HABEŞİSTAN HİCRETLERİ

292

Vahiy geleli beş yıl olmuştu. Aylardan Recep idi. İbn Er­kam’ın evi, kısmen de olsa problemi çözmüş, imana ait meselelerin daha sakin bir atmosferde görüşülmesine zemin hazırlamıştı. Ancak bu, sadece söz konusu evle sınırlı bir durumdu; buradan ayrılan insanlar, yeniden takibe alınıyor ve bilhassa zayıf ve korumasız olanlar, giderek artan bir şiddete maruz kalıyorlardı. Her geçen gün Mekkeliler, daha bir acımasız oluyor ve inananlara, Müslümanca yaşama hakkı tanımıyorlardı. Onun için daha kalıcı bir çözüm gerekliydi.

Bu arada Allah (celle celâluhû), Cibril-i Emîn vasıtasıyla mü’minlere yeni bir yol göstermişti:

– Bu dünya hayatında ihsan şuuruyla hareket edenlere Allah da ihsanla muamele eder. Ve şüpheniz olmasın ki, Allah’ın yarattığı yeryüzü çok geniştir; bununla birlikte sabredip de dişini sıkanların mükâfatı, sayısız bir şekilde kendilerine verilecektir.1

Ayet, herkese açıktan hicret emri vermemekle birlikte böyle bir yolculuğun, dinî hayatı yaşayabilmek adına getireceği rahatlıktan bahsediyordu. Madem ki yeryüzü genişti; o zaman bu genişlikten istifade edilmesi gerekiyordu. Bunun için de Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle bir yönlendirmede bulunacaktı:

– Keşke Habeşistan’a gidebilseniz. Zira orası güvenli bir yerdir; hem, orada bir melik var ki, yanında kimseye zulmedilmez!

Habeşistan, Mekke için tanıdık bir yerdi; zira ticaret mak­sadıyla sıklıkla buraya gelirler ve belli başlı ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi. Bu gidiş-gelişlerde, ülkenin genel yapısı hakkında bir hayli malûmat sahibi olunmuştu. Buna binaen de mü’minler, Necâşî’nin ülkesine sevkediliyordu.


Dipnot:

  1. Bkz. Zümer, 39/10
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.