Hz. Musa (as) Kıssasının Tebliğ Boyutu

1.391

Hidayet ve şifa kaynağı Kur’ân’ın hikmetli kıssalarında muttaki mü’minler için; ferdi, ailevi, milli hayatlarının istikamet yörüngeli olması adına -dini, ahlaki, hukuki, idari, ticari, ruhi, içtimai- birçok ölçülerin, derslerin olduğu tesbit ve ifade edilir/edilmektedir. Peygamberlere varlık gayesi, tabilerine vacip bir vazife olan tebliğin esası, üslubu ve usulü adına da bu kıssalar çok sayıda temsilî bilgiler içerir. Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın mücahedesini anlatan ve Kur’ân’ın değişik yerlerinde farklı boyutlarıyla sürekli tablolaştırılan kıssada da tebliğ mesuliyetinin ifası ve tesiri için inananlara sır dolu mesajlar vardır.

Bu bağlamda Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın kıssası incelendiğinde marufun emri münkerin nehyi yolunda şu hususların vurgulandığı görülür:

İhlâslı Olma

Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın nübüvvet vazifesini yerine getirirken yaşadığı çileli hayat ve gösterdiği cehd “Gerçekten O Allah tarafından ihlâsa erdirilen bir kul idi, resul ve nebî idi.”1 denilerek bir vasıfta özetlenir. Allah adına ortaya konulan her salih amelin, şeni rububiyetle bir neticeye dönüşüp hayat bulması ihlâslı olmasına bağlı olduğu gibi bugünün Müslümanları için farzlar üstü bir farz olduğu ifade edilen tebliğ hizmetinin de muhataplarda tesir göstermesi ihlâsa göredir.

Bir peygamber hususiyeti olan ihlâsın, Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın temsil, tebliğ ve aksiyonunun temel dinamiği olduğu imtihan dolu hayat serencamından anlaşılmaktadır. Bir nehirle başlayan Firavun’la mücadelesinin Firavun’un Kızıl denizde boğulmasıyla bitmesine, kavmiyle Mısır’dan Tur’a oradan da Tih’e uzanan çizgide yaşadıkları onun ihlâsının, hasbiliğinin ve beklentisizliğinin Kur’ân’daki yazılı belgeleridir.

Firavun’un: “Bırakın beni, şu Mûsa’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvarsın, bakalım O kendisini kurtaracak mı? Zira bu gidişle onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.”2 diyerek tehdit savurmasına karşılık; Mü’min-i âl-i firavun’un: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır!” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz?”3 çıkışı da ihlâs adına onun beklentisizliğini göstermektedir.

Leyyin Üslup

Tebliğ mesuliyetinin hakkının verilmesinde üslubun hayati önem taşıdığı Kur’ân’ın değişik yerlerinde örnekleriyle beraber üsluba yapılan vurgudan anlaşılmaktadır. Hz. Musa (aleyhisselâm) Mısır’dan ayrıldıktan on yıl sonra seçilerek peygamberlikle vazifelendirilir ve kardeşi Hz. Harun’la (aleyhisselâm) birlikte sarayında yetiştiği Firavun’a ilahi mesajı tebliğ için gönderilir.

Hz. Âdem (aleyhisselâm) ile başlayan tebliğ misyonunun en önemli düşmanlarının karakterini bütün incelikleriyle yansıtan Kur’ân’daki Firavun tiplemesi karşısında Allah’ın Hz. Musa ve Hz. Harun’a “Gidin Firavun’a, zira o iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir.”4 diye kavl-i leyyin bir üslubu emretmesi çok önemli ve sırlı bir mesajdır. Muhatap Firavun gibi zalim, zorba ve despot bir insan da olsa tebliğ insanının söz ve tavırlarında fıtri bir tatlılık, yumuşaklık içerisinde olması gerekmektedir.5

