İhanette Son Perde: Benî Kurayza
Mekke’ye kadar gidip de Kureyş’i kışkırtan, sonra da etraftaki kabileleri dolaşarak onları da işin içine çekmeyi başaran şer şebeke hâlâ iş başındaydı. Bir tarafta bunlar olup biterken diğer yanda sürgün Benî Nadîr’in sürgün reisi Huyeyy İbn Ahtab, Medine’deki son Yahudi cemaati Benî Kurayza’nın lideri Ka’b İbn Esed’in kapısını çalıyordu.1 Ka’b, hicret sonrasında gerçekleşen Medine vesikasına imza atmakla birlikte, Benî Kaynukâ ve Benî Nadîr’in başına gelenlerden sonra kavmi adına Resûlullah’la yeni bir anlaşma daha yapmış ve güven tazeleyerek sadakatini bildirmişti. Onun için başlangıçta kapıdaki sesin Huyeyy İbn Ahtab’a ait olduğunu anlar anlamaz tepkisini ortaya koyacak ve kapıyı açmayacaktı. Ancak Huyeyy netice almadan gidecek gibi görünmüyordu:
– Yazıklar olsun sana ey Ka’b! Kapıyı aç, diyor ve ısrar ediyordu. Gelişindeki niyeti anlamıştı Ka’b. Hırsının peşine takılıp da kavminin başına getirdiklerini şimdi de kendi kavmi için sahneye koymaya çalışıyordu. Onun için:
– Esas sana yazıklar olsun, diye mukabelede bulundu içeriden Ka’b. Çünkü sen, uğursuz bir adamsın! Ben, Muhammed ile anlaşma yapıp O’na söz verdim; onu asla bozamam! Çünkü ben O’nda, sadakat ve vefadan başka bir şey görmedim!
Bütün bunlar, Huyeyy’in umurunda değildi! Gözünü hırs bürümüş ve kötülükten başka bir şey düşünemiyordu. Şer adına bu kadar büyük bir birlikteliği elde etmişken Benî Kurayza’yı da işin içine katıp kaleyi içeriden fethetmeyi hedefliyordu. Çünkü Muhammedü’l-Emîn ile anlaşmalı olan Benî Kurayza da kendilerine katılır ve içeriden lojistik destek verirse, bu durumda hendeğin oluşturduğu engeli de aşmak kolay olur ve böylelikle işi şansa bırakmamış olurlardı. Onun için kapıyı dövmeye devam ediyordu:
– Yazıklar olsun sana; aç şu kapıyı da seninle konuşalım!
İş inada binmişti; Ka’b da en az Huyeyy kadar inatçıydı; onun için:
– Vallahi de ben bunu yapamam, diye seslendi içeriden. Bunun üzerine Huyeyy, konunun mecrasını değiştirerek Ka’b’ı zayıf yerinden vurmayı hedefledi:
– Tabii ki bana kapıyı açmazsın; çünkü sen, sofrandaki Ceşîşe yemeğine ortak olup da ondan yedirmemek için bunu yapıyorsun!
Huyeyy’in bu sözüne fena bozulmuştu; bir insan, –hele bir lider– sofrasındaki yemeğe ortak olacağı endişesinden dolayı misafirine kapıyı açmaz mıydı! Burnundan soluyarak gitti ve kapıyı açarak Huyeyy’i içeri aldı.
İşlerin yoluna girdiğinden emindi Huyeyy ve hemen söze başladı:
– Yazıklar olsun sana ey Ka’b! Ben sana, zamanın izzet ve şerefini, denizler gibi dalgalanan orduları getirdim; başlarında kumandanları ve liderleriyle birlikte Kureyş’i, Rume tarafındaki Mecmaü’l-Esyâl’de; yine lider ve kumandanlarıyla birlikte Gatafanlıları da Zeneb-i Nakamâ ile Uhud’un yanı başında konuşlandırdım! Onların hepsi de, hep beraber Muhammed ve arkadaşlarının köklerini kazıyıncaya kadar buradan ayrılmayacaklarına dair söz verip benimle anlaşma yaptılar!
