Efendimiz (sas) ve Gençlerin Yalnızlık Problemi
Dünden bugüne gençlerin karşısına çıkan ilk ve en önemli problemlerden birisi de yalnızlıktır. Çocukluktan gençliğe geçiş, büyüdükçe azalan aile ilgisi, sevgi, şefkat, iltifat ve takdir eksikliği, aile içi geçimsizlik ve sağlıklı iletişimden yoksunluk, aşağılanma, sürekli öfkeyle karşılık bulma, topluma hâkim olan karamsar hava, mahalle baskısı, içe hapsedilen soru ve sorunlar, yaşanılan yerin sunduğu gelecek olanakları, kuşaklar arasındaki kopukluk ve ortak bir dile sahip olamama, yabancı ülkelerde yaşanıyorsa içine düşülen kültür ve medeniyet ikilemi, akranları ile arasındaki farklılıklar ve onlar arasında saygın bir yer edinememe, göç vb. sebeplerle yaşanılan çevre kaybı ve yeni muhite alışamama, duygusallık, hayatla alakalı derin ve güçlü manevi bağlara sahip olamama, ruhî, zihnî, hissî ve kalbî tatminsizlik, kötü arkadaşlar, popüler kültürün propagandaları gibi sebepler, gençleri, daha hayatın başında özellikle ergenlik döneminin de hassasiyetiyle iç içe birbirinden farklı, biri diğerini besleyen yalnızlık duyguları ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Karşılarında samimi, anlayışlı, şefkatli, kucaklayıcı, cevap ve çözüm üretici bir çevre ya da muhatap/lar bulamayınca bu yalnızlık problemi zamanla büyümekte ve onları, ayrı ayrı sorunların içine çekmektedir. Bu çerçevede Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) muhatap olduğu gençler de Cahiliye döneminde neşet etmişlerdi ki daha önce toplumun içinde bulunduğu şartlara dikkat çekilmişti. Şartları, hastalıkları atlatıp hayata tutunan gençleri, ırkçılık, kölelik, kan davaları, hastalıklar, iç savaşlar, fakirlik, husumet ve huşunet, zararlı alışkanlıklar, şirk, şiddet ve şehvet bekliyordu. Ya bunların kurbanı olacaklar ya da birilerini bunlara kurban edeceklerdi. Çıkış yolu bulamayan gençler, kendilerini yalnızlığa itiyor, çöllerde av peşinde koşuyor, diyar diyar gezip makul bir inanç ve düşünce sistemi arıyor veya diğer problemlerde olduğu gibi düzene ve sisteme ayak uyduruyor; kendilerini içkiye, oyun ve eğlenceye salıyor, hevanın tuzağına, şehvetin ve şiddetin ağına düşüyordu.
Hira’da kendisine peygamberlik görevi verilen ve başta insanlık olmak üzere tüm alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü, gençleri yalnızlığa itecek problemler karşısında çok duyarlı hareket ediyordu. Karşılarına onların bütün boşluklarını dolduracak hayat anlayışı ve hareket felsefesi, hak ve hakikatler, hal ve ahlak, mantık ve muhakeme ve bir de ihlaslı ve dengeli hislerle çıkıyordu. Anlayarak, dinleyerek, kolaylaştırarak ve sevdirerek şefkatle yaklaşıyor, onlarla yakından ilgileniyor, hep kucaklayıcı, müsamahalı ve çözüm üretici şekilde hareket ediyordu.
Böylece onları hem içine düştükleri yalnızlık girdaplarından kurtarıyor ve hem de ruhî, kalbî ve aklî arayışlar, göç, yetimlik, işsizlik, evlilik, hastalık ve ölüm gibi zor durumlarda ve zamanlarda yakınlığını duyurarak yeni oluşabilecek yalnızlık hislerinin önüne geçiyordu. Öyle ki onlar için en büyük yalnızlık, bir müddet sonra O’ndan ayrılık ve uzaklık olmaya başlıyordu.
