Kamu Malından Çalan Haini, Koruma!

501

İslam’da kamuya ait bir malı çalmak, ihalelerde yolsuzluk yapmak, devlete ait işlerden konumunu kullanarak çıkar sağlamak (ğulûl) haram kılındığı gibi1 böyle bir kimseyi/grubu korumak ve onlara maddî-manevî destek vermek de yasaklanmıştır. Allah Resûlü, açık bir ifadeyle “Ganimetten/devlet hazinesinden mal aşıran kişiyi/yetkiliyi koruyan kimse de onun gibidir.”2 buyurmuş ve böyle davranan kimseleri, suç ortağı ilan etmiştir. Dolayısıyla böyle bir suçu/günahı işleyeni gören, bilen kimseler onun halkı ve devleti soymasına göz yummamalı, engel olmalıdır. Aksi taktirde yolsuzluk yapanı himaye edenler, az ya da çok bir şekilde ona yardımcı ve destek olurlar, ahirette onlarla haşr olur ve hesaba çekilirler. Bunun içindir ki Kur’ân, Allah Resûlü’ne, hırsızlara/mala kasteden hainlere asla destek olmamasını emreder:  

Ey Resûlüm! Hainlere/Hırsızlara Destek Olma!

Hz. Rifaa İbn-i Zeyd, Medine’ye gelen tüccarların birisinden birkaç çuval un alır ve bunu içinde silahlarının da bulunduğu bir mahzene koyar. Bu ticaretten haberdar olan Übeyrik ailesinden biri, geceleyin mahzene girer ve unlarla birlikte silahları da çalar. Hz. Rifaa, un ve silahlarının çalındığını görünce durumu yeğeni Hz. Katâde İbn-i Numan’a açar ve yardım ister. Hz. Katâde gerekli araştırmaları yapar ve hırsızın Übeyrik ailesinden biri olduğunu tespit eder. Fakat kendilerini ele vermek istemeyen hırsızlar, bu sefer suçu Lebîd İbn-i Sehl isimli masum bir sahabinin üzerine atar ve onu suçlarlar. 

Hz. Lebîd bu iftira karısında müfterilere fırsat vermez; eline kılıcı alır ve kendisini suçlayanlara “Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı ve çalınanları saklamaz ortaya çıkarırsınız ya da şu kılıcımla hepinizi doğrarım.” diyerek üzerlerine yürür. Hz. Lebîd’in bu yiğitçe duruşu karşısında korkan Übeyrik ailesi iftiralarından vazgeçmek zorunda kalırlar. Bu gelişme üzerine hırsızın kim olduğunu araştırmaya devam eden mağdurlar, Übeyrik ailesinden birisinin olduğuna kesin kanaat getirir ve olayı, Allah Resûlü’nün hakemliğine götürürler. 

Hadiseyi detaylı bir şekilde dinleyen Efendimiz, henüz ortaya tam deliller çıkmadığı için “Gerekeni yapacağım!” der ve hükmü, olayı daha detaylı araştırmak için bekletir. Bu durumdan rahatsız olan ve hırsızlıklarının ortaya çıkmasından korkan Übeyrik ailesi ise yeni bir entrika peşine düşer ve aralarından seçtikleri birini Resûlüllah’a gönderip iftiraya uğradıklarını, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde suçlandıklarını ve Katâde tarafından zan altında bırakıldıklarını iddia ederler. 

Onların bu çıkışlarından haberi olan Hz. Katâde, Peygamber Efendimiz’in huzuruna gelir ve ulaştığı sonuçları rapor etmek ister. Ancak Allah Resûlü kendisine “Bana, Müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde kesin bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın ve onları zan altında bıraktın!” diye ikaz da bulunur. Hz. Katâde bu duruma çok üzülür ve kalkıp amcasının yanına gelir ve olup-biteni anlatır. Yeğenini dikkatle dinleyen Hz. Rifaa, “O zaman yapacağımız tek şey Allah’a sığınmak ve O’nun yardımını beklemektir!” der ve tevekkül eder. 

