Kur’ân ve Sünnette Gerçek İyilik, Yardımlaşma ve Dayanışma (4)
Gerçek İyilik
İnfak/Yardımlaşma Gerçek İyiliğe Ulaşmanın Dinamiklerindendir
Kur’ân, infakta gerçek iyiliği ulaşmanın vesilelerini sayarken iman esaslarından hemen sonra namazı ve zekâtı değil infakı; ihtiyaç sahiplerini koruyup-gözetmeyi sayar:
“İyilik (ve hayır), yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir. Asıl iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, sevdiği malını Allah’ı hoşnud etmek için yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır imanlarında samimi olanlar ve işte onlardır Allah’ı sayıp günahlardan korunan takvâlılar!”1
Dolayısıyla takvanın önemli bir vesilesi ve aynı zamanda içtimai hayata bir yansıması da muhtaçlara sahip çıkmaktır. Takva kavramında bulunan insanın kendisini koruma manasının tam gerçekleşmesi ihtiyaç sahiplerinin de korunmasına bağlıdır. Aksi takdirde başkalarını maddi-manevi korumayı düşünmeyenler kendilerini de tam olarak koruma altına alamaz; tam muttaki sayılamazlar.
Gerçek İyilik Nedir?
Hiçbir İyiliği/Yardımı Küçük Görme
Yardımlaşma ve dayanışmada temel bir ilke de hiçbir iyiliği ya da yapılacak yardımı hafife almama, küçük görmeme prensibidir: “Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi tabiî bir iyiliği bile sakın küçük görme!”2
Allah Resûlü bir başka hadislerinde bu hakikatin daha iyi anlaşılması için farklı örnekler de verir: “Hiçbir iyiliği küçük görme! Su isteyen kimsenin kabına, kovandan bir miktar su boşaltmak bile olsa. Ya da bir kimseyle mütebessim bir çehreyle konuşmak bile olsa.”3 Bu noktada komşuları da birbirine bağlayan Allah Resûlü kadınlara da özellikle şu ilkeyi ders verir: “Ey Müslüman kadınlar! Hiçbir kadın komşusuna yapacağı bir tas çorba ikramını dahi küçük görmesin!”4
Gerçek iyilik, iyilik ve hayır olması cihetiyle büyüktür ve küçük görülemez. Zira Allah adına yapılan her şey büyüktür, küçük görülemez. Allah ve Resûlünün tavsiye ve teşvik ettiği her şey büyük ve değerlidir. Bir de o iyilik tam ihtiyaç anında yapıldıysa değeri daha da yüksektir. Kaldı ki iyilkleri küçümsemeye alışmış fıtratlar iyilik hassasiyetlerini kaybeder zamanla büyük iyilikleri de önemsemezler.
İyilikte Yardımlaşın, Kötülükte Asla!
Yardımşlaşma ve sosyal dayanışma adına müminlere verilen ilkelerden birisi de iyilikte/hayırda yardımlaşma ve dayanışma fakat günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmama ilkesidir: “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma, birbirinizi maddi-manevi koruma) hususunda yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere asla yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”5
Yardımlaşma ve dayanışma güzel ve takdir edilen bir davranış olsa da kötülük yapan; günah işleyen, helal ve harama dikkat etmeyen ve başkalarına zulmeden; kul haklarına giren kimselere yardım edilemez. Kötülere, daha büyük ve daha fazla kötülük ve günah işlemeleri için destek olunmaz. Zira bir iyiliğin işlenmesine katkıda bulunan o iyiliği işlemiş olduğu gibi bir kötülüğün işlenmesine vesile olan ya da azıcık da olsa katkıda bulunan o fiili işlemiş gibidir.
Bundan dolayıdır ki zulmedenlere ve haksızlık yapanlara değil destek olmak onlara hafif bir meyl bile yasaklanmıştır: “Zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa ateş size dokunur. Aslında sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım göremezsiniz.”6
İyiliğe/Dayanışmaya En Yakınlarından Başla!
Dayanışma ve yardımlaşmanın temel kaidelerinden biri de en yakınlarından başlamaktır. Böylece iyilik ve sosyal dayanışma en yakın-uzak akraba dairesinden başlayarak bütün insanlığı içine alacak şekilde çevreye doğru genişler; bütün insanlığı sarar. Kendi akrabalarına, yakın ya da uzak komşularına karşı yardımlaşma ve dayanışma sorumluluğu duymayanlar insanlığa karşı mesuliyet duygusu taşıma ve onlar için bir şeyler yapma heyecanını hiç taşımazlar.
