İftar Verme Sünneti: Toplumsal Dayanışmanın En Güzel Göstergesi
Kur’ân ve Sünnet, Ramazan ayının diğer aylara farklılığını özellikle nazara verir ve mü’minleri bu bereketli zaman diliminde daha fazla ibadet u taata, iyiliğe ve sosyal dayanışmaya yönlendirir. Bu açıdan Ramazan ayı, sadece oruç ve Kur’ân ayı değil Allah ile irtibatı derinlikli bir şekilde gözden geçirme ve yıl içerisinde bırakılan eksikleri tamamlama ve bütün çeşitleriyle iyiliklerde seferberlik ayıdır. Allah Resûlü bir Ramazan öncesi ashâbını böyle bir “iyilik yarışına” şu ifadelerle davet eder:
“Ramazan ayı bütün bereketi ile size geliyor. Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir. Hataları yok eder, o ayda duaları/iyilikleri çokça kabul eder. Allahu Teâla sizin Ramazan ayında hayırlarla yarışmanıza bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O halde iyilik ve hayırdan yana Allahu Teâla’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında -bu yarıştan koparak-Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden bedbaht kimselerden olmayın.”1
Ramazan: Sosyal Dayanışma Ayı
Gecesi gündüzü, iftarı sahuru, teravihi teheccüdü, Kur’ân tilaveti, tefekkürü, itikafı, Kadir gecesi, duası evrâd u ezkârı, tevbesi istiğfarı, zekâtı, fıtır sadakası ve ekstra infakları ile ibadette ve iyilikte şahlanma ayıdır. Bunların yanında Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) “… Bu ay, aynı zamanda sosyal dayanışma ayıdır…” buyurur ve oruçluya iftar vermeyi de bunu gerçekleştirmenin nebevî bir yolu olarak ashâbına tavsiye eder:
“Ey insanlar! İçinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan büyük ve bereketli bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Allah, o ayda gündüzleri oruç tutmanızı farz, gecelerini ise ibadetle/teravih namazıyla değerlendirmenizi size nafile kıldı. Kim bu ayda bir iyilik yaparsa bir başka zaman diliminde eda edeceği yetmiş farza denk gelir. Kim de bu ayda farz bir ibadet yerine getirirse yetmiş farzı eda etmiş gibi sevap alır. Bu ay sabır ayıdır ve sabrın mükâfatı cennettir. Bu ay, sosyal dayanışma ayıdır. Bu ayda müminlerin rızıkları artırılır. Bu ayda kim bir oruçluya iftar yaptırırsa hem bir köleyi azad etmiş gibi sevap kazanır hem de bu onun günahlarının bağışlanmasına vesile olur.”
Bunun üzerine ashâb-ı kirâm, “Ey Allah’ın Resûlü! Bizden herkesin iftar verebilecek mali gücü yok ki!” der. Efendimiz, “Allah, aynı sevâbı bir hurma tanesi yahut bir bardak su veya bir yudum süt ile iftar ettirene de verir. Kim oruçluyu doyurursa bu onun bütün günahlarına keffâret olur. Allah, onu benim havz-ı kevserimden su içirir ve bir daha cennete gireceği ana kadar da susamaz. İftar ettirdiği oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeden ona bir o kadar da sevap verilir. O, başı rahmet, ortası mağfiret sonu cehennemden azad olunan bir aydır. Bu ayda, kölelerinin -ve çalıştırdığı kimselerin- yükünü/işlerini hafifletenleri Allah cehennemden azad eder.”2
“Ramazan, maddî-manevi dayanışma ayıdır.” buyuran ve buna iftar vermeyi misal veren Allah Resûlü, bu ayda özen gösterilmesi gerekli salih bir amelin de açları doyurmak; bunun için organize olmak ve insanların maddi ihtiyaçlarını gidermek olduğunu beyan eder. O, farklı vesilelerle açlık problemine karşı ümmetini uyarır ve bu meseleyi çözmek için hem yetkilileri hem de halkı duyarlı olmaya davet eder. Bu hususta gevşeklik gösteren fert ve toplumları da çok sert bir şekilde ikaz eder: “Bir beldede aç bir kimse sabahlarsa, Allah o yöre halkının üzerinden eman ve korumasını kaldırır.”3 Bu ikazla da yetinmez; “Komşusu aç iken tok yatan kâmil mü’min değildir!”4buyurur ve etrafındaki kimselerin maddî-manevî ihtiyaçları karşısında vurdumduymaz hareket eden kimselerin hakiki mü’min olamayacağını haber verir.