Şiddet ve Dışlanmadan Kaynaklı Yalnızlık
Problemler yumağı bir kültürün içerisinde neşet eden ve O’nun davetinde huzur bulan gençler, İslam’a evet demekle bir anda o güne kadar sahip oldukları her şeyi yitiriyordu. Aileleri, akrabaları ve toplum tarafından dışlanıyor; eski dost ve arkadaşları tarafından düşman ilan ediliyorlardı. Hatta şiddete maruz bırakılıyor, hor ve hakir görülüyorlardı. Hür, köle, fakir, zengin, kadın, erkek… fark etmeksizin neredeyse hepsi aynı süreci yaşıyordu. Öyle ki Mekkelilerin bu baskılarından bunalan Hz. Abdurrahman İbn-i Avf, “Yâ Resûlallah! Müşrik olduğumuz günlerde biz, izzet ve onur sahibi kimselerdik; iman edince hor ve hakir görülen insanlar olduk!” diyerek kendilerine yapılanlara karşılık verme teklifinde bulunuyordu.1
Allah Resûlü, genç ashâbını anlıyor, sahip çıkıyor, yakından ilgileniyor ve onların maruz kaldıkları şiddet ve tecrid karşısında yalnızlık duygusu kapılmalarına asla müsaade etmiyordu. Bir şekilde onlarla buluşuyor; sabır ve dua ile Allah’a yönelmelerini, iman ve kulluk bağına tutunmalarını tavsiye ediyordu.
Birbirlerinin maddi manevi sıkıntılarını çözmeleri ve birbirlerine destek olmaları için aralarında güçlü kardeşlik bağları kuruyor ve bazılarını, bazılarına zimmetliyordu.2 Onları duygu ve düşünce, moral ve motivasyon olarak besliyordu.3
İşkence gördükleri yerlere uğruyor; dişlerini sıkıp dayanmalarını söylüyor, dua ediyor, geleceğe ait güzelliklerle ya da ahirete ait mükafatlarla müjdeliyordu. Kimseyi ortada bırakmıyor; sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyordu.4 Sorunların daha da artmaması için dikkatli ve dengeli hareket etmelerini sıkı sıkı tembihliyor ve çok bunalmışlarsa huzur ve emniyet bulacakları diyarlara hicreti adres gösteriyordu.5
Göçten Kaynaklı Yalnızlık
Mekke’den Medine’ye hicret edenlerin büyük çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Onlar, en temel hak ve hürriyetlerini huzur ve emniyet içerisinde yaşamak için doğup büyüdükleri yurt ve yuvalarını arkada bırakmış ve çok farklı kimliklerin bulunduğu bir diyara göç etmişlerdi. Bekarların ekseriyeti de ergenlik döneminin başındaydı. Bir de buna alışageldikleri kültür ve iklim şartlarından ayrılık, yeterli maddi imkân bulamama, korku vb. sebepler de eklenince kendilerini yalnızlık duygusuna kaptırabilirlerdi. Hiç olmazsa evli olanların, aileleriyle teselli olma imkânı vardı. Fakat Allah Resûlü, çok hassastı; her türlü ihtimali hesaba katıyor ve ashâbını yakından takip ediyordu. Kimsenin kendisini, kimsesiz, garip ve yalnız hissetmesine asla fırsat vermiyor; onları, şefkat ve merhamet içerikli projelerle kucaklıyordu.
Kuba’ya ulaşır ulaşmaz ashabıyla aynı çatı altında buluşmasını ve onları birbirine kaynaştırmasını sağlayacak mescit inşasını başlatmış ve gençlerle ilgilenme adına “Beytu’l-Uzzâb’ı” açmıştı. “Bekarlar Evi” denilen bu mekânda onlarla bir araya geliyor, sohbet ediyor, sorularını cevaplıyor ve kendileriyle vakit geçirip göçten kaynaklı duygusal boşluk yaşamalarına izin vermiyordu. Kuba’dan Medine’ye geldikten bir müddet sonra aileli muhacirleri, muahat/kardeşlik uygulamasıyla Ensar’ın evlerine yerleştirmişti. Bekar gençleri ise Mescid-i Nebevî’nin bir bölümünü yurt ve eğitim merkezi/suffe olarak ayırıp en yakınına almıştı.