Firavun bir kraldır. Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın takındığı yumuşak üslup onun Hz. Musa ile bir devlet başkanı gibi değil de bir insan gibi konuşmasını sağlamıştır. Üslup Firavun’un konumunu sarsıcı bir özellik aksettirmediği için muhatap tartışma, saldırı, savunma, farklılık ve üstünlük psikolojisi içerisine sokulmamış ve onun düşünüp Hz. Musa’yı fark etmesi sağlanmıştır.6

Bu da en azından Hz. Musa (aleyhisselâm)’a peygamberliğini Firavun’a, “Firavun’un etrafındaki aristokrat sınıftan, büyük sermaye sahiplerinden, kaba kuvvet temsilcilerinden, üst düzey bürokratlardan, halkı idlal eden aydın görünümlü fikir adamlarından, heva ve heveslerinin esiri bazı sanatçılardan, sözde din erbabı ve onlarla çıkar ilişkilerine girmiş kimselerden müteşekkil bir topluluk olan “Mele”ye7, sihirbazlara ve Mısır halkına ifade etme, gösterme platformu oluşturmuştur.

Hakikatini Hak’tan alan Kur’ân mesajının günümüzdeki Firavun ahlaklı ve mantıklı zümreler tarafından olumsuz sıfatlarla (Şiddet, terör vb…) yaftalanıp imajının yıkılmaması adına Hz. Musa (aleyhisselâm) gibi kavl-i leyyin, hal, kalp ve vicdanla hareket etme çok önemlidir. Aksi takdirde Mü’minin Allah ile insanlar arasındaki engelleri kaldırmak için gösterdiği cehd, üslup hatasıyla lekelenirse Allah’a yaklaştırılmak istenen kimseler maksadın tam aksine Allah’tan uzaklaştırılmış olur.

Hazırlıklı Olma

Tebliğ hizmetinin muhataplara tesir etmesinde mübelliğin kendi değerlerini, insan fıtratını, mahiyetini ve psikolojisini iyi bilmesi sabit ve istikrarlı duruş açısından büyük ehemmiyete haizdir. Muhatabı okuma, onun karakterini süzme, hastalıklarını sezme ve her şeyi tedebbür içerisinde çözme değişik falsolar yaşamama adına gereklilik arz etmektedir.

Sihir ve sihirbazlık Hz. Musa zamanının en mergup metasıdır. Bu metaın büyülediği kitleler Firavun tarafından adeta köleler haline getirilmiştir. Böyle bir zemine gönderilmeden önce Allah, Hz. Musa (aleyhisselâm)’a ileride yaşayacaklarının önceden provasını yaptırmış ve onu sihirbazlarla yapacağı mücadeleye hazırlıklı göndermiştir.

Allah kendisine “Haydi asânı yere bırak!”8 dediği zaman onun çevikçe hareket eden bir yılana dönüştüğünü gören Hz.Mûsâ –fıtratı gereği heyecanlanıp- derhal kaçmış, bir kere olsun dönüp arkasına bile bakmamıştır. Allah kendisine “Gel Mûsâ! Endişe etme, çünkü sen güven içinde olanlardansın.”9 deyince sakinleşmiştir. “Elini koynuna sok! Şimdi çıkar”10 emrini yerine getirince “kusursuz, pırıl pırıl ışık saçan”11 elini gördüğü an da yine heyecanlanıp kollarını yana doğru kanat gibi açmıştır.

Bütün bunlardan sonra kollarını çekip toparlanan ve Mısır’a giden Hz. Musa (aleyhisselâm) Firavun ve sihirbazları karşısında gayet rahat ve kendi değerlerinden emin bir psikoloji içerisinde hareket etmiştir. Bu ön hazırlıkla hareket kabiliyeti daha da genişleyen Hz. Musa sihirbazlarla yapacağı müsabakayı kendi şartları içerisinde kabul ettirmiştir. Bütün bunlar tebliğ insanına muhataplar karşısında ezilmeme ve güven psikolojisi içerisinde hareket etme adına hazırlıklı olmanın, anlatacağı meseleleri iyi bilmenin vacipliğini anlatır mahiyettedir.