Bu manada mü’minler, evlerini iftara muhtaçlara açar, imkanları ölçüsünde daireyi genişletir farklı yerlerde iftar sofraları kurar, Ramazan kumanyaları hazırlar ve bir ayda olsa örnek bir dayanışma sergilerler. Ramazan ayı çıkınca da hayatlarına taşıdıkları bu yardımlaşma ve dayanışma ibadetine/hizmetine burada son vermez; bu bereketli faaliyetleri -bu istikamette kuracakları vakıflar ve dernekler vs. aracılığıyla- yılın bütün aylarına yayarlar. Böyle bir toplumda her fert, Ramazan ayında kazandığı kıvamla, Rabbine kavuşacağı ana kadar hayırda yarışı -kardeşleriyle omuzu omuza- en önde götürmeye çalışır. Nimete nail olduğu ölçüde değil, başkalarının nimete/hidayete kavuşmasına vesile olduğu oranda sevinir; mesut ve bahtiyar olur.
Ashâb-ı Kirâm’ın İftar Davetleri
Allah Resûlü (sallallahu aleyh vesellem) özellikle Ramazan ayı girdiğinde misafirsiz sofraya oturmaz, ashâbına da:
“Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”5
buyurur ve mü’minleri, evlerini/iftar sofralarını fakirlere/muhtaçlara açmaya davet eder. Ashâb-ı kiram da kendi aralarında organize olur ve herkes maddi imkanına göre fakirleri özellikle ashâb-ı suffe talebelerini evlerine iftara alırlar. Abdullah İbn-i Ömer gibi pek çok sahabî, sofralarında yetim, fakir ya da miskin bulundurmadan oturup iftar yapmaz.6 Ramazan ayında ashâbın bunun için organize olduğunu Vâsile İbn-i Eskâ bir hatırasında şöyle anlatır:
“Ramazan ayı geldiğinde imkânı olan sahabîler bizi aralarında bölüşür ve iftara davet ederlerdi. Her nedense iki akşam üst üste kimse bizi çağırmadı. İki gün biz de hiçbir şey yemeden oruç tutmak zorunda kaldık. Ertesi gün açlıktan yorgun düşünce Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatü vesselam) huzuruna çıktık ve durumu anlattık. Bunun üzerine Allah Resûlü hanımlarına haber gönderdi ve iftarlık bir şeyler istedi. Ancak onlar yemin ile evde ikram edebilecekleri hiçbir şey olmadığını belirtti. Allah Resûlü bize ‘Haydin, bir araya toplanın!’ dedi ve şöyle dua etmeye başladı: ‘Allah’ım! Senin fazlından ve rahmetinden istiyoruz. Her ikisi de senin elindedir. Senden başka hiçbir kimse onlara malik olamaz.’ O bu şekilde dua ederken birisinin huzuruna gelmek için izin istediği söylendi. Müsaade edince bir de baktık ki adamın elinde büryan edilmiş bir kuzu ve ekmek var! Allah Resûlü getirilen yemeğin önümüze konulmasını emretti. Biz de oturduk doyasıya bir iftar yaptık. Sofradan kalkarken Allah Resûlü bize, “Bakın! Biz Allah’ın fadl ve rahmetinden istedik. O da gönderdi. O, rahmetini, ihtiyaç vaktinde bize ulaştırmak için saklamıştı.”7
Oruç Tutana İki Sevinç, Ya Oruç Açtırana Kaç Sevinç?
Allah Resûlü, oruç tutan kimse için iki sevinç anından bahseder:
“Oruç tutan kimse için iki sevinç vardır; birisi iftar anındaki sevinci, diğeri de Rabbine kavuştuğu andaki sevinci.”8
Buna göre oruçlu bir kimse iftar anını beklerken Rabb’inin emrine imtisalle oruç tutmuş olmanın büyük sevincini yaşar. Sevincini dualara dönüştürür, duaların kabul vaktinde şükrünü katlar. Biraz sonra içeceği bir bardak soğuk suyun lezzetini ve yiyeceği yemeğin tadını iliklerine kadar hisseder. Çoğu zaman iftar sevincini evine davet ettiği misafirlerin sevinciyle de buluşturur ve onların sevinciyle de daha derin daha farklı sevinçler yaşar. Hepsinin oruçlarının sevabına ortak olduğu gibi, sevinçlerine de ortak olur, hepsinin toplam sevinçleri kadar sevinir. Onun için tek başına ya da ailesiyle oruç açan kimse, bir ya da birkaç sevinç yaşarken, mesela yüz kişinin oruç açmasına vesile olan, her birinin sevinciyle kat kat sevinç duyar. Onun için oruçlunun iftar sevinci, mutlaka iftar verme sevinciyle birlikte yaşanmalı ve yaşatılmalıdır.