Çok geçmeden nazil olan vahiy hem bir gerçeği ortaya çıkarır hem Allah Resûlü’ne hem de O’nun zatında kıyamete kadar gelecek bütün mü’minlere temel bir ölçü verir: “Doğrusu insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap’ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet ve sakın hainlerin/hırsızların destekcisi/savunucusu olma!”3 Bu ayetle haksız ve hırsız olduğu gün yüzüne çıkarılan Übeyrik ailesine mensup Büşeyr adlı münafık ise Medine’den  kaçar ve Mekkeli müşriklere sığınır. Hz. Rifaa da bulunan silahlarını Allah yolunda kullanılmak üzere bağışlar.4

Allah’tan Af Dile!

Yukarıda geçen olay vesileyle bu tür hukukî meselelerde şahısların ya da herhangi bir ailenin korunması değil daima adaletin esas alınması, hakkın ve haklıların yanında durulması, hukukî ve ahlakî bir ilke olarak vazedilir. Ardından da Allah Resûlü’ne, Müslüman olduğunu iddia eden biri bile olsa haksız olan kimsenin sözlerine/iddialarına kanıp da “sakın hainlerin destekcisi/savunucusu olma!” buyrulur ve insanların mal ve şahsiyetlerine musallat olan hainlere -her ne şekilde olursa olsun- asla destek verilmemesi gerektiği bütün mü’minlere temel ölçü olarak belirlenir. 

Bunun hemen akabinde de bu konuda yanlış yapan ve kusurlu hareket eden herkes tevbe ve istiğfara davet edilir: “Allah’tan af dile! Allah çok affedici ve çok merhametlidir.” Ancak bu olay vesilesiyle yönlendirme burada tamamlanmaz; İslam’ı ve Müslümanlığı istismar ederek kendi şahsiyetlerine ve topluma zulmeden bu güruha karşı yetkililer/mü’minler bir kez daha uyarılır: “Yaptıkları hırsızlıklar/ğulûller ve iftiralarla yani emanete ihanetle hem halka hem de kendi nefislerine hıyanet edenleri, mazlumlara ve masumlara karşı asla savunma! Çünkü Allah, kim olursa olsun hainliği meslek/yol edinen ve günaha dalmada cesur davranan kimseleri asla sevmez.”5

Dolayısıyla çeşitli yol ve yöntemlerle devlet ya da halka ait mallardan menfaat devşiren hainler, geçici dünya hayatında sözde refah ve saadet içinde yaşıyor olabilirler. Ancak yolsuzluğa başvurarak işledikleri büyük günahlar ve girdikleri kul hakları ile ağır veballer altına girerler. Bunlar da ahirette tek tek kendilerine sorulur. Onun için mahkeme-i kübrada hainlere ceza, hak sahiplerine ise büyük mükafatlar verileceği düşünülürse gerçekten fani olanı ebedi olana tercih edip kul haklarına girenler önce kendi nefislerine zulmederler. Ayetin sonunda ise “Allah’ın bu hain ve günahkârları sevmediğini” ifade etmesi büyük bir tehdit ve uyarıdır. Bu kişiler şayet girdikleri yanlış yoldan dönmez, çaldıkları kul haklarını iade etmez, muhataplarla helalleşmez ve Allah’a da tevbe-istiğfarla yönelip af dilemezlerse öteleri cehennem ateşi olur. 

Hainler İnsanlardan Çekinir de Allah’tan Çekinmezler! 

Kur’ân’ın bu hususta üzerinde durduğu bir nokta da emanete hıyanet eden hainlerin/münafıkların yolsuzluk ve hırsızlıklarını (ğulûl) insanlardan utanarak/çekinerek gizlemeleridir: “Onlar hıyanet, kötülük ve günahlarını insanlardan sakınıp gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, asla hoşnut olmayacağı söz ve sinsi projelerden ibaret hıyanet girişimlerini planlarken onların yanı başındadır. Zira Allah, kullarının bütün yaptıklarını (ilmiyle ve kudretiyle) ihata edendir.”6 Halbuki onlar gizlemeye çalışsa da Allah her yaptıklarına şahittir.7 Mü’minler de iman ve ihsan şuurlarının gereği olarak şahitliklerini gizlemedikleri gibi onu gayet dürüstçe yerine getirirler.8

