Peygamber Efendimiz’in İnsanı Yücelten Örnek Ahlâkı

718

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’ın yüce ahlâkına işaret edip, O’nun mü’minler için numûne-i imtisal olduğunu bildirmektedir. “Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe ümitle bağlananlar için ve Allah’ı bol bol zikredip hatırlayanlar için muhakkak (arkasından gidilmeye değer) pek güzel bir örneklik vasfı vardır”1. “Kasem olsun ki, sen büyük bir ahlâk üzerindesin”2. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)’ın ahlâk ve hâllerinden nübüvvetine delil getirmek, mu’cizeye ait önemli bir husustur.3 Binaenaleyh, O’nun ahlâk-i hamîdesinden bazı noktalara işaret etmemiz gerekiyor.

a. Sıdk yani doğruluk, Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm)’in en bariz vasıflarındandır. Hiç kimse, O’nun, ne din işlerinde, ne de dünya işlerinde hilâf-ı hakikat birşeyine şahit olmamıştır. Eğer O’ndan, böyle bir şey sudur etmiş olsaydı, muarızları tarafından açığa çıkartılır, ilân edilirdi.4 Böyle bir iddia şöyle dursun, sonraları muarızları olacak kimseler bile ona Muhammedü’1-Emîn dediler. Onun için, Arapların hiçbirisi Hz. Peygamber’i ziyarete giderken, O’nun sıdkını anlamak için, kâhinleri tâbi tuttukları bir denemeyi O’na tatbik etmeyi akıllarının köşesinden bile geçirmiyorlardı. Çünkü doğruluğu, O’na Rabb’i tâlim etmiştir: “Emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar) aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir.”5. Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)’in bi’setten sonraki hayatı ile beraber bi’setten önceki hayatı da bir mu’cizedir. Zira, içinde neş’et ettiği toplum her türlü bâtıla dalmışken, kendileri daima pâk ve müberrâ kalmışlardır. “De ki: (…) Ben ondan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım, düşünmüyor musunuz?”6.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)’in sıdkını, düşmanları da itiraf etmiştir. Bu konuda en açık şehadet, bizzat düşman tarafın başkanı olan ve bu şehadetinden ancak iki sene sonra İslâm dinini kabul eden biri yani Ebû Süfyân tarafından yapılmıştır. Bu şehadet üzerine imparator Heraklius şu neticeye varmıştır: İnsanlara yalan söylemeyen Allah hakkında da yalan söylemez.7

b. Risâletten önce, Kabe binasının yapımı esnasında Hacerü’l-Esved‘in yerine konması hakkında ihtilafa düşen Kureyşliler O’nun hakemliğine başvurduklarında O, en güzel, bir şekilde ihtilâfı bertaraf ederek meseleyi tatlıya bağlamıştır.8 Güvenilir olmayan bir kimsenin hakemliğine başvurulur mu?

c. Resûlûllah (aleyhissalâtü vesselâm), bir merhamet timsaliydi. “Muhakkak, içinizden size öyle bir Resul geldi ki sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir; size düşkün, mü’minlere şefkatli, merhametlidir”9. Hz. Peygamber, kavminin imân etmesini çok istedi ve tebliğini aralıksız sürdürdü ve hiç ümidini kesmedi. Onların, karşı tavır takınmalarını ise cehaletlerine verip, aydınlığa çıkmaları için onlara duâ da etti. Hatta, kavminin hidâyete ermesi yönündeki ısrarından ötürü ilâhî uyarıya muhatap kaldığı bile oldu: “Herhalde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye üzüntüden kendini helak edeceksin”10.

d. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm), makamının yüceliğine rağmen insanların en mütevâzisi idi: Hastayı ziyaret eder,11cenazeye iştirak eder, kölelerin dâvetine icabet eder, ayakkabısını tamir eder, elbisesine yama yapar,12 ev işlerinde ailesine yardım ederdi. Çocuklara selâm verir, onların hâl ve hatırını sorardı.’13 Resûlûllah (aleyhissalâtü vesselâm)’a bir adam getirildi; heybetinden titremeye başlayınca, “Sakin ol! Ben bir kral değilim. Ben güneşte kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum” dedi.14 Ashabı ile, onlardan biriymiş gibi otururdu; yabancı biri içlerinden hangisinin O olduğunu bilmezdi. O’na hitap edene, “Lebbeyk (buyrun)” derdi.

Ashabına, ikrâmen künyeleri ile hitap ederdi. Allah Resulü (aleyhissalâtü vesselâm), dünya ve servet ehline karşı azîz; fakirler, düşkünler ve ehl-i dine karşı da son derece mütevazı idi. Enes (ra) demiştir ki: “Resûlûlah (aleyhissalâtü vesselâm)’a on sene hizmet ettim; asla bana ‘öf’ demedi. Yaptığım bir şeyden ötürü: ‘Niçin bunu yaptın?’ Yapmadığım bir şeyden Ötürü de: ‘Onu yapsaydın ya!’ dediği olmadı. Hz. Peygamber, en güzel ahlâk sahibiydi.”15

“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağfiret dile. Yapacağın işler hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a dayan: çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever”16.