Bu sözler, Ka’b’ın hoşuna gitse de hâlâ sonuçtan emin değildi ve endişeleri vardı. Daha önce de benzeri şeyler söylenip karşı karşıya gelinmişti ama bütün bunlarda gülen taraf Muhammedü’l-Emîn olmuştu. Acaba bütün bunlar yeni bir macera mıydı? Onun için ihtiyatını devam ettiriyordu. Şunları söyledi Huyeyy’e:
– Vallahi de sen bana, sonucu zillet olandan başka bir şey getirmemişsin; şimşek çakıp gürleyen ancak bir damla yağmur yağdırmayan suyu boşalmış bir bulut gibisin! Yazıklar olsun sana ey Huyeyy! Beni kendi hâlime bırak; çünkü ben Muhammed’den sadakat ve vefa dışında bir şey görmedim!
İkisi de birbirinden inatçıydı ve taviz vermeye hiç niyetleri yoktu; onun için de aralarındaki konuşma uzayıp gidiyordu. Nihâyet yıllardır bugünün rüyasını görüp duran Huyeyy, akla hayale gelmedik entrikalarla Ka’b’ı ikna etmeyi başardı. İşin sonunda hep birlikte kurtulmuş (!) olacaklardı! Ancak Ka’b’ın Huyeyy’e bir şartı vardı; şâyet plan başarılı olmaz ve yok etmek için gelen Ahzâb ordusu yok olarak geri dönmek zorunda kalırsa, bu durumda kendisini de kalelerine alarak kanlarının son damlasına kadar koruyacaklardı! Huyeyy için bu, ihtimal bile değildi ve seve seve kabul ederek Allah Resûlü’ne düşmanlık çizgisinde yeniden yolları birleşivermişti. Artık Ka’b İbn Esed, Allah Resûlü ile olan anlaşmalarını feshettiğini açıktan beyan ediyor ve O’na düşmanlık konusunda Ahzâb’la birlikte hareket edeceğini ikrar ediyordu.
Bir anda Medine, Ka’b’ın da Allah Resûlü’ne düşmanlık konusunda Huyeyy’le müşterek hareket ettiğinin haberiyle çalkalanmaya başlayıvermişti. Bunu duyan Amr İbn Su’dâ, attıkları adımın kötü sonuçlarını hatırlatıp Benî Kurayza’nın ileri gelenlerine vaaz ederek:
– Bari O’na yardım etmeyeceksiniz; hiç olmazsa O’nu, düşmanlarıyla baş başa bırakın, şeklinde nasihatte bulunduysa da adamların geri adım atmaları mümkün gözükmüyordu.
Ka’b İbn Esed, kendini garanti altına almak için Kureyş ve Gatafan’dan bazı kimseleri savaş boyunca kendi yanına rehin olarak getirmesini isteyecek ve Huyeyy İbn Ahtab da bunu gerçekleştirmek üzere yola çıkacaktı.
Benî Kurayza’nın bu çıkışı, Müslümanlar için Medine’de yeni ve daha tehlikeli bir cephenin daha açıldığı anlamına geliyordu; altı yıldır anlaşmaya sadık kalan Benî Kurayza da ihanet etmiş, Allah Resûlü’nü arkadan hançerlemek istiyordu! Medine’ye, tam anlamıyla bir gerginlik hâkimdi!
Yalnız, aralarında insaflı olanlar da yok değildi; o gün Benî Kurayza’nın arasında Sa’neoğullarından Esed, Esîd ve Sa’lebe kardeşler, liderleri Ka’b İbn Esed’in dümen suyundan gitmeyerek huzura gelip Müslüman olduklarını açıklayacaklardı.