Gece gündüz burada onlarla yakından ilgileniyor, ders halkaları oluşturuyor, oturup sohbet ediyor, maddi manevi her türlü ihtiyaçlarını bizzat takip ediyor6 ve zamanla yetiştirip misyon yüklüyordu. Kimseyi ortada, dertleriyle baş başa bırakmıyor, önemsiyor ve yakınlığını duyuruyordu. Çok büyük yıkımlara sebebiyet verecek süreçleri, gençler, O’nun bu yakın ve samimi ilgisi neticesinde hasarsız atlatıyor; ilim ve amel sahibi kâmil birer insan olarak hem yeni teşekkül eden İslam toplumunun hem de medeniyetinin inşasına aktif katkıda bulunuyorlardı.
Kimlikten Kaynaklı Yalnızlık
Cahiliye Arapları arasında kabilecilik, ırkçılık ve kölelik çok yaygındı. Toplumda adı konulmamış bir kast sistemi vardı. Güçlü, zayıfı eziyor, hakkına hukukuna çöküyordu. Kadınlar, hor ve hakir görülüyor; problemlerini çözecek bir merci bulamıyorlardı. Farklı kimlikler, aristokratların, ahlak, hak hukuk ve insanlık dışı muameleleri karşısında yalnızlık ve ıstırap yudumluyordu. Vahyin rehberliğinde ortaya koyduğu insan, hayat, hareket, ahlak, hak ve hukuk anlayışıyla bu haksızlıklara dur diyen; muamele ve münasebetlerinde adaleti, eşitliği ve kardeşliği esas alan Allah Resûlü, bütün kimliklere açılıyor ve herkese ulaşmaya çalışıyordu.7 Hor ve hakir görülen kesimlerden gönlüne girdiği kimseleri, en yakınında tutuyor, bir insan olarak hak ettiği her türlü değeri ve görevi kendisine veriyordu.
Zeyd İbn-i Harise, Habbab İbn-i Eret, Üsame İbn-i Zeyd, Bilali Habeşi, Selman-ı Farisi, Süheybi Rumi, Ümmü Eymen ve daha niceleri O’nun bu duruşu ve bakışı sayesinde inananlara baş tacı olmuştu. Çoğu kimse fark etmese de O, toplumundaki herkesi yakından takip ediyordu: Mescidi süpüren Ümmü Mihcen isimli siyahî bir kadın vardı. Vefat etmiş ve sahabe, O’na haber vermeden defnetmişti. Allah Resûlü, kendisini mescitte göremeyince halini sormuş; öldüğü ve defnedildiği söylenmişti. Bunun üzerine O, önce “Bana haber vermeli değil miydiniz?” diye serzenişte bulunmuş ardından da kabrini göstermelerini istemiş; gidip cenaze namazını kılmış ve dua etmişti.8
Yakınlarını Kaybetmeden Kaynaklı Yalnızlık
Hedefe giden yolda her şeyi meşru gören; bundan dolayı başkalarının en temel hak ve hürriyetlerini çiğnemekten çekinmeyen, farklı duygu ve düşüncelere cebirle yaklaşan niceleri gibi Mekkeli müşrikler de Allah Resûlü’nün daveti karşısında şiddete başvurmuşlardı. Hür iradeleriyle iman eden insanları İslam’dan döndürmek için her türlü zulme el atmış hatta insanları işkence altında şehit etmişlerdi; Hz. Yasir ile hanımı Hz. Sümeyye gibi. Hicretten sonra ise ordularla Müslümanların üzerine yürümüş; kendilerini savunmak zorunda kalan müminler, cephede şehitler vermeye başlamıştı.
