm. Kim de Benden ön talepte bulunur ve borç gibi isterse onun da isteğini yerine getiririm. Ve kim de Bana tevekkül edip işini Bana bırakırsa, mutlaka onun işini nihayete erdirir ve yerine getiririm. Çünkü, şüphe yok ki Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım! Sözümde hulf edip yerine getirmemezlik yapmam! Şüphesiz, mü’min olanlar ancak kurtuluşa erer. Allah, ne mükemmel ve mübarek bir yaratıcıdır.

Rabb-i Rahîm’den gelen bu nidâyı duyan cennet sükun bulacak ve:

– Razı oldum ey Rabbim, diyecekti.1

Daha dikkatle baktı içeri; altından ırmaklar üzerinde kurulmuş saraylarda koltuklara yaslanıp muhabbet eden babayiğitler vardı… Etraflarında hizmetçiler dört dönüyor; isteyip arzu ettikleri her şey, anında yerine getiriliyordu. Huri-gılmanlarla kuşatılmıştı, yüzlerindeki ifadeler bile boşa çıkarılmadan nimetler içinde yüzüp duruyorlardı. Akla-hayale gelmedik nimetlerden istifade ederken ne bir bıkkınlık ne de herhangi bir fütur seziliyordu üzerlerinde. Çünkü, her yediklerinde renkler farklı, desenler rengârenk, tatlar değişkendi ve kokular da birbirini tutmuyor. Böylelikle her seferinde yeni bir telezzüz imkânı doğuyordu.

Cemaat haline gelmiş insanlar vardı karşısında; her gün yeni bir ekim yapıyorlar ve ekim yaptıkları aynı gün de hasat işlemine başlayıp semere topluyorlardı. Cibril’e sordu:

– Bunlar kim?

– Bunlar, Allah yolunda cehd ü gayret gösteren, Allah’ın adını en yücelere ulaştırmak için mal ve canlarıyla kendilerini ortaya koyanlardır. Bunların yaptığı bir iyiliğin karşılığı, yedi veren başaklar gibi yedi bin kattır. Allah için infak ettikleri değerlerine karşılık da Allah, hemen yenisini verir ve yerine onu kâim kılar; çünkü O, rızık vermede en hayırlı yolu tercih edendir,2 diye cevaplıyordu Cibril-i Emîn.

Dört bir yana dal-budak salmış nehirler vardı önünde; su yerine kiminden süt, kiminden de bal akıyordu. Bunlar arasında daha belirgin olanlara, Nil ve Fırat diyorlardı. Belki de bu, yakın vadede İslâmî mesajın ulaşacağı alanı ifade ediyor ve geleceğin fotoğrafını ortaya koyuyor ve miraçta kendisine bunun muştusu veriliyordu.

Cehennem’e ait bazı tablolar 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) oradan ayrılıp da bir başka vadiye geldiğinde, ürperten seslere şahit olacak ve Cebrail’e (as) bu seslerin kaynağını da soracaktı:

– Cehennemin sesi, diyordu Cibril-i Emîn. Dikkat kesildi. Diyordu ki:

– Ey Rabbim! Artık bana vaadettiğin şeyleri ver! Baksana, bukağılar ve halatlarım, alev ve ateşlerim, irin ve kanlarım çoğaldıkça çoğaldı; dibimdeki derinlik erişilmez noktaya ulaştı ve ateşimin harareti de dayanılacak gibi değil! Bana vaadettiğin şeyleri çabuk gönder! Cennete seslenen aynı sesin yankısı duyuldu:

– Evet, Bana şirk koşan her müşrik kadın ve erkek, Beni inkâr eden her kâfir, hesap ve kitaba inanmayan her zalim sana gelecektir; acele etme! Ve, aynı sükûnet:

– Tamam, razıyım ey Rab!3

Feryad ü figanın yükseldiği yöne bakınca, olanca dehşetiyle cehennem temessül etmiş ve yürek kaldırmayacak görüntüler gelmişti önüne Allah Resûlü’nün. Elbette bu, gördüklerini ümmetine aktararak sakındırabilmek için sadece bir manzara temaşasından ibaretti. İnsanlar ve taşların tutuşturduğu ateş tufanları vardı ortada… Derinden bir homurdanma duyuluyor ve içine girenleri azımsarcasına ve doyma bilmeyen bir iştiha ile:

– Daha yok mu, diye bağırıyordu. Bu dehşetli manzara içinde azaba dûçar kalıp da tükenenler, öyle bir kenara atılıp da süreçten kurtulamıyorlardı. Her ne zaman bedenler kül olup vücutlar buharlaşsa, işlem yeniden başlıyor ve belli ki, azabı tam tatmaları için kemiklere et giydirilerek her defasında bu işkence yeniden tekrarlanıyordu. Çığlıklar yükseliyordu cehennemin derinliklerinden:

– Keşke yeniden dünyaya dönme imkânımız olsa! 