Bu hususta Kur’ân şöyle bir sıralama yapar: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin…” Bu sıralamanın ardından da ister kibir ister, umursamazlık isterse cimriliğe bağlı hangi duygulardan kaynaklanıyor olursa olsun iyiliğin/dayanışmanın terkedilmesini nankörlük olarak niteler ve bunun cezasız kalmayacağını haber verir: “… Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”7
Yine Kur’ân’da herkese ve her şeye karşı adalet ve ihsan (iyilik ve güzel davranış) emredilirken onun yanında özellikle yakın akrabalara ikramda bulunma da emredilir: “Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.”8
Ayette geçen (zi’l-kurbâ) ifadesi, ilk planda kişinin kan ya da evlilik bağıyla bağlı bulunduğu bütün yakınlarını içine alır. Ancak “yakınlara” terimi, kişinin dar dairede en yakın akrabalarını ifade ettiği gibi yakınlık sıralamasına göre komşu, dost, arkadaş vs. ve ait olduğu toplumun/insanlığın bütün muhtaç fertlerini de içine alır. Bu anlamda gerçek Müslüman, fakir, miskin ya da muhtaçları, maddî-manevî ihtiyaçları içinde seyreden kimse değil, sorumluluk duyan ve bunun için hem lokal hem de global organize olabilen kimsedir.
Allah Resûlü’nün yanına sadece tek kölesi/hizmetçisi olan bir adam gelir ve hayır yapmak istediğini söyler. Efendimiz kendisinden köleyi alır ve sattırır, parasını da ona verir. Sonra da kendisine şunları tavsiye eder: “Bu parayı önce kendi ihtiyaçların için harca. Artarsa üzerini ailen için kullan. Ondan da bir şey artarsa akrabaların için sarfet. Bunlardan da bir şey artarsa -çevresindeki yoksulları göstererek- onlar için şöyle şöyle sadaka ver.” buyurur.9
Yine Peygamber Efendimiz bahçesini Allah rızasını kazanmak için sadaka olarak vermek isteyen Ebû Talha’ya, onu akrabaları arasında paylaştırmasını tavsiye eder. Ebû Talha da buna göre hareket ederek muhtaç akrabaları arasında bahçeyi taksim eder.10 Bu anlamda Allah Resûlü veren el olmanın insana kazandıracağı şeref ve izzeti ifade ettikten sonra şu ölçüleri de verir: “Veren el üstündür/şereflidir. Hem önce nafakasıyla sorumlu olduğun kimselerden başla! Anneni, babanı, kız kardeşini ve erkek kardeşini sonra da sırasıyla sana en yakın olanları gözet.”11 Dolayısıyla mümin sadece kendini düşünen değil, en dar dairede yani ailesinden başlayarak bütün ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gidermeye katkı sunmaya çalışan kimsedir. Yardımlaşma ve dayanışma eylemini halka halka bütün insanlığı içine alacak şekilde genişletmeyi başarabilen fedâkâr ruhtur.
Gerçek İyilik Yardım Edileni Minnet Altında Bırakmayan İyiliktir
Yardımlaşma Anlayışında Zirve Gözetilmeli: Îsâr
Îsâr, kişinin sırf Allah rızasına ermek için, yardıma muhtaç kimseyi kendi nefsine tercih etmesi; onun ihtiyacını öncelemesi demektir ki yardımlaşmada ya da kardeşlikte zirve noktadır. Yaşatmak için yaşamaktır. İnfakın, sosyal dayanışmanın, fedakarlığın ve cömertliğin zirvesidir. Kur’ân, Ensâr-ı kiramı bu hasletiyle takdir eder ve örnek olarak nazara verir:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”12
Yine Kur’ân’da “Ebrâr” yani kâmil, iyi ve dürüst müminlerin vasıfları anlatılırken, İnsan Sûresinde özellikle bu vasıfları nazara verilir: “Mala mülke karşı yüreklerinde sevgi/ihtiyaç duydukları hâlde, sırf Allah rızası için yoksulu, yetimi ve esiri doyurur, onlara maddî-mânevî her türlü yardım ve desteği sağlamak için çırpınırlar.”13 Üstelik bunca madî-manevi yaptıkları fedakarlıklar karşısında da hiçbir menfaat gütmez, içlerinden şöyle derler: “Biz sizin (midenizi, kalbinizi) yalnızca Allah rızası için doyurmaya çalışıyor/çabalıyoruz. Bunun karşılığında da sizden herhangi bir mükafat, hatta bir teşekkür bile beklemiyoruz.”14
Îsâr’ın zıddı enaniyet, bencillik ve cimriliktir. Bencillik insanın sadece kendisini düşünmesi, kendi menfaatlerini ön planda tutması, çevresiyle ilişkilerini öncelikle kendi çıkarları doğrultusunda sürdürmesi demektir. Böyle bir duyguya sahip kimsede yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma hasletleri bulunmaz. Fakir ve yoksullara yardım yapmayı, aç ya da muhtaçları düşünmeyi saflık olarak görür ve insana karşı sevgi ve şefkat duygularından mahrum olurlar. Hayatı tamamen “ben merkezli” yaşayan bu kimseler aslında insaniyet manasından uzak sosyalleşmesini tamamlayamamış kimselerdir.