İhanetin Doğrulğunu Tetkik
Benî Kurayza yurdunda bunlar olup biterken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte hendeğin beri tarafında mevzilenmiş Mekke ordusunun gelmesini bekliyordu. İhanet haberini ilk duyan Hz. Ömer olmuştu; doğruca Allah Resûlü’nün yanına koştu ve durumdan Resûl-ü Kibriyâ Hazretlerini de haberdar etti. Efendiler Efendisi de üzülmüştü. Olayın gerçeklik ve boyutunu tetkik etmeleri için ashâbından Sa’d İbn Ubâde, Sa’d İbn Muâz, Abdullah İbn Revâha, Havvât İbn Cübeyr ve Üseyd İbn Hudayr’den oluşan bir heyeti Benî Kurayza yurduna gönderdi. Gönderirken de şunları tembihliyordu:
– Gidin ve şu kavim hakkında bize ulaşan haberlerin doğru olup olmadığına bir bakın; şâyet anlatılanlar doğru ise, bu durumda haberi getirirken sadece Benim anlayabileceğim imalı bir yolla Bana bildirin ki, insanların kalbine korku salmayasınız! Şâyet onlar, bizimle onlar arasındaki anlaşmaya sadık kalmaya devam ediyorlarsa o zaman açıktan söylemenizde bir beis yoktur!
Belli ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ihanetin, asker sayısı ve savaş malzemesi itibarıyla kıt imkânlara sahip olsa da moral açısından önemli bir konumu elde eden ashâbı arasında duyulmasını arzu etmiyor ve böylelikle cephedekilerin olumsuz etkilenmesinin önüne geçmek istiyordu.
Vazifeyi alır almaz tetkik heyeti yola çıkarak soluğu Benî Kurayza yurdunda aldı; gerçekten de anlatılanlar doğruydu. Benî Kurayza, sadece anlaşmayı ihlâl etmekle kalmamış, aynı zamanda dışarıdan sökün edip de gelen Ahzâb ordusuna lojistik destekte bulunmaya başlamıştı; pazarlarını onların bulunduğu yere taşıyor ve böylelikle yiyecek ihtiyaçlarını gidermeyi hedefliyorlardı. Aynı zamanda onlara at, deve ve daha başka savaş malzemesi tedarik ediyor ve böylelikle Mekke ordusunun açıklarını kapatmaya çalışıyordu. Aralarındaki anlaşmayı hatırlatarak, işler kızışıp iyice yolundan çıkmadan önceki hâllerine geri dönmeleri ve Huyeyy İbn Ahtab’ı dinlememeleri gerektiğini söyleyip Allah adına söz vermek isteseler de adamlar çoktan kararlarını vermiş geri adım atmıyorlardı. Çok net bir şekilde onlara:
– Eskiye asla dönmeyeceğiz; Resûlullah da kim oluyormuş! Ayakkabımın şu bağını çözüp attığım gibi o anlaşmayı da bozdum ve kesip attım; bundan böyle O’nunla aramızda hiçbir anlaşma yoktur, diyordu Ka’b İbn Esed.
Altında kalınmaması gereken sözlerdi bunlar; adam ağzını bozmuş Allah Resûlü’ne hakaret ediyordu! Üseyd İbn Hudayr çileden çıkmıştı; sesi hepsinden daha gür çıkıyordu. Ka’b İbn Esed’e dönmüş meydan okurcasına şunları söylüyordu:
– Ey Allah düşmanı! Haddini bil! Nasıl olur da sen O’nun hakkında olumsuz şeyler söyleyebilirsin! Ayağını denk al! Göreceksin; Allah’ın izniyle Kureyş, arkasını dönüp perişan bir şekilde geri gidecek ve sen yine evinin kenarında yapayalnız kalacaksın; o zaman gelir ve görüşürüz, şu sığındığın delikten çıkarıp bak nasıl hizaya getireceğiz!
Ortam iyice alevlenmiş, Resûlullah’ın elçileriyle Benî Kurayza’nın ileri gelenleri arasında iyiden iyiye bir söz düellosu başlamıştı; her iki taraf da, ağzına geleni söylüyordu.
Ne kadar konuşulursa konuşulsun bu adamların laftan anlayacakları yoktu; öyleyse ısrarın da anlamı olamazdı! Arbedeye son noktayı koyan Sa’d İbn Muâz2 oldu:
– Bırak şu adamı, diyordu arkadaşına. Bırak; çünkü bu andan itibaren onunla münakaşa etmenin hiçbir faydası yok!
