Efendimiz’in Hastalığı

167

Bir çarşamba günüydü. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Üsâme’ye sancağı verdiği günden bir gün sonra hastalanmıştı; yüksek ateşe maruz kalmış şiddetli baş ağrısı çekiyordu! Ancak O’nun bu hastalığı, ihtimamla hazırladığı bu ordunun teşekkülüne engel olmuyordu. Aksine, her şeye rağmen bu ordunun hedefine ulaşmasını arzuluyor ve ashâbını da bu istikamette teşvik ediyordu.

Hz. Üsâme’nin kumandanlık yapacağı bu ordunun içinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi çok önemli isimler vardı! Demek ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbını gençleştirmek istiyor ve misyonunu, gençliğin üzerine bina etmeyi arzuluyordu! Aynı zamanda bu, eskiye ait bazı telakkilerin ortadan kaldırılması anlamına da geliyordu; zira Hz. Üsâme, azatlı bir kölenin oğluydu ve Araplar, bir köleyi asla başlarında kumandan olarak görmek istemezlerdi! İşte Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri, cehalete ait ne kadar ‘put’ varsa teker teker hedeflemiş, onları toplumun içinden söküp atıyordu! Ancak, ilk etapta herkesin anlayabileceği bir husus değildi bu ve Üsâme’nin yaşının küçüklüğü ile söz konusu olan devletin, o gün için iki süper güçten birincisi olduğunu düşünerek bazı insanlar, Hz. Üsâme’nin komutanlığı konusunda farklı düşünceler üretmeye başlamışlardı. Bilhassa Ayyâş İbn Ebî Rebîa gibi kimseler:

– İlk muhâcirler bir kenarda dururken şu genç onlara kumandan tayin ediliyor, demiş ve böyle bir tavzifi garipsediklerini ifade etmeye başlamışlardı. Cumartesi günüydü; durumu haber alan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), başına sarığını sararak minbere çıkacak ve ashâbına:

– Ey insanlar, diye seslenecekti. “Vallahi de siz, Üsâme’nin kumandanlığına itiraz edip karşı çıktığınız gibi onun babası konusunda da aynı tavrı sergilemiş, onun kumandanlığı konusunda da ileri geri beyanlarda bulunmuştunuz! Allah hakkı için o, imaret vazifesini yerine getirmeye en layık kişidir. Şu da bir gerçek ki, onun babası, benim için insanların en sevimlisiydi; ondan sonra da Üsâme, bana en sevgili olandır!”

Bu arada Hz. Üsâme ile birlikte savaşa gidecek olan ashâbın ileri gelenleri huzura gelip Allah Resûlü’yle vedalaşıyorlardı. Aslında bu, O’nun da ashâbıyla vedalaşması anlamına geliyordu. Bu sırada Resûlullah’ın hastalığı gittikçe ağırlaşıyordu; ancak O (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Üsâme ordusunu sakın geri bırakmayın ve onu gönderme işini yerine getirin, diyerek ashâbına tembihte bulunuyordu. Bunun üzerine ashâb, Cürüf’e akın etmiş ve pazar gecesini orada geçirmişlerdi.

Pazar günü yeniden Allah Resûlü’nün yanına gelen Hz. Üsâme, gözyaşlarına hâkim olamamıştı; zira Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ateşler içinde yanıyor, ağrılarını dindirmek için ağzına ilaç damlatılıyordu! Vedalaşmak için gelmişti ama gönlü, O’nu bu hâlde bırakıp da gitmeye bir türlü razı olmuyordu! Eğilip Allah Resûlü’nü öptü. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşamıyordu; ellerini bir müddet semaya doğru kaldırmış ve ardından da Üsâme’nin üzerine indirmişti; belli ki genç kumandanına dua ediyordu!

Hz. Üsâme, o gün Cürüf’e geri dönmüştü ama yüreği Allah Re­sûlü’nün yanında kalmıştı; onun için ertesi gün yine huzura gelecekti. Bir pazartesi günüydü; Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerindeki sıkıntılı hâl geçmiş gibiydi ve Hz. Üsâme, Allah Resûlü’nün emrini yerine getirmek üzere ordusunun başına geri dönecekti!

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.