İnsanlardan çekinen fakat Allah’tan utanmayan/korkmayan bu tipler, çevresinde birlikte çalıştıkları kimselere de kendilerini deşifre etmemeleri için tembihler, baskı yapar bazen de onlara da pay vererek yolsuzluk ve hırsızlıklarına ortak etmeye kalkışırlar. Bu tür durumda, menfi bir uygulamaya şahitlik yapana düşen gördüklerini gizlememek ve hak ve adaletin gerçekleşmesi için bütün imkanlarını kullanarak mücadele etmektir: 

“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”9 

Aksi takdirde yine Kur’ân’ın beyanıyla şahitliği gizleyen kimseler, yolsuzlukların/kötülüklerin/haksızlıkların yapılmasına ve sürdürülmesine destek oldukları için onların kalpleri de o günahlara batmış olur.10 Halbuki onlar, onca kötülüklere ve soygunlara şahitliklerini gizleseler de kıyamet günü kendi dilleri, elleri ve ayakları bütün yaptıklarını itiraf edip onlar aleyhinde şahitlik yapacaktır.11 Dünya hayatında yolsuzlukları/haksızlıkları ortaya çıkıp mahcubiyet yaşamasalar, hırsızladıkları servetleri ellerinden alınmasa ve gerekli cezayı çekmeseler bile ötelerde rezil u rüsvay olacaklardır. Zira mahkeme-i kübraya bırakılan büyük yolsuzluk ve cinayetleri bütün kayıtlarıyla önlerine konulacak ve iç ettikleri millet haklarının kuruşuna kadar hesabını vereceklerdir.

Bir de bu hain ve zalimler, gizli plan ve hırsızlıkları/yolsuzlukları ortaya çıkacak gibi olsa hemen suçu/planı başkalarının üzerlerine atmaya kalkışırlar. Kur’ân onların bu taktiklerine karşı mü’minleri aldanmamaları için uyarırken hainleri de sert bir şekilde tehdit eder: “Her kim de bir hata yahut büyük bir günah işler de sonra onu masum/mazlum birinin üzerine atarsa, gerçekten pek ağır bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmiş olur.”12  

Suçluyu Korumaya Kalkışmak da Yanlıştır!

İslam, kamu malından haksız yere istifade etmeyi, yolsuzluk yapmayı ve hırsızlığı yasakladığı gibi bir şekilde bu tür yolsuzluk ve hırsızlıklara bulaşanları, korumaya kalkışmayı, bunun için aracılık yapmayı da yasaklar. Kur’ân’ın beyanıyla kötülüğün işlenmesine aracılık yapanlar da işlenen suç ve günahların ortağı olurlar: “Kim iyi bir işe aracılık ederse, onun sevabından hissesi vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse, onun günahından payı vardır…”13 

Allah Resûlü de adaletin gerçekleşmesine mâni olan böyle bir iltiması reddeder ve içtimaî tehlikelerine dikkat çekerek kesin olarak yasaklar. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi şu olaydır: “Kureyşten şerefli bir kadının hırsızlık yaptığı tespit edilir ve had cezası kesinleşir. Cezanın affedilmesini isteyen yakınları ise Hz. Üsâme İbn-i Zeyd’i aracı olarak Peygamber Efendimiz’e gönderirler. Allah Resûlü’ne gelen Hz. Üsame, durumu anlatır ve onun affedilmesini talep eder. Bunun üzerine Efendimiz ‘Ey Üsâme! Allah’ın hadlerinden bir cezanın uygulanmaması için şefaatte mi bulunuyorsun?’ der ve onu ikaz eder. Yaptığını yanlış olduğunun farkına varan Hz. Üsâme Allah Resûlünden kendisine istiğfarda bulunmasını talep eder. 

Böyle bir olayı toplumu bilgilendirme ve bu hususta şuurlandırma adına değerlendiren Allah Resûlü, ashabına şöyle hitap eder: “Ey insanlar! Sizden öncekiler, şerefli/meşhur bir kimse hırsızlık yapınca onu serbest bırakmaları, zayıf kimse ise hırsızlık yapınca ona haddi uygulamaları yüzünden helak edildiler. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki kızım Fatıma da hırsızlık yapsa gerekli haddi uygulardım.”14 Dolayısıyla zulüm ve haksızlıkları engelleme, fert ve toplumun haklarını koruma ve hakiki adaleti gerçekleştirme adına topluma karşı işlenen suçlar örtülmemeli ve bu kişiler bir şekilde asla korunmamalıdır. Masum ve mazlumlar adına da hiç kimse bunları affetmeye kalkışmamalı her hak sahibine hakkı teslim edilmelidir. 

