Ebû Leheb’i Bile Duygulandıran Manzara

222

Ebû Tâlib ve Hatice validemizin vefatıyla birlikte Efendiler Efendisi derin bir hüzne dalmış, çoğu zamanlarını evinde yalnız geçirmeye başlamıştı. Yetimleriyle birlikte baş başa verip müşterek bir hüzün yudumluyordu. Annesiz kalmanın ne anlama geldiğini en iyi bilen de yine O idi. Onun için, kızlarına ayrı bir şefkat gösteriyor ve böylesine önemli bir zaman diliminde onlara daha çok vakit ayırıyordu.

Ebû Leheb olsa da Abduluzzâ, öz amca idi; kardeşinin yokluğunda Kureyş’in yeğeninin üzerine daha fazla gittiğini de zaten görüp duruyordu. Bu manzara, onun cehenneme yakıt olacak taş misal kalbini bile yumuşatmış ve yanına gelerek şu teklifte bulunmuştu:

– Yâ Muhammed! Dilediğin gibi rahat hareket et; Ebû Tâlib hayattayken neler yapıyor idiysen şimdi de aynısını yap! Lât’a yemin olsun ki, ben ölene kadar Sana kimse ilişemeyecek!

Gerçekten de bu, hiç beklenmedik sürpriz bir gelişmeydi, demek ki Allah dileyince, nice olmaz gibi görünenler oluyor, taş kesilmiş vicdanlar bile şefkatle harekete geçebiliyordu.

Derken bir gün, İbnü’l-Gaytala adında birisi, Efendimiz’e hakaret edip kötü sözler sarfetmiş; bunu duyan Ebû Leheb de, hemen gidip İbnü’l-Gaytala’nın haddini bildirmişti. O da şaşırmıştı; daha düne kadar kendileriyle birlikte yeğeninin ölümüne imza atan ve onları, bir hiç uğruna üç yıl sürgüne gönderen adam, karşısında duran Ebû Leheb değildi sanki!

Koşarak bir çırpıda Kureyş’in yanına geldi:

– Ey Kureyş topluluğu! Ebû Utbe de sâbi olmuş!

O gün için bu, en flaş haberdi. Ebû Leheb de gidip Muham­med’e iman etmişse, artık dünya kendilerine zindan demekti. Hemen yanına koştular ve durumu tetkik etmek istediler:

– Hayır! Ben, Abdulmuttalib’in dinini terk etmedim. Sadece ben, kardeşimin oğluna sahip çıkıyor ve O’nu korumaya çalışıyorum, diyordu. Gönüllerine su serpen cümlelerdi bunlar ve:

– İyi ediyorsun; hem böylelikle akraba olmanın gereğini yerine getirip ihsanda bulunuyorsun, diyerek oradan ayrıldılar.

Aradan birkaç gün daha geçmişti. Kureyş’in intikam sesleri bir nebze kesilmişti, kısmen de olsa Mekke’de bir rahatlama hissediyordu. Ancak bu, süreklilik arz etmeyecek sun’î bir rahatlamaydı. Çünkü Ebû Cehil ve Ukbe İbn Ebî Muayt bir araya gelmiş ve Ebû Leheb’i ziyaret ediyorlardı. Belli ki Ebû Cehil, yine Ebû Cehilliğini yapacak, Ukbe de Ukbeliğini gösterecekti. Küfür adına hava oluşturmada, insanlar üzerinde baskı kurup kararlarını etkilemede ve kamuoyunu istedikleri istikamete yönlendirmede üzerlerine diyecek yoktu. Ebû Leheb’e de yaklaşmış, şöyle diyorlardı:

– Senin kardeşinin oğlu, babanın nerede olduğunun haberini sana da verdi mi?

– Peki neredeymiş o, diye soruyordu.

– Babanın cehennemde olduğunu söylüyor, diye damarına basarak konuşuyor, böylelikle onun inat damarını tahrik etmeye çalışıyorlardı. Ve, ne yazık ki bu tahrik de tutacaktı.

Zira, Ebû Leheb’i can evinden vuran bir durumdu bu. Zaten, kendisi ve hanımı hakkında söylenilenlerden haberdar olmuştu; ama o her şeye rağmen (!) çığırından çıkan zulümler karşısında mağdur olan yeğenine sahip çıkma adına, bir nebze O’nun elinden tutmak istemişti. Babasına toz kondurmak istemezdi ve hemen gidip, yeğeniyle olan bütün alâkasını kesmeliydi. Koşarak geldi ve şunları söylemeye başladı:

– Vallahi de ben, Abdulmuttalib’in cehennemde olduğunu söylediğin sürece, ebedi olarak Sana düşman kalacağım!

Yolların yeniden ayrıldığını gösteren bir cümleydi bu. Zaten, Ebû Leheb gibi birinden de ancak bu beklenirdi. Bundan sonra yeniden Kureyş hiddetlenip köpürecek, Mekke’de yaşanan geçici bir nefes alma dönemi de artık, bir nostalji olarak kalacaktı.1


Dipnot:

  1. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 1/211. Efendimiz (s.a.s) o gün, amcası Ebû Leheb’e de benzeri sözlerini tekrar edecek ve bildiğinin arkasında duracaktı. Ancak daha sonra gelen ayet-i kerimelerde konu, farklı yönleriyle defalarca ele alınacak ve bütün bunların neticesinde, başta Allah Resûlü’nün anne ve babası olmak üzere, kendilerine İslâm’ın mesajı ulaşmadan önce vefat eden ‘fetret ehli’nin ehl-i necat oldukları konusu netlik kazanacaktır. Bkz. İsrâ, 17/15; En’âm, 6/130, 131, 156, 157; Kasas, 28/47, 59; Tâ Hâ, 20/134; Şuârâ, 26/208, 209; Fâtır, 35/37; Nisâ, 4/156. Ayrıca, Efendiler Efendisi’nin anne ve babasının diriltilerek kendisine iman ettiğine dair de bir bilgi bulunmaktadır. Konuyla ilgili olarak daha fazla bilgi için bkz. Akçay, Mustafa, Ebeveyn-i Resûl Risaleleri, Yeni Akademi Yayınları, İstanbul, 2005
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.