Fitne yuvası Hayber

386

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hudeybiye’den döneli yirmi gün olmuştu; bu anlaşmayla Mekke’den gelebilecek tehlikeler bir nebze kontrol altına alınmış, büyük bir endişe bertaraf edilmişti. Zira Hudeybiye ile birlikte, Mekke müşrikleriyle Hayber Yahudilerinin birbirlerini destekleyerek Medine’ye saldırma konusunda yapmış oldukları ittifak askıya alınmış oluyordu. Ancak yine de Benî Kurayza, Benî Kaynukâ ve Benî Nadr yurtlarından sürgün edilerek Hayber’e yerleşen ve burada sürekli tehlike oluşturan Yahudilerin ne zaman ne türlü bir tepki vereceklerini kestirmenin imkânı yoktu.

Özellikle Sellâm İbn Ebî Hukayk, Kinâne İbn Rabî’ ve Huyeyy İbn Ahtab gibi önde gelenler buraya gelip yerleşmiş, Hayber’deki yandaşlarından destek bularak intikam alacaklarının tehditlerini savurup durmaya başlamışlardı. Zaten etraftaki kabileleri de kışkırtarak Mekke ordusunun Hendek önlerine kadar gelmesinde, önemli rol oynamışlardı. Mekke’ye kadar gelip de müşrikleri Efendimiz ve mü’minlere karşı kışkırtan heyetten on dokuz kişi Hayber’in ileri gelenleriydi; etraftaki kabilelere de gitmişler, Medine’ye saldırma karşılığında onlara Hayber’in ürünlerinden yüklü miktarda vermeyi vadetmişlerdi! İntikam duygusuyla hareket ediyor ve fırsat kolluyorlardı. Bilhassa ümit bağladıkları Hendek’ten de eli boş dönüldüğünü gördüklerinde çok telaşlanmışlar ve yaptıklarının karşılığı olarak kendilerinden hesap sorulacağını tahmin edip önce davranmak istemişlerdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashâbı üzerlerine gelmeden acele davranmayı ve Teyma, Fedek ve Vâdi’l-Kurâ Yahudilerini de yanlarına alarak Medine’ye ani baskın yapmayı planlamışlardı.

Bilhassa Ebû Râfi’den sonra başlarına geçen Üseyr İbn Zarim, gözünü budaktan sakınmayan ve intikam yeminleri ederek cemaatini kışkırtan bir tavır sergiliyordu. Gatafanlılarla da görüşmüş ve Medine’ye saldırma konusunda onları da ikna etmeyi başarmıştı. Onun bu gayretleri, cemaati tarafından da takdir görüyor, yandaşlarının intikamını alacak bir lider olarak onu destekleyip alkışlıyorlardı. Kısaca Hayber, fitnenin odağı hâline gelmiş ve her an patlamaya hazır bir çıban başı olarak çözüm bekliyordu!

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bütün bu olup bitenleri yakından takip ediyordu. Gelişmelerden emin olmak için bir de ashâbından üç kişiyi görevlendirip durumlarını rapor etmeleri için Hayber’e göndermeyi denedi; sonuç, duyduklarını teyit eder mahiyetteydi. Onlar arasından Medine’ye kadar gelen Hârice İbn Huseyl gibilerin nabzı da aynı istikamette atıyordu. Sanki Hudeybiye dönüşünde inen âyetlerle vadedilen bolluk ve fetih öncesinde elde edilecek ganimetin1 ne olacağı belli olmaya başlamış gibiydi.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbına ilan ederek hazırlık yapılmasını emretti; ancak hiç kimsenin, Hayber’in dünya nimetleri açısından bolluğu gerekçesiyle hareket etmemesi gerektiğini ifade ediyor ve bu niyetle yola çıkanlara da ganimet verilmeyeceğini açıkça söylüyordu.

Efendimiz’in Hayber üzerine yürüme niyetini sezen ve aralarındaki anlaşma sebebiyle birlikte yaşamaya devam eden Medine Yahudilerinde büyük bir telaş baş göstermiş ve mü’minleri zor durumda bırakabilmek için vadesi gelmemiş borçlarını bile tahsil etme yarışına girişmişlerdi; hatta Abdullah İbn Ebî Hadred gibi insanlar, Hayber öncesinde borçlarını ödeyebilmek için üzerlerindeki elbiseleri bile satmak zorunda kalmış, savaşa da emanet bir elbiseyle çıkmışlardı! Elinde yola çıkmak için hiç imkânı olmayan Ebû Abs İbn Cebr’e de, bizzat Allah Resûlü yardım etmişti.

Hayber’in fethini mümkün görmeyen Medine’deki Yahudiler, orada bulunan kaleleri, bol akarsuları, meyvelerindeki çeşitliliği ve savaşçılarının cesaretini anlatıyor ve mü’minleri moral açısından zayıf düşürmeye çalışıyorlardı.