hz. Musa'nın tebliğ ve irşat vazifesini nasıl yaptı. Kızıldenizin yarılması

İmkânları Değerlendirme

Yukarıda Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın Allah’a olan sınırsız güveni ve davasının hakkaniyetini pratik yakin ufkunda temaşa etmesiyle Firavun’a müsabaka için kendi şartlarını kabul ettirdiğine değinmiştik. Hz. Musa’nın öne sürdüğü şartlar ve bunlarla hedeflediği şeyler de tebliğ adına önemli sırlar ve mesajlar içermektedir.

Tebliğde zaman, mekân ve mesaj nasıl olmalıdır? Nasıl olursa bir taşla yüzlerce kuş vurulur? Elde edilen kredi nasıl kullanılırsa azami verime nail olunur? Sorularını bu şartlar cevaplar mahiyettedir. Bunlar Kur’ân’da : “Mûsâ: ‘Karşılaşma zamanı, bayram günü olsun, halk sabahleyin toplansın’ dedi.”12 âyetiyle ifade edilenlerdir.

Öncelikle bu müsabaka “Kapalı kapılar ardında olmamalı; herkesin serbestçe ve kolayca gelebileceği, düz, açık bir zeminde gerçekleşmeli ve bu düelloyu bütün mısır halkı seyretmelidir. Sonra milletin işinin gücünün olmadığı bir bayram günü seçilerek herkesin gelmesi sağlanmalıdır. Aynı zamanda bu müsabaka milletin üzerinden yorgunluğu attığı, kendini dinç hissettiği ve dipdiri olduğu bir vakitte, her şeyi en iyi muhakeme ettiği zamanda yani kuşluk vaktinde olmalıdır.”13 Bu şartlar altında gerçekleşen müsabakayı Allah’ın ihsanıyla Hz. Musa (aleyhisselâm) kazanmış, fetanetiyle oraya topladığı insanların çoğu, başta sihirbazlar olmak üzere iman etmiş, Firavun ve melesinin kalpler ve kafalar üstündeki hâkimiyetine büyük bir darbe indirilmiştir.

Bütün bunlar mü’mine, elde ettiği imkânları kadrini bilerek en uygun zamanda ve mekânda değerlendirirse Hz. Musa gibi aynı anda binlerin, on binlerin kalbini fethedebileceğini anlatır mahiyettedir.

Dua Etme

İnanmış insanın en önemli güç ve heyecan kaynağı olan duanın hayatın her anında büyük bir ehemmiyeti vardır. Zira Allah acz ve fakr içerisinde kıvranan insanların dualarına inayet ve sıyanet ile icabet etmiş, onlara ve dualarına büyük ehemmiyet vermiştir. Tarih boyunca tebliğ ve temsil insanları içine düştükleri çıkmazları dua ile aşmış, bela ve musibetleri sabırla karşılayıp dua ile uzaklaştırmış, kapalı kalpleri, kapıları ve kaleleri dua ile fethetmişlerdir.

Firavun her an öldürmeye hazır orduları ile ölüm tehditleri savuran, sihirbazları, meleleri, hamanları ve karunları ile haddini aşmış rablık iddiasında bulunmuş mütekebbir bir zalimdir. Bununla beraber Hz. Musa (aleyhisselâm) onun karşısında malı, mülkü, dünyevi makamı olmayan tek başına yalnız bir tebliğ insanı, Allah’tan başka dayanağı ve sığınağı olmayan bir acz kahramanıdır.