Peygamber Efendimiz'in İnsanı Yücelten Örnek Ahlâkı

e. Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), risâletini edâ ederken çeşitli sıkıntı ve meşakkatlere maruz kalmasına rağmen, başlangıçta tuttuğu yolu hiçbir zaman değiştirmedi. Maruz kaldığı sıkıntılara ve meşakkatlere karşı sabretti, azminde fütur getirmedi. Sonra düşmanları mağlup olup, büyük ordusu, kuvvetli ve galip devleti olduğunda, yine ilk tuttuğu yoldan şaşmadı; dünyadan sarfı nazar edip, âhirete yönelik tavrını hiç değiştirmedi.17

“Hülâsa, fikren yükselip O’nun siretine toplu bir bakış yapılacak olursa yüce ahlâktan meydana gelen nice parlak deliller görülür. Bunlardan sadece bazı örnekleri göz önüne getiren kimse tertemiz, dürüst, ağırbaşlı, bilmediği hususta tek söz söylemeyen, gördüğünü gizlemeyen, kendisini övenlere kulak vermeyen ve büyüklerin süsü olan tevazuu, liderlerde eşine nadiren rastlanacak derecede açık sözlülüğü, âlimlerde pek az rastlanacak derecedeki titizliği ile arz-i endam eden bir şahsiyet karşısında olduğunu anlamakta gecikmez. Böyle bir zât, ne aldanır, ne de aldatır; hâşâ!”

İmdi, Kur’ân, Resûlûllah (aleyhissalâtü vesselâm)’ın beşer olduğunu18, O’nun da beşerde bulunan yeme, içme ve ölme gibi hâlleri olduğunu19 bildirir. Bu, müslümanları, Ehl-i Kitab’ın düştüğü küfre20 düşmekten muhafaza ettiği gibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)’in dâvasını da ispat eder. Zira, olumsuz taraflarını, zaaflarını bir tarafa bırakalım, normal olarak bir insanın göstereceği maharetler, meziyetler, iyi ve güzel hasletler aşağı yukarı bellidir. Çoğu zaman, her insan, bir iki hasletle tanınır. Meselâ, bir kimse ya cesaretle veya cömertlikle yahut diğergâmlıkla veyahut çalışkanlıkla şöhret kazanır. Bütün bu vb. güzel hasletlerin tamamını kemâl mertebesiyle, kendinde toplayan bir insan görülmemiştir. Eğer “bir insan”, sadece alelâde insanlara değil, aynı zamanda fevkalâde meziyetleri olan insanlara da, on dört asır gibi uzun bir zamanda numune-i imtisal olmuş ve beşeriyyetin bunca terakkisine rağmen hâlâ erişilememiş ve bundan sonra da erişilemeyeceği kabul, tasdik ve teslim edilmîşse bu, O’nun durumunun harikuladeliğini ispat eder. Bu, mu’cizelerin en büyüğüdür.21


Dipnot:

  1. Ahzâb, 33: 32
  2. Kalem, 68: 4
  3. Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsıt, V. s. 37
  4. Fahruddîn er-Râzî, el-Erbaîn fi Usûli’d-Dîn, Thk. A. Hicâzî es-Sakâ. el-Kâhire, Dâru’l-Kuliyâtt’ul-Ezheriyye, 1986. II, s. 88.
  5. HM, 11:112
  6. Yûnus, 10: 16
  7. Bk. Buhâri, Cihâd. 102.
  8. İbn Hişâm, es-Siretu’n-Nebeviyye, Thk. Mustafa es-Sakâ ve ark., Beyrut, Dâru’l-Hayr, 1412/1992,1, s. 156.
  9. Tevbe, 9:128
  10. Kehf, 18: 6
  11. Buhâri, Merda 12. Selâm 47: Timizi. Duâ 111; Ahmed b. Hanbei, Müsrıed. IV. s. £84.
  12. Ahmed b. Hanbei. Müsned. VI, s. 106.121.167,242,260. 13) Buhâri. Isti’zân 15: Müslim. Selâm 15.
  13. Buhâri. Isti’zân 15: Müslim. Selâm 15.
  14. İbn-i Mâce, At’ime 30.
  15. Buhâri, Edeb 39.
  16. Âli İmrân, 3, 159
  17. Râzî. Erbain, II, s. 51.
  18. İsrâ, 18: 110; Fussilet, 41: 6
  19. Furkan 25: 20; Zümer, 39: 30
  20. Mâîde, 5: 17. 72; Tevbe, 9: 30, 31
  21. Râzî, Erbain, II, s. 89.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.