Allah Resûlü, gerek bu şekilde şehit düşen gerekse hastalık gibi sebeplerle vefat eden ashâbının arkada bıraktığı yetim çocukları, gençleri ve dul kadınları asla yalnız bırakmıyor; onların dert ve problemleriyle de yakından ilgileniyordu. Uhud’da babası Hz. Akrebe’yi kaybeden ve ağlayarak yanına gelen Beşîr’e “Ağlama, ben baban olsam, Aişe de annen olsa istemez misin?” demiş ve şefkatle başını okşamış9 ve daha nicelerini bağrına basmıştı. Gençlere, şehit düşen babalarının nail olduğu uhrevî güzellikleri haber vermiş ve onların acılarını hafifletmeye çalışmıştı.10 Eline geçen imkanı, problemlerini çözmeleri için ihtiyaç sahibi kadınlara dağıtmıştı.11
O, toplumda da aynı duyarlılığı oluşturmaya çalışıyor; insanları yetimlere ve dul kalmış kadınlara maddi manevi destek olmaya davet ediyor ve böyle yapanların nail olacağı uhrevî nimetlerden bahsediyordu.12 Hatta O, hayvanını kaybeden çocuklara bile taziyede bulunuyor ve onların acılarını paylaşıp kendilerini yalnız hissetmelerine izin vermiyordu…
Dünyevî Sıkıntılardan Kaynaklı Yalnızlık
Gençleri yalnızlığın ağına çeken bir sebep de hastalık, açlık/yokluk/fakirlik, cenaze, ağır borç, engellilik ve evlenmek için gerekli imkânı bulamama gibi dünyevî sıkıntılar karşısında maddi manevi kendilerine destek olacak ve dertlerini paylaşacak birilerinin olmamasıydı. Allah Resûlü, bu duygunun nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyordu: Mescid-i Nebevî’ye çıktığı bir gün davasına destek verdiği için hicret etmeye mecbur kalmış ve malını mülkünü arkada bıraktığı için fakir düşmüş muhacirleri Kur’ân okur ve dinler bir halde görünce onlarla bir halka oluşturup aralarına oturmuş ve şöyle buyurmuştu: “Ümmetimden, karşılaştığım sıkıntıları paylaşabileceğim kimseleri bana bahşettiği için Allah’a hamd olsun.”13
“Birinizin başına bir musibet geldiğinde bana anlatsın…”14 buyuran Allah Resûlü, insanların sıkıntıları hususunda çok hassas hareket ediyor; toplum içerisinde desteğe muhtaç kim varsa hemen yakınlığını hissettiriyordu. Sabah namazından sonra halka dönüyor ve “Var mı hastası olan ziyaret edelim! Var mı cenazesi olan teşyi edelim!” buyuruyordu. Mümin, münafık, müşrik, Ehl-i Kitap ve bedevî ayrımı yapmaksızın hastaları evinde ziyaret ediyordu.