Allah’ın kudretini kendi acziyetini kabul ve itiraf ederek arkasına alan Hz. Musa (aleyhisselâm), O’na dua etmiş “Firavun’un sarayında neş’et etmiş olmanın hâsıl ettiği psikolojik bir ruh hâleti itibarıyla etkilenip konuşurken daha temkinli olacağı, hatta böyle bir ruh hâlinin birtakım sürçmelere bâdî olacağı mülâhazası ile hayatında Firavun’u hiç tanımamış ve hiç tesirine girmemiş, fakat ona karşı sürekli bilenmiş, serâzat ruhlu Hz. Harun’u kendisine yardımcı istemiş”14, sebepler planında kusur etmeme adına “Ya Rabbî! Genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!”15 diyerek Yüce Allah’a yakarmış ve Firavun’la yaptığı bütün mücahedelerden Allah’ın yardımıyla galip ayrılmıştır.

Her dönemin tebliğ insanları gibi günümüzün tebliğ sevdalıları da acziyetlerini dua ile aşmalı ve dünyanın dört bir tarafında ışık gözleyen insanların imdadına koşmalıdırlar.

Muhatabı tanıma

Kur’ân’a bakıldığında peygamberlerin kendilerine elçi olarak gönderildikleri toplumları, onların karakterlerini çok iyi tespit ettikleri ve okudukları anlaşılmaktadır. Bunun Kur’ân’daki en aşikâr misallerinden biri Hz. Musa (aleyhisselâm)’dır. O, her şeyi maddeyle düşünen ve ölçen, kalp ve kafaları metafiziğe yabancı bir topluma; İsrail oğullarına resul olarak gönderilmiştir.

Kavminin: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız!”16 demelerine karşılık Onun da “Ya Rabbi! Göster bana Zatını, bakayım Sana!”17 diyerek Allah’ı görmeyi isteyişinin altında kavminin karakterini çok iyi okuması yatmaktadır. Zira “Her peygamber, gönderildiği kavmin bir prototipi gibidir; onun hususiyetlerini taşır. Kavmine vermesi gerekenleri önce kendinde duyacak, kendinde yaşayıp tecrübe edecek ki, sonra onları kavmine samimiyet ve itmi’nanla aktarabilsin.”18

İlahi beyanı halkının huzuruna levhalar üzerinde yazılı şekilde getirişi19 ve Tur’a giderken arkasında Hz. Harun’u vekil bırakışı da onun kavminin karakterini çok iyi bildiğini göstermektedir.

Bu zaviyeden insanların parmak izleri, yüzleri, gözleri birbirinden farklı olduğu gibi fıtratları, huyları, ahlakları, anlayışları ve meseleleri kavrayışları da tamamen birbirinden ayrı olabilmektedir. Bu farklılıklara sebebiyet veren zaman, mekân, aile, çevre, kültür, din, medeniyet, eğitim ve sosyal statüler, milli karakterler iyice analiz edilmeden, muhatap her şeyiyle anlaşılmadan yapılacak tebliğin çok fazla hüsnü kabul görmeyeceği aşikârdır.

Bir diğer husus da Samiri‘nin Hz. Harun (aleyhisselâm)’ın başlarına vekil olarak bırakıldığı insanları maddi bir şeyle; buzağı heykeliyle yoldan çıkartmasıdır ki muhatapları tanıma ve onlara sahip çıkma açısından çok önemlidir. Zira mübelliğin muhatapları arasında maddeye karşı zaafı olan insanlar varsa bunlar Samiri gibiler tarafından bu zaafları kullanılarak yoldan çıkartılabilirler.

Mesuliyet Duygusu ve İnsan Atlamama

Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden birisi de insanların hesap meydanında bir bahane olarak Yüce Allah’a sunabilecekleri “bilmiyorduk” mazeretini ellerinden alıp, onları ilahi mesajlarla aydınlatmaktır.20 Bu husus Hz. Musa’ya: “Eğer senin halkın inkâr ve isyanları yüzünden kıyamet günü duruşmasında başlarına azap geldiğinde: ‘Ey Ulu Rabbimiz, dünyada iken bize de peygamber göndermiş olsaydın, biz de âyetlerine uyarak müminler arasına dahil olurduk!’ demesinler diye seni elçi gönderdik.”21 beyanıyla anlatılmaktadır.