Kıyamet Günü de Onların Müdafii Olmayacaktır!

Kur’ân’da emânete ve halka hıyanet eden; kamu malına göz diken ve ondan aşırabildiği kadar aşıran hainleri savunma yasaklandıktan sonra bir de ötelere vurgu yapılır: “Haydi siz, yeterli ve dikkatlice bir araştırma yapmadan haklı olduklarını sanarak hainleri/münafıkları bu dünya hayatında savundunuz. Peki diriliş gününde onları ve sizi Allah’a karşı kim müdafaa edecek; yahut onlara kim vekil olabilecek?”15 Kur’ân bu ayet silsilesinde bir taraftan kesin bilgi ve belgeye dayanmadan başkalarını suçlamayı, onlara iftira atıp mağdur etmeyi yasaklarken diğer taraftan iyice araştırmadan suçluları savunur vaziyete düşme tehlikesine karşı da uyarır: 

“Haydi siz, yeterli ve dikkatlice bir araştırma yapmadan haklı olduklarını sanarak hainleri/münafıkları bu dünya hayatında savundunuz.” Bu ifadeyle zanna dayalı hareket etmenin insanı yanıltabileceği dolayısıyla bir kimse hakkında yolsuzluk yaptığına; kamu malını kendi menfaatine kullandığına dair bir iddia varsa bunun hukuken iyice araştırılması gerektiğine vurgu yapılır. Aksi takdirde üzeri örtülen yolsuzlukları yapanların ve onları körü körüne müdafaa edenlerin ötelerde sahipsiz kalacağı çarpıcı bir ifadeyle dile getirilir: “Onları, kıyamet gününde Allah’a karşı kim savunacak, kim onlara avukatlık yapacak?” 

Dolayısıyla bu hüküm ve irşat, halkın yanında özellikle birçok meslek grubunu muhatap alır: Maliyeciler, müfettişler, denetim personelleri, savcılar, hakimler, kolluk görevi yürüten polisler ve avukatlar bunlardan bazılarıdır. Zira bunların asıl vazifeleri her türlü hırsızlık ve yolsuzluğu engellemek hakkın yerine gelmesi ve sahibini bulması için çalışmaktır. Bu kimseler sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmez ya da bir şekilde yolsuzluklara göz yumar ya da üzerini örterlerse hainlerin suç ve günah ortağı olurlar.  Bu vazifeler kendilerine emanet edilmiş kimseler durum ne olursa olsun maddi ya da manevi hiçbir teklif ve baskıya boyun eğmeden görevlerini yerine getirmelidirler. Davacının mevkii, şöhreti, serveti, rütbesi, sağladığı menfaat ne olursa olsun yetkililer, onun tarafını tutmamalı; hükmün suçlunun/hırsızın/hainin lehinde çıkması için çalışmamalıdırlar. Bütün yetkili merciler bilgi ve tecrübelerini, hakkın ortaya çıkması ve sahiplerini bulması için kullanmalı her biri hainlerin değil hak ve adaletin temsilcisi olmalıdırlar. 

Haşirde Allah Resûlü de Hainlere Sahip Çıkmayacak!

Kur’ân’ın bu emirlerine imtisal eden Allah Resûlü, kamu malından aşıran yolsuzlara dünyada destek vermediği gibi ahirette de sahip çıkmayacağını açıkça belirtmiştir: “Sakın sizden biriniz kıyamet gününde omzunda aşırdığı bir ganimetten/devlet malından dolayı avaz avaz meleyen bir koyunla benim yanıma gelmesin. Ya da bazınız omzunda aşırdığı millet malından dolayı sırtına yüklenen ve yem ister gibi kişneyen bir atla benim huzuruma çıkmasın. Bu yüz karası haliyle o ‘Ey Allah’ın Resûlü bana yardım et!’ diye yalvaracak. Ancak ben de ona ‘Senin hakkında hiçbir surette şefaat etmeye muktedir değilim. Ben sana bu konuda Allah’ın hükmünü açıkça tebliğ etmiştim!’ diye cevap vereceğim. 