Bir de hadis-i şerifte ifade buyurulduğu gibi bu sevinç sadece iftar saatine de has değildir. Zira hem oruç tutanın hem de ihtiyaç sahiplerine iftar veren kimsenin ötelerde Rabb’ine kavuştuğu zaman da yine sevinçleri katlanacaktır. Huzur-u Rahman’da hem kendi mükafatını alırken sevinecek hem de oruç tutmalarına katkıda bulunduğu ya da iftar ettirdiği insanların sayısınca kat kat nice sevinçler yaşayacaktır. Çünkü Allah Resûlü’nün beyanıyla “Farzlardan sonra Allah’a en sevimli gelen amellerden birisi de bir Müslümanın kalbine sevinç salmak; bir insanı sevindirmektir.”9Allah için insanları sevindirenler, sevineceklerdir.
İnsanları sevindirme farklı şekillerde olabilir. Bu “Kim neye muhtaç ise o hususta sevindirmek” diye formüle edilebilir. Allah Resûlü bir hadislerinde bu konuda üç örnek sayar:
“Amellerin en faziletlerinden biri de bir mü’mini giydirerek, açlığını gidererek, herhangi bir ihtiyacını karşılayarak ya da var olan borcunu ödeyerek onu sevindirmektir.”10
Dolayısıyla Allah’ın hoşuna giden ve kullarını sevmesine vesile olan önemli salih amellerden birisi de başkalarının dertlerine çare olmak ve onları sevindirmektir. Bilhassa ramazan ayında işlenilen bu salih amel, yuvalarda mü’minlerin ramazan sevincini katlayacağı gibi fakirleri zenginlerle buluşturacak/kaynaştıracak; insanları birbirine sevdirecek ve toplum fertlerini tek vücut haline getirecektir.
İftar Ver ve Mutlaka Oruçlunun Duasını Al!
İftar verip oruçlunun sevabına ve sevincine tam olarak ortak olmanın yanında bir de onun duasına mazhar olmak önemli bir imtiyazdır. Zira Allah Resûlü’nün ifadesiyle onun duası makbul dualardandır:
“Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir: Oruçlunun duası, adalet sahibi hükümdarın duası ve mazlumun duası.”11 Bunun yanında iftar vakti de icabet saatindendir: “Şüphesiz oruçlunun iftar anında yapacağı dua reddedilmez.”12 Bir başka hadislerinde Allah Resûlü duası makbul kullar arasında misafiri de sayar.13
Dolayısıyla iftara davet edilen kimse hem oruçlu, hem zaman icabet saati (iftar vakti) hem de kendisi duası makbul kişiler arasında sayılan bir misafir ya da misafirler olunca artık bunca makbuliyetin birleştiği yerde dualar, semaya yükselecek kabul görecektir. Bir de yalvarıp yakaran kimseler mazlum kategorosinde ise bu durumda ev sahibinin istediklerini/muhtaç olduklarını elde etmesi, bir nevi iftar saatinde miraç yaşaması kolaylaşacaktır.
Dolayısıyla mü’min, iftarı az ya da çok imkanına göre misafir ağırlayarak gerçirmeli ki bu reddilmeyen dulara mazhar olsun; Ramazan ayının içindeki affa, berekete ve sonsuz rahmete nail olsun ve cehennemden azad edilsin. Onun içindir ki Allah Resûlü misafir olduğu hane sahiplerine “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi hep iyiler yesin ve melekler de duacınız olsun.”14 diye duada bulunur ve onları bilhassa oruçluları ağırlamaya teşvik eder.