– Keşke aklımızı kullanıp anlatılanlara kulak vermiş olsaydık da bu duruma düşmeseydik!

– Ne olur Allah’ım! Hiç olmazsa bir gün azabımı hafiflet!

– Keşke toprak olup gitseydim, gibi feryatlar birbirini takip ediyordu.

Grup grup insan kitleleri belli yerlerde kümelenmiş, benzeri şekilde azaba dûçar oluyorlardı; başlarında müvekkel zebani-nâm melekler vardı ve yüzlerinde tebessüm adına zerre kadar bir emare gözükmüyordu. Öyle insanlar vardı ki, bir mızrak boyu yaklaştırılan güneş-misal ateş kütlesi karşısında eriyip tükenmiş, gırtlağına kadar kanter içinde kalakalmıştı.

Kan ve irinden nehirler akıp gidiyordu bir taraflara ve içinde, dışarı çıkmak isteyip de bir türlü buna muvaffak olamayan bahtsızlar yüzüyordu çırpınarak. Feryat çığlıklarıyla birlikte kenara yaklaşan her bir zavallıya, orada bekleşip duranlar taş atmaya başlıyor ve yalvarırken açtıkları ağızları, atılan bu taşlarla doluyor, yeniden kan ve irin içine dönmek zorunda kalıyorlardı.

Başlarına demir ve taşlarla vurularak işkence gören kimselere rastlamış ve bunların kimler olduğunu sormuştu. Cibril:

– Bunlar, farz namazları kılma konusunda bir türlü sebat edemeyen ve onu geçiştirenler, buyuruyordu.

Diğer tarafta ise, dünyada iken mallarının zekâtını vermeyen insanların, irin ve zakkum yutkunarak hayvanlar gibi sürüklendiklerine şahit olmuş; Allah’ın emrini yerine getirmemenin cezasının tecellisini müşahede etmişti. Daha başka göreceği şeyler de vardı; yetim malı yiyenler bir kenarda, ateşten kütleler yutkunarak, bunları ıtrahat gibi dışarı çıkararak azap görüyorlar; diğer yanda da, emanete riayet etmekte kusur gösterenlerin, sürekli ağırlaşan yüklerin altında inim inim inledikleri nazara çarpıyordu. İnsanlar arasında fitne ateşini körüklemeyi adet edinenlerin ağızları yamulmuş, dilleri de perişan; masum insanları gammazlayıp da zalimlere teslim edenlerin halleri de yürek yakıyordu.

Beri tarafta ise, göbekleri kendilerinin birkaç katı insanlar vardı; ne ayağa kalkıp durabiliyor ne de bulundukları yerden hareket edip mesafe alabiliyorlardı. Bunların kim olduğunu sorduğunda kendisine, paradan para kazanmayı alışkanlık haline getiren faiz ehli olduğu söylenecekti.

Bazı insanlar gözüne takılıyordu; bir yanlarındaki güzel ve taze etler dururken, diğer taraflarındaki çirkin ve kokuşmuş olan leşlere dadanmış; tertemiz zemini bırakarak bataklıkta bocalayıp duruyorlardı. Merakla baktığı görülünce bunların da helâl dairesindeki keyifle kifayet etmeyip, haram peşinde koşan zinakârlar olduğu söylenecekti.

Ve buradaki kalabalığın çoğunluğunu, sefahet ve eğlence ağına düşen, düştüğü yere başkalarını da çekerek fasit dairenin oluşmasına sebebiyet veren ve iffet sahibi hemcinslerinin de bedduasına hedef olan kadınların oluşturduğunu görmüştü; insanları avlamak için öne çıkarıp tuzak olarak kullandıkları uzuvlarından asılmış, çığlıklar içinde inim inim inliyorlardı.

Dipnot:

  1. Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 8/3
  2. Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, 3/18; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 15/7
  3. Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 15/1
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.