Ebû Cehil’e gün doğdu: Mekke ordusu

503

Bu haber, zaten patlamak üzere olan Mekke’ye düşen bir kıvılcım gibiydi ve bilhassa Ebû Cehil gibilere gün doğmuştu! Fırsat bu fırsattı ve hemen savaş için toplanmaya başladılar. Savaşmak için elinde imkân olmayanlara zenginler imkân sağlıyor ve bu savaşa herkesin katılması gerektiğini söylüyorlardı. Süheyl İbn Amr, Zem’a İbn Esved, Tuayme İbn Adiyy ve Hanzala İbn Ebî Süfyân gibi insanlar:

– Muhammed’i ve toylukları sebebiyle aranızdan kaçıp giden ve şimdi O’nunla birlikte olan sâbîleri görmezden mi geleceksiniz? Yesrib halkının, kervana ve bu kervandaki mallarınıza el koyduğunu görmüyor musunuz? Bu savaşta yer almak için mal almak isteyene işte malımız; güç ve kuvvet isteyenlere de işte güç ve kuvvetimiz, diyorlar; şiir ve hitabetleriyle insanları savaşa teşvik edip coşturmaya çalışıyorlardı. Nevfel İbn Muâviye de, Kureyş’in zenginleri arasında dolaşıyor ve onlardan, imkânı olmayanlara yardımcı olmalarını istiyordu. Onun bu isteğine müspet cevap veren Abdullah İbn Ebî Rebîa:

– Şu beş yüz dinarı al ve istediğin gibi harca, diyecekti. Aynı Nevfel, Huveytıb İbn Abdüluzzâ’dan üç yüz dinar almış,1 Tuayme İbn Adiyy de ona yirmi deve vermiş, bu develerin üzerinde savaşacak olanların geçim masraflarını da üstüne almıştı.

Müslüman olduklarından şüphelendikleri veya Müslüman olacağından endişe duydukları bazı insanları, özellikle bu savaşta cepheye sürmek istiyorlardı. Hz. Abbâs, Hz. Ali’nin kardeşi Akîl ve Tâlib ile Efendimiz’in bir başka yeğeni Nevfel İbn Hâris bunlar arasındaydı. Ebû Leheb’in2 kendi saflarında olduğundan hiç şüpheleri yoktu; katıksız bir kâfirdi. Gelemeyeceğini ancak yerine, kendisine dört bin dirhem borçlu olan Âs İbn Hişâm’ı (Ebû Leheb, bu borcu sileceğini söyleyerek Âs ibn Hişâm’ı ikna etmişti.) gönderince kabul ettiler ve bunu problem etmediler.

Âtike Binti Abdilmuttalib’in rüyasından bahsedip endişelerini dile getiren Ümeyye İbn Halef, Utbe ve Şeybe kardeşler, Zem’a İbn Esved, Umeyr İbn Vehb ve Hakîm İbn Hizâm gibi kimseler, Hubel putunun yanına gelecek ve burada ok çekeceklerdi. İşin garip tarafı, ilk çektikleri ok, savaşa katılmalarına ‘hayır’ diyordu. Onlar da, sonuçları açısından bu işin uğursuz olacağı kanaatinde birleştiler ve Ebû Cehil’le birlikte savaşa gitmeme kararı aldılar. Ancak, çok geçmeden bu kararlarından vazgeçmek zorunda kaldılar; zira meseleyi duyan Ebû Cehil olaya el koymuş ve onları korkaklıkla itham ederek tahrik etmiş ve yeniden savaşa çıkma kararı aldırmıştı.

Bu şahısları korkaklıkla suçlayıp savaşa çıkmaya zorlayan Ebû Cehil, kendisini savaşa şartlandırsa da Ümeyye İbn Halef’in endişeleri her geçen gün artarak devam ediyordu. Aynı zamanda o, hem yaşlı hem de ağır bir adamdı; kiloları sebebiyle hareket etmekte bile zorlanıyordu. Onun için, savaşa gitme yerine Mekke’de bekleyip oturmayı tercih ettiğini söylemişti. Çok geçmeden, Kâbe’de insanlar arasında oturduğu sırada yanına Ukbe İbn Ebî Muayt çıkageldi. İnsanların zayıf yönlerini çok iyi biliyor ve bunu kullanmaktan da çekinmiyorlardı. Elinde, kandil ve yağdanlık vardı. Getirdi ve onları, Ümeyye’nin önüne koydu. Herkes dikkat kesilmiş, olacakları beklemeye durmuştu. Şöyle dedi:

– Yâ Ebâ Ali! Al da şu kandili yakıver; ne de olsa artık sen de bir kadın sayılırsın!