Yüce Allah, ezelî ilmiyle bilmektedir ki Firavun, Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın davetine icabet etmeyecektir. Fakat bir nebi ve resul olarak onun vazifesi Firavun’u inandırmak değil misyonunu eda etmek ve mesajını sunmaktır. Bu mesuliyeti iliklerine kadar hisseden Hz. Musa (aleyhisselâm), kavminden hiç kimseyi atlamamaya çalışmış, Firavun gibi insanların elleri ahirette yakasında olmasın diye onlara da mesajlarını ulaştırma adına her müspet yolu denemiştir.22

Bu bağlamda Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın halkı içinden hakkı anlatıp onunla insanları doğruya yönlendiren ve hidayetlerine vesile olan, yine hakka dayanarak doğru ve adaletli davranan, doğruluğu ve adaleti gerçekleştiren bir topluluğun23 içlerinden bazılarının kendilerine “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” diye sorduklarında; “Rabbinize mazeret arz edebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz”24 deyip cevap verdikleri anlatılmaktadır ki bu da tebliğ mesuliyetine ve bunu yaparken kimseyi dairenin dışında tutmamaya yapılan ayrı bir vurgudur.

Ayrıca bu hadiseden de anlaşılmaktadır ki ümitsizlik dünyada hiçbir hususta caiz olmadığı gibi ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar insanların hidayete, tevbeye ve takvaya nail olabileceklerini ümit etmek ve tebliğe devam etmek mü’minlere bir vazifedir.25

Tebliğ vazifesiyle mükellef bulunan Müslümanlar da, bu mesuliyetin hakkını vermek, mesuliyeti altındaki insanların yarın hesaplar görülürken kendilerinden davacı olmamasından emin olmak istiyorlarsa, Hz. Musa gibi her müspet yolu deneyerek hareket etmeli ve mesajını herkese ulaştırmaya çalışmalıdır.

Kolektif Şuur

Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın Allah’ın kendisini peygamberlik vazifesinde istihdam etmek için seçmesinden sonra26, “Bana da ailemden birini, yardımcı kıl, Harun kardeşimi! Onunla beni takviye et! Onu bu işime ortak et!”27 diyerek bir yardımcı istemesi ve Allah’ın ” Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz! Gidin Firavun’a, zira o iyice azdı.”28 şeklinde her ikisine Firavun’a beraberce gitmelerini emretmesi tebliğ mesuliyetinin bazı şahıslara kolektif şuur içerisinde yapılması gerektiğini göstermesi açısından önemlidir. Çünkü hem Allah’ın birlik ve beraberlik içinde, uhuvvet ruhuyla yapılacak aksiyona ayrı bir ihsanı, hem de muhataptan gelebilecek her türlü tepki ihtimaline karşı mübelliğin desteğe ve takviyeye ihtiyacı vardır.

Rehbersiz Bırakmama

Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın sözleşilen vakitte Tur’a giderken arkada kalan muhataplarına Hz. Harun (aleyhisselâm)’ı vekil bırakması tebliğin kesintiye uğramaması, insanların nefisleriyle baş başa kalıp eski alışkanlıklarına geri dönmemeleri, dağılmamaları, başkaları tarafından iğfal edilmemeleri zaviyesinden başa her zaman liyakatli, sağlam karakterli ve asılın yerini dolduracak ıslahçı ve uzlaşmacı bir rehberin bırakılması gerektiğini anlatır mahiyettedir.29

Ana hatlarıyla belirtilmeye çalışılan Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın kıssasındaki tebliğe ait ölçüler elbette sadece bunlar değildir. Bunların yanında onun Hz. Şuayb (aleyhisselâm)’ın kızının diliyle emniyetine yapılan vurgu30, muhataplarına hakkı yaşama ve tavsiye ederken karşılaşacakları sıkıntılara karşı Allah’tan yardım dilemeyi, sabrı31 ve tevekkülü salıklaması32, kavminden inhiraf edenler karşısında yılmayıp her şeye sil baştan başlaması33,