Yine böyle birinin omuzunda böğüren bir sığırla bana gelip ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana meded eyle!’ demesin. Zira benim ona da şefaat etmeye gücüm yetmez. Çünkü ben ona da ‘Sana dünyada iken Allah’ın bu husustaki emrini tebliğ ettim!’ diyeceğim. Yine bir başkası da omzunda altın ve gümüş yüklü halde gelmesin. O da ‘Ey Allah’ın Resûlü bana da yardım et!’ diye talepte bulunduğunda ona da ‘Sana da hiçbir şekilde yardım edemem, çünkü ben dünyada iken sana da Allah’ın hükmünü tebliğde bulunmuştum.’ diyeceğim.  Yine bir diğeriniz üzerinde giydiği ğanimet elbisesini yeldirerek gelmesin! Zira o da ‘Ya Resûlallah! Bana yardım et!’ diyecek. Ben ona da ‘Sana hiçbir şekilde yardım edemem çünkü ben sana dünya hayatında iken Allah’ın bu konudaki hükümlerini tebliğ ettim.’ diye cevap vereceğim.”16  

Sonuç 

Allah Resûlü, “Kimi bir işte görevlendirip yaptığı iş karşılığında ona bir ücret belirlediysek onun dışında alacağı her şey kamu malına hıyanettir.”17 buyurur ve kamu personelinin yaptığı iş karşılığında başka hiçbir hakkının olmadığını net ifade eder. Bunun haricinde resmî ya da gayr-i resmi yollardan farklı hak ve kazanç peşinde koşanlar “gulûl” yani hırsızlık/yolsuzluk yapmış olurlar. Bu şekilde çaldıkları/haksız yere üzerlerine geçirdikleri ya da istifade ettikleri mallar da ahirette farklı şekillerde temessül edecek ve sırtlarına yüklenecektir. 

Böylece o kimseler mahşerde hem aleme teşhir edilecek hem de omuzlarına yüklenen bu varlıklar onların aleyhinde şahitlik edecektir. Bu haliyle çok zor durumda kalan o kişiler nihai olarak çareyi Allah Resûlü’nden yardım istemekte bulacak fakat Efendimiz de onlara şefaat hakkını kaybettiklerini ifade buyurarak sahip çıkmayacaktır. Hatta Efendimiz’in bu beyanları da onlar aleyhinde bir delil olarak kabul edilecektir. Bu hususta hainlere/hırsızlara az ya da çok yardımcı olan ve destek verenler de aynı kategoride değerlendirilecek ve onlar ile haşr olup yargılanacaklardır.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 3/161
  2. Ebû Dâvud, Cihad 146 (2716)
  3. Bkz. Nisa, 4/105
  4. Tirmizî, Tefsir, 5/22 (3036)
  5. Nisa Sûresi, 4/107
  6. Nisa Sûresi, 4/108
  7. Bkz. Mâide Sûresi, 5/8; Hac Sûresi, 22/17; Ahzab Sûresi, 33/55; Sebe’ Sûresi, 34/47; Mücadile Sûresi, 58/6; Burûc Sûresi, 85/9
  8. Bkz. Meâric Sûresi, 70/33
  9. Nisa Sûresi, 4/135; ve bkz. Maide Sûresi, 5/8
  10. Bkz. Bakara Sûresi, 2/283
  11. Bkz. Nûr Sûresi, 24/24; Yâsîn Sûresi, 36/65; Fussılet Sûresi, 41/21, 22
  12. Nisa Sûresi, 4/112
  13. Nisâ Sûresi, 4/85
  14. Buhârî, Hudûd 11, 12 (6787, 6788); Fedîlu’s-Sahabe 18 (3733); Müslim, Hudûd 2/8 (1688)
  15. Nisa, 4/109
  16. Müslim, İmâret 6/24 (1831)
  17. Ebû Dâvud, Harac 10 (2943)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.