Her şeye rağmen bir gün Allah Resûlü ve iki yüzü atlı, bin altı yüz kişilik ashâb Medine’den hareket etti; hedefte, çıban başı Hayber vardı! Resûlullah, yerine Sibâ’ İbn Urfuta’yı tayin etmişti.2

Bu yolculuk sırasında Allah Resûlü’yle birlikte on tane de Medineli Yahudi bulunuyordu. Yaraları sarmak, ip eğirmek, yemek yapıp su taşımak ve gerektiğinde de savaşta Müslümanlara yardımcı olmak için yirmi kadar da hanım sahabi vardı.

Yola çıkmadan önce Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), savaş hazırlığı yapamamış olanlarla binekleri huysuz olup da yolda kendilerine problem çıkaracak olanların gelmemeleri talimatını verdi. Bu kararı insanlara, Bilâl-i Habeşî ilan ediyordu! Hatta bu sırada birisinin atı, gecenin karanlığında serkeşlik yapmış ve atın sahibi de attan düşerek ayağını kırmıştı; kan kaybediyordu ve çok geçmeden de oracıkta ölüverdi! Durumdan haberdar olunca Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Bilâl-i Habeşî’ye döndü ve:

– Ey Bilâl, diye seslendi. “Sen halka, ‘Bineği uysal olmayanlar da savaşa gelmesinler.’ diye bildirmedin mi?”

– Evet; bildirdim, diye cevap verdi Hz. Bilâl. Zira o, vazifesini yapmış ama attan düşen şahıs bunu dinlememişti. Belli ki Allah Resûlü, cemaati arasında disiplini sağlamak istiyordu. Söz konusu kişinin cenaze namazını da kıldırmayacak ve Hz. Bilâl’e dönerek üç kez:

– Söz dinlemeyen kimseye Cennet helal olmaz, buyuracaktı.

Ukkâşe İbn Mihsan ve Abbâd İbn Bişr, farklı kollardan öncü kuvvet olarak gönderilmiş, yolculuk esnasında ücretle, Huseyl İbn Hârice3 ve Abdullah İbn Nuaym adında iki tane de kılavuz tutulmuştu. Yolda ilerlerken Efendimiz, her yol ayırımında karşılarına gelen mekânın ismini soruyor ve aldığı cevaba göre tefe’ül edip onlardan birisini tercih ediyordu. Genellikle geceleri yol alıyorlardı. Resûlullah, ashâbının, yüksek sesle tekbir getirmesini istemiyordu; onlara:

– Sizin dua ettiğiniz Allah (celle celâluhû), ne sağırdır ne de gâibdir; şüphesiz ki sizler, en çok işiten ve en yakın olan Allah’a dua ediyorsunuz, diyor ve sessiz yol almalarını talep ediyordu. Belli ki Hayber’e, Hayberlilerin hiç beklemedikleri bir anda ulaşmak ve onları da hazırlıksız yakalamak istiyordu. Dudaklarından şu dua sıklıkla duyulur olmuştu:

– Allah’ım! Geçmişe tasalanıp gelecek kaygısıyla endişe duymaktan, güçsüzlükten, gevşeklikten, pintilikten, korkaklıktan, bel büken borç ile zalim ve haksız kimselerin tasallutundan Sana sığınırım!

Abbâd İbn Bişr, çoban kılığında Hayber Yahudileri adına casusluk yapan bir adamla karşılaşmış ve yakalayıp onunla konuşmak istemişti; önce adam, Yahudilerin bu savaş için ne kadar hazırlık yaptıklarını ve hiçbir gücün onları yenemeyeceğini söylemeye çalışmış; ancak Hz. Abbâd’ın sıkıştırması neticesinde doğruyu söylemek zorunda kalmıştı; gerçekten de Gatafanlılar, dört bin kadar askerle destek için Hayber’e kadar gelmiş ve çoktan savaş hazırlıklarına başlamışlardı! Casus, Efendimiz’in huzurunda da bildiklerini anlatınca, yanlarında bulunan Hz. Ömer adamın başını vurmak istemiş; ancak Hz. Abbâd’ın emânı sebebiyle Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) buna müsaade etmemişti.4

Bu arada münafıkların reisi yine iş başındaydı; Allah Resûlü ve ashâbının Hayber’e doğru hareket ettiklerinin haberini ulaştırma gayreti içine girmiş, kendince Yahudileri tedbir almaya yönlendirmişti.

Yolculuk devam ederken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hayber kalelerinden Şıkk ile Natat arasındaki bir bölgeye gelince konaklama emri verdi; çalılık bir yerdi ve buna rağmen burada durup namaz kılacaklardı!