İslam toplumunda kimsenin kendisini yalnız hissetmemesi adına hasta ziyaretinin, cenazeye katılmanın müminin mümin üzerindeki hakkı olduğunu haber veriyor; bunlara teşvik ediyor hatta ara sıra “Bugün hanginiz bir hastayı ziyaret etti? Hanginiz bir cenazeyi teşyi etti?” şeklinde kontrolde de bulunuyordu.15 Müslümanları, cenazesi olan kimselere, misafirlerle ilgilenme noktasında yardımcı olmaya davet ediyordu.16
“Açları doyurunuz!”17 buyuruyor; yokluğun insanları yalnızlığa götürmesine mani oluyordu. Hissesine düşen fey gelirlerinin bir kısmını, bekar gençlerin evlenmesine yardımcı olmak için harcıyordu. Etrafındaki gençleri yakından takip ediyor ve evliliğe teşvik ediyordu. Mehre, düğüne/velime yemeği vermeye ve ev kurmaya imkânı yoksa ashâbı seferber ediyor ve onları yuva sahibi yapıyordu. Önceki birtakım hal ve hareketlerinden dolayı dışlanan ve kimsenin kendisine kız vermek istemediği gençler için devreye giriyor ve onları, bizzat evlendiriyordu.18
Ağır borç altında olan ashâbını rahatlatmak için tüm imkanlarını seferber ediyor; bazen onlarla birlikte çalışıyor ve alacaklı ile konuşup borçluya yardımcı olmasını istiyordu. Meselâ odasının penceresinden Ka’b İbn-i Mâlik’in alacağı için fakir sahabî Abdullah İbn-i Ebî Hadred’in yakasına yapıştığını görünce eliyle işaret etmiş ve ondan borcunun yarısını hibe etmesini rica etmişti.19 Hal böyle olunca kim ne sıkıntı yaşarsa yaşasın yalnız olmadığını, Allah Resûlü’nün destek olacağını biliyor ve kendisini boşluğa itecek duygu ve düşüncelere kapılmıyordu.20
Soru ve Sorunlardan Kaynaklı Yalnızlık
Kafalarına takılan sorular ve yaşadıkları sorunlar karşısında müşfik ve duyarlı muhatap/lar bulamamaları, gençleri yalnızlığa iten en önemli nedenlerden birisidir. Soru ve sorunlarını dile getirdiklerinde maruz kalacakları öfke, şiddet, hakaret, küçümsenme, dışlanma vs. gibi sebepler, gençleri kendi iç dünyalarına hapsetmektedir. Bu da zamanla onları, zararlı arkadaşlıklara, alışkanlıklara, toplumdan izole bir hayata, sapkın akımlara hatta intihara kadar sürüklemektedir. Hal ve hareketlerinde, muamele ve münasebetlerinde sevgi, merhamet ve şefkati zirvede temsil eden Allah Resûlü, muhataplarına rahatlık, güven ve huzur aşılıyor; âdeta hal diliyle “Bana, soru ve sorunlarınızı rahatlıkla ifade edebilirsiniz!” diyordu.
Onlar da bundan cesaret alıyor; kendileri için problem haline gelmiş arzu ve istekleri, soru ve sorunları gelip kendisine hiçbir endişeye kapılmadan gönül huzuru içerisinde ifade ediyorlardı. İçerik ne kadar rahatsız edici olsa da O, gençleri sabırla dinliyor, kızmıyor, azarlamıyor, ayıplamıyor tam aksine müşfik bir şekilde aklına, mantığına ve hislerine hitap ederek onları ikna edip rahatlatıyordu. Hadis kaynaklarında bu hususun yüzlerce örneği olmakla beraber sadece zina etmek isteyen gencin hadisesini hatırlamak bile yeterli olacaktır.21
Sevilmediğini Düşünmekten Kaynaklı Yalnızlık
Hiç şüphesiz insanları yalnızlığın içine çeken bir sebep de kimse tarafından samimi sevilmediğini düşünmektir. Bu konuda da çok hassas hareket eden Allah Resûlü, yeri geldikçe insanlara, onları Allah için çok sevdiğini haber veriyordu. Mesela Hz. Muaz’a, “Ey Muaz! Seni Allah için seviyorum.”22 buyurmuştu.
Bir gün yanında oturan birisi, yanlarından geçen bir başkasıyla alakalı “Yâ Resûlallah! Ben, bu şahsı seviyorum.” demişti. Bunun üzerine O, “Bunu ona haber verdin mi?” diye sormuş ve “Hayır!” cevabını alınca “Git söyle!” buyurmuştu. Sahabî hemen yerinden kalkmış ve ilgili şahsı yakalayıp “Seni Allah için çok seviyorum!” demişti. O da “Kendisi adına beni sevdiğin Zât da seni sevsin!” karşılığını vermişti.23 Böylece yalnızlığın iksiri, sevgiyi ve sevgiyi ifade etmeyi, toplumda yaygınlaştırmaya çalışıyordu. Hatta bunu bütün müminlere emir ve tavsiye de ediyordu: “Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa, bu sevgisini gitsin ona haber versin.”24
Sonuç
Günümüz dünyasında çok yaygın bir hastalık olan yalnızlık, insanların duygu ve düşünceleri, hal ve hareketleri üzerinde çok ciddi tesir gücüne sahiptir. Ergenlik dönemi, hayatı yeni tanıma, soru ve sorunlarla nasıl mücadele edeceğini bilememe ve girişte ifade edilen sebeplerden dolayı gençler, yalnızlık duygusuna kapılabilir ve bu duygu da onları yanlış yerlere sürükleyebilir. Anne-baba, mahalle, arkadaş ve dost çevresi, eğitimciler, toplum ve yöneticiler, yalnızlık problemini ve yıkıcı tesirlerini dikkate almalı; gençlere karşı daha duyarlı, anlayışlı, dikkatli, kucaklayıcı ve müşfik davranmalıdır.