Aman Dikkat: Şeytan Sizi Yardım Yapmaktan Alıkoymasın
Kur’ân, şeytanın insan içinde kullanacağı korku damarına dikkat çeker ve bu duygularından yakaladığı kimseyi hayır ve hasenattan alıkoyacağını belirtir: “Şeytan sizi (hayırda harcamakla, yoksulluk çekenlere yardım etmekle) muhtaç duruma düşersiniz diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder…”15
Allah yolunda harcamanın, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin önündeki engellerden birisi de yoksul düşme ve aç kalma korkusudur. Onun için “açlık çekeni bir dilim ekmek doyurur fakat açlık korkusu çekeni dünya doyuramaz.” denir. İşte cimrilik ve pintilik bu korkuların sonucu ortaya çıkan kötü bir haslettir. Bu korkuların tedvisi ise ayetin fezlekesinde ifade edildiği gibi Allah’a tevekül ve teslimiyettir: “Şayet siz Allah’a itimad eder, fakiri-miskini, yetimi-öksüzü korur-gözetirseniz Allah da size kendi katından af ve bolluk/bereket vaad buyurur. Unutmayın ki Allah’ın nimetleri sonsuz, ihsanları geniş, cömert, her şeyi hakkıyla bilir.”16
O, kimin kendisine imtihan ve emanet olarak verilen serveti hayra mı şerre mi harcadığını, kimin muhtaçlara samimi sahip çıkıp çıkmadığını en iyi bilendir. Mükafat ve cezası da ona göre olacaktır.
Allah Resulü ashabını da bu mevzuda çeşitli vesilelerle uyarır onları biriktirmeye değil daima infaka yönlendirirdi. Bir defasında Hz. Bilal’i ziyarete gittiğinde evin bir köşesinde bir miktar hurmanın yığılmış olduğunu görür. “Ey Bilal! Bunlar nedir?” diye sorunca “Ey Allah’ın Resûlü! Bunları senin için biriktirdim.” der. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) şu ikazını yapar: “Biriktirdiklerinin senin için cehennemde buhara dönüşmesinden korkmadın mı? İnfak et ey Bilal! Arşın sahibinin eksilteceğinden korkma, endişe etme!”17
Dolayısıyla İslâm, insanlar arasında yardımlaşma ve sosyal dayanışmaya özellikle önem verir. Bu çerçevede müminlere infakı, sadakayı emreder; fakirleri, muhtaçları ve miskinleri gözetmeyi tavsiye eder. Bu tür harcamaları da Allah yolunda yapılan harcamalar kategorisinde değerlendirir ve mükafat va’d eder. Va’dini de herhangi bir kayıtla sınırlamaz, hazinelerinin dolu ve sonsuz olduğuna dikkat çeker. Allah Resûlünün hayatı bunun eşsiz örnekleriyle doludur.
Bu olayda da görüldüğü üzere Allah Resûlü Hz. Bilal’i infaka teşvik eder. Arşın sahibi, mülkün ve rızkın hakiki sahibi Rezzak zü’l-celâlin cömert ve ikram sahibi olduğunu hatırlatır. O’nun adıyla ve rızası istikametinde verilen hiçbir şeyin eksilmeyeceğini müjdeler.
Kur’an’ın da haber verdiği gibi Allah yolunda ne infak edilirse karşılığı verileceğinden azalmasından korkmadan bilakis artacağına inanarak vermek asıldır. Yoksa korku ve endişeler insanı cimrileştirir ve infak salih amelinden geri bırakır.
Bunun yanında bu konudaki nasların bütününe bakarak karar veren alimler, planlama yaparak infak da bulunmanın buna zıt olmadığını hatta daha güzel ve makbul olduğunu da belirtir. Zira bu ifadeleriyle Allah Resûlünün asıl vurguladığı husus korkmadan vermektir. Bu ifadeyi planlama yapmayın anlamında anlamak ve yorumlamak eksik ve yanlış olur.
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Bakara, 2/177
- Müslim, Birr 43/144 (2626)
- Buhârî, Edebu’l-Müfred (901); Ebû Dâvud, Libas 26 (4084)
- Buhârî, Edeb 30 (6017); Müslim, Zekât 30/90 (1030)
- Maide, 5/2
- Hûd, 11/113
- Nisa, 4/36, 37
- Nahl, 16/90
- Müslim, Zekât 14/41 (997)
- Buhârî, Zekât 44 (1461); Müslim, Zekât 15/42, 43 (998)
- Nesâî, Zekât 51 (2532)
- Haşir, 59/9
- İnsan, 76/8
- İnsan, 76/9
- Bakara, 2/268
- Bakara, 2/268
- Beyhâkî, Şuabu’l-İman, II/172; Bezzâr, (9893); Ebû Ya’la, (6040); Heysemî, Zevaid, III/129