Sonuç
Ramazan ayı, bütün iyilik çeşitleriyle kulların birbirleriyle hayırda rekabetsiz yarıştığı, ihtiyaç sahiplerinin ellerinden tuttuğu, birbirlerini hayra/hakka davet ettiği ve yönlendirdiği, ilişkilerinde sevgi ve şefkati hâkim kılıp onu yaygınlaştırdıkları “sosyal dayanışma ayı”dır. İnananlar için, maddî-manevî çeşitli yokluklar içerisinde kıvranan insan kardeşleri adına, empati ve sempati imkanına kavuştuğu, birlik ve beraberlik şuurunda derinleştiği çok özel bir “kaynaşma ayı”; fakirleri “sevindirme ayı'”dır. ‘Ramazan ayında bir insan bir günde kaç oruç tutabilir?’ diye sorsak herkes bir günde ancak tek bir oruç tutulabileceğini söyler. Halbuki bir mü’min, iftar yapmasına vesile olduğu insan sayısınca oruç tutar.
Ramazan ayındaki iftar sofraları, imkânı olanla olmayanları birleştiren, karşılıklı sevgi, şefkât ve saygı aşılayarak onları kardeşlikte buluşturan ve birlikte şükürlerini/sevinçlerini katlayan, Allah’ın da hoşnut olduğu mâide-i semâviyedir. İftar sofraları, milliyeti, rengi, ırkı, dini ve mezhebi ne ve kim olursa olsun insanlığı, kemâlde/iyiliklerde buluşturan “herkese açık insanlık sofraları”dır. Oruç ve ardından akşama doğru kurulan iftar sofraları, insanlığı muhtaçların halini düşünmeye ve dertleriyle dertlenmeye bir davet ve bu temel problemin çözümü adına harekete geçmeye de evrensel bir çağrıdır.
İftar sofraları, hırslarıyla birbirini yiyen ve sahip kılındıkları bu dünyayı tüketen insanoğluna, yardımlaşmanın ve dayanışmanın en çarpıcı misallerini sunan ve “Paylaşırsak bu dünya hepimize yeter!” mesajını veren, yeryüzünde emsali zor bulunacak örnek sofralardır. Sadece midelerin değil, gözlerin, gönüllerin ve ruhların da doyduğu özel maneviyat sofralarıdır. İnsan sevgisinin, maddî-manevî bereketin, fazilet, rahmet ve şefkâtin ne olduğunun ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn yaşandığı/müşahede edildiği huzur sofralarıdır.
İftar sofraları, “benliğini” insaniyette eritip artık “biz” olan Müslüman toplumun kurduğu ve bütün insanlığa açık “rahmaniyet sofraları”dır. İnsanları, zengin-fakir demeden, ırk, dil, din ve mezhep ayırımına gitmeden bu sofralarda buluşturmaya vesile olmak, Ramazan ayının bereketinden azamî istifade adına ihmal edilmemesi gerekli önemli bir salih ameldir. Onun için iftar sofralarını değerli kılan, zengin yemek çeşitleri değil misafirlerin bolluğu ve çeşitliliğidir.
Ramazan ayının bir bereketi ve coşkusu da birlikte iftar etmektedir. Peygamber Efendimiz kendisini dâvet eden zengin-fakir hiç kimseye “Hayır!” demez; hattâ aynı anda çağıran kişilere, öncelik sırasına göre icabet eder. Bir defasında O, ashâbını oruçluyu iftara davet etmeye teşvik ederken şöyle buyurur: “Kim Ramazan’da oruç tutan birini, iftara çağırır ve kazandığı helal rızıkla ağırlarsa, melekler ona Ramazan geceleri boyunca duâ ederler…”15
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, III/344
- İbn Huzeyme, Sahih, III/191 (1887); Aynî, Umdetu’l-Kârî, X/383; İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, III/118
- Hâkim, Müstedrek (2165); Ahmed İbn Hanbel, Müsned (4880) Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/35
- Buhârî, Edebu’l-Müfred (112); Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/323; Heysemî, Zevâid, VIII/170
- Tirmizî, Savm 82 (807); İbn Mâce, Sıyâm 45 (1746)
- Bkz. Buhârî, Edebu’l-Müfred, s. 40 (134, 136)
- Hılyetu’-Evliya, II/22
- Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyam 163
- Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/346; Heysemî, Zevâid, VIII/196
- Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/152; Suyûtî, el-Câmius-Sağîr (8211)
- Tirmizî, Daavât 147 (3598)
- Müslim, Sıyâm 30; İbn Mâce, Sıyam 48
- Tirmiziî, Birr 7; İbn Mâce, Dua 11
- Ebû Dâvûd, Et’ime 54 (3854); İbni Mâce, Sıyâm 45 (1747)
- İbn Hıbban, Sahîh, I/300; Beyhâkî, Şuabu’l-İman, III/1441