Ümeyye gibi bir adama yapılabilecek en büyük hakaretti bu. Onun için önce:

– Allah, seni de, getirdiğin şeyleri de kahretsin, dedi ve hemen oradan ayrılıp evine gitti. Çok geçmeden o da, savaş için hazırlanmış elinde kılıcıyla orduya katılıyordu.

Ebû Cehil’in planı, aksamadan işliyordu. Zira, başlangıçta Ukbe de savaşa gitmemek için ısrar etmişti ama Ebû Cehil, onu da dize getirmesini bilmişti. Bunu, Ümeyye de biliyordu. Şimdi ise, “Öldürüleceğinden korkan Ukbe bile gidiyorsa sana ne oluyor?”4

– Unutmadım, diye cevapladı Ümeyye. Her hâlinden çaresizlik okunuyordu. Göz göre göre ölüme gittiğinin o da farkındaydı. Unutmamıştı ama kendince, riskli ortamlardan uzak kalarak ölümden kurtulmayı planlıyordu. Onun için, müşrik ordusunun mola verdiği her yerde Ümeyye, devesini kenardaki bir ağaca bağlayacak ve kendini emniyete almaya çalışacaktı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Bu miktarın, 200 dinar olduğu da söylenmektedir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/33; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, 1/127
  2. Onun bu savaşa katılmak istemeyişinin altında, Âtike Binti Abdilmuttalib’in gördüğü rüyanın yattığı da ifade edilmektedir. Bkz. Taberî, Tarih, 2/24; Vakıdî, Meğâzî, 1/29
  3. Ukbe İbn Ebî Muayt’ın, her zaman yapageldiği, bardağı taşıran bu çirkin hareketi karşısında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de celallenmiş ve ona:
    – Bir gün seninle Mekke dışında karşılaşırsak, bilmiş ol ki mutlaka seni öldüreceğim, demişti. İnsanlara hayat vermek üzere gönderilen bir Nebi’yi bile, bunu söylemek zorunda bırakan Ukbe, o gün bugündür korkudan iki büklümdü. Zira, Muhammedü’l-Emîn’in yalan söylemeyeceğinden emindi; bir şeyi O söylüyorsa bu, mutlaka olurdu. Onun için, Mekke dışına çıkmaktan çekiniyor ve çoğunlukla zamanlarını evinde geçirmeye çalışıyordu.
    /note] mesajını bizzat Ukbe’nin eliyle Ümeyye’ye ulaştırmış oluyordu.

    Aynı zamanda kendisi de gelmiş ve ona şunları söylemişti:

    – Yâ Ebâ Safvân! Sen ne zamandır insanların arkasında kalıyorsun? Hâlbuki sen, bu vadinin efendisisin ve bu insanların hep önünde hareket ederdin!

    Ebû Cehil, yine üste çıkmış ve Ümeyye’yi dize getirmişti. Diyebileceği bir şey kalmamıştı Ümeyye’nin ve artık:

    – En azından, Mekke’deki en iyi deveyi satın alıp onunla giderim, diye düşünüyordu.

    Çaresiz, evine geldi ve hanımına:

    – Ey Ümmü Safvân, diye seslendi, haydi, beni de savaşa hazırla!

    Hanımı da şaşırmıştı. Öldürülmekten korktuğunu çok iyi biliyordu. Sa’d İbn Muâz’ın sözlerini kendisine naklederken yaşadığı korkuyu hatırlıyor ve bir anda bu kadar değişip de savaşa gitmek isteyişine bir mana veremiyordu. Onun için:

    – Yâ Ebâ Safvân, diye seslendi. Bir taraftan da, burnundan soluyan kocasını süzüyordu. Çok geçmeden şunu sordu ona:

    – Yesribli arkadaşının sana söylediklerini ne çabuk unuttun?3Daha birkaç ay önce, umre yapmak için Mekke’ye gelen eski dostu Sa’d İbn Muâz’la konuşurken, Efendimiz’in kendisini öldüreceğine dair bir beyanı kulağına gelmiş ve o da bunu, hayat arkadaşıyla paylaşmıştı. Bunu duyan Ümmü Safvân, – Mekke’de mi, diye tepkisini dile getirmiş ve buna karşılık o da: – Bilmiyorum, cevabını vermişti. O günden bu yana, Mekke dışına çıkmamaya yemin etmiş ve yeminini bozmama konusunda da kararlılığını devam ettiriyordu. Bkz. Buhârî, Sahîh, 4/1453 (3734); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3/316

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.