Yeniden hareket edip ve Hayber’i karşıdan gören bir yere geldiklerinde ashâbına:

– Durun, diye nida etmişti. Emre itaatte zirve insanların hepsi de oldukları yerde durmuş, Resûlullah’ın ne yapacağını merakla beklemeye koyulmuşlardı. Belli ki yine, olanca ciddiyet ve vakarla Rabb-i Rahîmine yönelecek ve her zaman olduğu gibi hâlini yine O’na arz edecekti. Ellerini kaldırdı ve şöyle dua etmeye başladı:

– Allah’ım! Ey yedi kat sema ve onun gölgelediği her şeyin; yerlerin ve onların yüklenip de taşıdıklarının da Rabbi! Ey şeytanların ve onların idlâl ettiklerinin; rüzgarlarla onların savurup durduklarının da Rabbi! Bizler Senden, bu beldenin ve bu belde insanlarının hayır ve iyiliğini talep ediyor; buradan ve burada bulunanlardan gelebilecek şerlerden de Sana sığınıyoruz!

Her şeye rağmen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), odak hâline gelip de iman aleyhine kumpas kuranlar hakkında bile hayır adına dua ediyor, böylesine kritik bir noktada bile içtenlikle Rabbine teveccüh edip onların iyiliğini talep ediyordu; duasını bitirince, yine ashâbına dönecek ve:

– Haydi! Şimdi Allah’ın adıyla yürüyün, buyuracaktı.

Hayber’in önüne gelindiğinde gecenin yarısıydı ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bir mekan tercihinde bulunarak orada karargâhını kurdu ve ertesi günün hazırlıkları yapılmaya başlandı. Gece olduğu için Allah Resûlü, teheccüd namazını da burada kılmış, şafağın aydınlığıyla birlikte sabah namazına durmuştu; ashâbı da O’nun arkasındaydı! Yine eller duaya durmuş, Yüce Mevlâ’dan nusret talebinde bulunuluyordu!

Bir aralık yanına Hubâb İbn Münzir yaklaştı; belli ki, en doğru olanı yakalama konusundaki duyarlılığıyla arkadakilere örnek olacak bir adım atıyordu:

– Yâ Resûlallah, dedi. “Karargâh kıldığın bu yer şâyet Sana Allah’ın bir emri ise buna diyecek bir şeyimiz olamaz; ancak bu, harp gereği olarak bir tercih ise biz de düşündüklerimizi söyleyelim!”

Sonrakilere de örnek olacak bu çıkış karşısında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Hayır, bu şahsî bir tercihten ibarettir, buyurdu.

Bu sözler, Hz. Hubâb’ın önünü açmaya matuftu ve bunun üzerine İbn Münzir şunları söyledi:

– Öyleyse yâ Resûlallah! Burası onların kalelerine çok yakın bir yerdir ve onların hepsi de Natat kalesinde mevzilenmiş durumdalar. Aynı zamanda onlar, ok atmada mahir insanlardır ve attıkları oklar da, yukarıdan aşağıya doğru daha hızlı ilerleyip bize ulaşır; bu durumda bizler, onlara ok atmakta oldukça zorlanırız! Hiç değilse şu kara taşlık ve kayalık yeri arkamıza alalım da Yahudilerin atacakları oklar bize kadar ulaşmasın!

Resûlullah’ın da bir bildiği vardı ve önce:

– İşin doğrusu da, senin işaret ettiğin gibidir, dedi. Ardından da şöyle devam etti:

– Ancak bugün yine de biz burada mevzilenelim; yerimizi inşâallah akşam değiştiririz. Bu arada yanına Muhammed İbn Mesle­me’yi çağırmış, karargâh kurmak için daha elverişli bir mekân bulması için ona talimat veriyordu.

Şimdi sıra, namazla birlikte yapılan duayı fiile dökme zamanıydı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ordusunu savaş düzenine sokmuş Hayber kalelerinin önünde bekliyordu! Bineğinin üzerinde durmuş:

– Allahü ekber; harap oldu Hayber! Bizler, düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, kendilerine elçiler gelerek önceden uyarılmış olan o kâfirlerin hâli yaman olur, diyordu.5 Parola yine, ‘Yâ Mansûr! Emit’ şeklindeydi.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Bkz. Fetih, 48/20, 21
  2. Bu sahabînin Nümeyle İbn Abdullah el-Leysî olduğu da rivâyet edilmektedir. Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4/207, Sîre, 3/345
  3. İş neticeye varıp da anlaştıkları ücreti alınca, Huseyl Müslüman olduğunu ilan edecek ve Allah Resûlü’nün ashâbı arasındaki yerini alacaktı. Bkz. İbn Esir, Üsüdü’l-Ğâbe, 1/258, 263
  4. Yine de Allah Resûlü (s.a.s.), tedbir olarak iş neticeleneceği ana kadar adamın bağlı tutulması gerektiğini söylüyordu. Zaten sonunda adam da Müslüman olacaktı. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/641
  5. Allah Resûlü’nün bunu üç kez tekrarladığı ifade edilmektedir. Bkz. Müslim, Sahîh, 2/1044 (1365); 3/1426 (1365); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/101 (12011); Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, 3/335 (5576)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.