Gerçekten de konuşmanın bir faydası yoktu; Resûlullah’ın durumu tetkik için gönderdiği heyet çaresiz ve ihanetin de doğruluğunu teyit etmiş olarak geri dönüyordu. Hendeğin olduğu yere gelir gelmez Sa’d İbn Ubâde, Allah Resûlü’ne yöneldi; yürüyüşünden anlamıştı; ancak yine de meraklı gözlerle sonucu onlardan duymak istiyordu. Sonra da, bekleyen Efendiler Efendisi’ne:
– Adel ve Kâre, diye seslendi. Anlaşılmıştı; Recî’de Hubeyb ve arkadaşlarına ihanet eden Adel ve Kâre kabileleri gibi Benî Kurayza da ihanet içindeydi!
Allah’ın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), her türlü olumsuzluktan zafer çıkarmayı öğretiyordu ashâbına; tipi ve boranın hâkim olduğu, etrafı kar ve buzun kapladığı en olmadık yerde bile nice baharlara kapı aralıyor ve ümmeti için açtığı menfezlerden bahar meltemleri sunarak huzur soluklamalarını istiyordu. Burada da aynısını yapacaktı:
– Müjdeler olsun size ey mü’minler! Allah’ın nusret ve yardımı var; sevinin, buyurdu. Muhakkak ki Ben, Beyt-i Atîk’in (Kâbe) anahtarlarını alıp onu tavaf edeceğim günleri görüyorum; Kisrâ ve Kayser de helâk olacaklar ve onların bütün mal varlıkları da, Allah yolunda infak edilecektir!
Kısa sürede, bu ihanet haberi mü’minler arasında yayılmış ve büyük bir endişe içine düşmüşlerdi; çoluk çocuk ve aileleri, Benî Kurayza’nın içeriden ihanetine karşı korumasızlardı! Gözler yılmış, yürekler ağızlara gelmiş ve akıllara türlü türlü şüpheler gelmeye başlamıştı.3
Beri tarafta fırsat avcıları yine iş başındaydı; içlerindeki nifağın yeniden depreştiği münafıklar, durumdan vazife çıkarmış ve yeniden moral bozma faaliyetlerine başlamışlardı. Şöyle söyleniyorlardı:
– Muhammed, Kisrâ ve Kayser’in hazinelerine mâlik olacağımızı ve onların mallarının Allah yolunda infak edileceğini bize vadediyor ama baksanıza bugün biz, başımıza nelerin geleceğinden bile emin değiliz; ihtiyacımızı gidermek için tuvalete bile gidemiyoruz!4
Sadece bunları söylemekle yetinmiyor ve etraflarındaki mü’minleri de:
– Ey Yesrib halkı! Artık burada tutunamazsınız; durup beklemenizin de bir anlamı yok; haydi geri dönün, demek suretiyle Allah Resûlü’nden ayırmaya çalışıyorlardı.
Onlardan bir grup da, Medine’de bulunan ailelerinin savunmasız olduklarını ileri sürerek onları korumak için Resûlullah’a gelmiş, izin istiyorlardı. Her seferinde yan çizmeyi alışkanlık hâline getiren Benî Hârise’nin bu tavrını gören Sa’d İbn Muâz, Allah Resûlü’nün yanına gelecek ve bu yüzsüzlere izin vermemesi gerektiğini söyleyecekti.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.
Dipnot:
- Benî Nadîr ve Benî Kurayza, Hârûn (aleyhisselâm)’ın neslinden gelen iki kabilenin adıdır ve Kurayza ve Nadîr isminde iki kardeşin neslinden gelmektedir. Bkz. Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/18
- Bu şahsın Sa’d İbn Ubâde olduğu da söylenmektedir. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/179; Taberî, Tarih, 2/93; İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 2/38
- Bkz. Ahzâb, 33/10
- Bkz. Ahzâb, 33/12