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, gençlerle çok yakından ilgilenmiş; tavır ve davranışlarında onları yalnızlığa itecek şeylere asla geçit vermemiştir. Örnek ahlakı, duyarlılığı ve onlara zaman ayırması neticesinde gençler, O’nda aradıkları sevgiyi, şefkati, huzuru, desteği, cevabı ve çözümü bulmuş ve rahatlamışlardır. Hal böyle olunca yalnızlık ve bu hissin/hastalığın sebebiyet verdiği sıkıntılar, O’nun döneminde neredeyse hiç yaşanmamıştır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir!” prensibi aslında O’nun hayata bakışının da bir özeti gibidir. Zira O, insanlar dertli iken dertsiz, huzursuz iken huzurlu ve hüzünlü iken mutlu yatmamış, yaşamamış ve maddi manevi herkese destek olmaya çalışmıştır.
Dipnot:
- Nesâî, Cihâd 1 (4279); Hâkim, Müstedrek 2/382 (2424); Beyhakî, Kübrâ 9/19 (17741)
- Bkz. Beyhakî, Delâil 2/216; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe 4/140; Heysemî, Keşfü’l-Estâr 3/169 (2493); Ahmed İbn-i Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe 1/285 (376); İsmâîl İbn-i Muhammed el-İsbehânî, Siyeru’s-Selefi’s-Sâlihîn 1/94
- Geniş bilgi için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-gencleri-yetistirdigi-egitim-yuvalari/
- Geniş bilgi ve örnekler için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-mazlum-ashabina-sahip-cikmasi/
- Geniş bilgi için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-kriz-yonetimi-temel-esaslar-mekke-donemi/
- Buhârî, Mevâkît 41
- Geniş bilgi ve örnekler için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/nebevi-bir-yol-genis-tabanli-hareket-2/
- Buhârî, Cenâiz 5, 55, 66; Müslim, Cenâiz 71
- Buhârî, et-Tarih’ul-Kebir, 2/78; İbn-i Hacer, İsâbet 150
- Örnek için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/zor-zamanlar-ve-uhudun-ilk-sehidi/
- Ebû Dâvud, Büyû 9
- Buhârî, Nefekât 1, Edeb 24; Müslim, Zühd 41, 42
- Ebû Dâvud, İlim 13
- Abdurrezzak, Musannef 3/564
- Bkz. Abdurrezzâk, Musannef 3/593
- Ebû Dâvud, Cenâiz 25; Tirmizî, Cenâiz 21
- Buhârî, Cihâd 121; Merdâ 4
- Geniş bilgi ve örnekler için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-yuva-kuracak-genclere-yardimi/
- Buhârî, Salât 71, 83
- Geniş bilgi ve örnekler için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/kimsesizlerin-kimsesi-efendimiz-sas/
- Detaylar için bkz. https://peygamberyolu.com/efendimizin-iffet-egitimi-ve-ensar-mantigi/
- Ebû Dâvud, Vitr 26; İbn-i Hibbân, Sahîh 2021
- Ebû Dâvud, Edeb 112, 113
- Ebû Dâvud, Edeb 112, 113; Tirmizî, Zühd 54, (2393)