Firavun’un ordusunun yaklaşması anında ümmetinin önünde sergilediği Allah’a güven duruşu34 ve takatini aşan durumlarda sıkıntıyı Allah’a havale etmesi35, hicreti esnasında tedbir için düşmanın gaflette olduğu geceleyin yürüyüşün emredilmesi36, hem Allah’ın davetine zamanında icabet etmesi37 hem de sihirbazlarla yapacağı mücadeleye zamanında gelmesi38, yaptıklarının muhasebesini yapması39 ve daha birçok dersler ve mesajlar Kur’an’daki Hz. Musa kıssasından çıkartılabilir. Bütün bunlar göstermektedir ki, Kur’an’daki kıssalar her hususta olduğu gibi tebliğ hususunda da esas alınması gereken mühim mesajlar içermektedir.

Netice

Ülü’l-Azm bir peygamber olan Hz. Musa (aleyhisselâm) nübüvvet vazifesini hakkıyla yerine getirme adına hayatı boyunca bir karar ve azim insanı olarak yaşamış; tebliğ vazifesinin kendisinden önceki ve sonraki temsilcileri gibi büyük cehdler sergilemiştir. Yaşadığı çileler ve gösterdiği çabalar Kur’ân tarafından farklı buudlarıyla beyan edilmiş ve tebliği varlık gayesi kabul edenlere/edeceklere başarılı olmaları adına nelere dikkat etmeleri gerektiği, onun hikmetler dolu kıssasıyla da Cenab-ı Hakk tarafından bildirilmiştir. Tebliği hayatları adına en önemli vazife gören müminler de kendi devirlerinin şartlarını ve muhataplarının durumunu dikkate alarak Kur’ân’ın bildirdiği ve Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) gösterdiği yolda yoluna devam etmelidir.


Dipnot:

  1. Meryem Sûresi, 19/51
  2. Mü’min Sûresi, 40/26
  3. Mü’min Sûresi, 40/28
  4. Tâhâ Sûresi, 20/43-44
  5. İkindi Yağmurları, 249-255.
  6. Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, 276.
  7. İkindi Yağmurları, 263.
  8. Kasas Sûresi, 28/31
  9. Kasas Sûresi, 28/31
  10. Kasas Sûresi, 28/32
  11. Kasas Sûresi, 28/32
  12. Tâhâ Sûresi, 20/59
  13. Gülen, a.g.e., 277-278.
  14. Gülen, Prizma 4, 18.
  15. Tâhâ Sûresi, 20/25-28
  16. Bakara Sûresi, 2/55
  17. A’raf Sûresi, 7/143
  18. İsmail Ünal, Fethullah Gülen’le Amerikada Bir Ay, Işık Yayınları, İstanbul, 2001, 28.
  19. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1971, IV, 2280.
  20. Bkz. Nisa Sûresi, 4/165
  21. Kasas Sûresi, 28/47
  22. Nureddin Turgay, ŞİA, “Tebliğ” Maddesi.
  23. Bkz. A’raf Sûresi, 7/159
  24. A’raf Sûresi, 7/164
  25. Elmalılı, a.g.e., 2313-2314.
  26. Tâhâ Sûresi, 20/13
  27. Tâhâ Sûresi, 20/29-32
  28. Tâhâ Sûresi, 7/42-43
  29. Gülen, a.g.e, 17
  30. Kasas Sûresi, 28/26
  31. A’raf Sûresi, 7/128
  32. Yunus Sûresi, 10/84
  33. Bakara Sûresi, 2/54
  34. Şuarâ Sûresi, 26/62
  35. Yunus Sûresi, 10/88
  36. Tâhâ Sûresi, 20/77, Şuara Sûresi, 26/52
  37. A’raf Sûresi, 7/143
  38. Tâhâ Sûresi, 20/59
  39. Şuara Sûresi, 26/20-21
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.