Dûmetü’l-Cendel Seferi

690

İkinci Bedir’in üzerinden çok zaman geçmemişti ki, bu sefer de Şam taraflarından farklı haberler geliyordu. Dûmetü’l-Cendel denilen mekânda bazı kabileler bir araya gelmeye başlamıştı ve çetelerden müfrezeler kurarak Medine’ye saldırı hazırlıkları içinde bulunuyorlardı. İslâm aleyhinde yeni bir kıpırdanma daha söz konusuydu ve bu, Medine’yi tehdit ediyordu. Hatta yakınlarından geçen kervanlara saldırıp mallarına el koyuyor ve mallarını yağmalayarak masum insanlara zulmediyorlardı.

Hayırlı işlerin ne kadar da muzır mânileri vardı; dâhili ve harici bütün huysuz ruhlar peş peşe takılmış, âdeta aralarında anlaşmışçasına hayırlı işlerin önüne engel çıkarmaya çalışıyordu. Hâlbuki İslâm, insanların insanca yaşayabilecekleri bir zemini vadediyor ve bu zemini tehdit eden unsurları toplumdan temizlemeyi hedefliyordu. Bugün çözüm bulunmadığı takdirde yarın önü alınmaz problemleri beraberinde getirir ve daha büyük tahriplere kapı aralanırdı. Onun için her şeye rağmen Dûmetü’l-Cendel’e gidilmeli ve mesele yerinde çözülmeliydi.

Ancak Dûmetü’l-Cendel, o gün için iki önemli devletten birisi olan Rum diyarına yakın bir bölgede bulunuyordu. Onun için bazı insanlar, Resûlullah’a gelip de böyle bir yolculuğun, Rum meliki Kayser’i tahrik ederek büyük bir tehlike oluşturabileceğini ifade etme lüzumu duymuşlardı.

Asayiş ve sulhu temin etmek her şeyden önemliydi. Onun için Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine’de Sibâ’ İbn Urfuta’yı bırakarak bin kişilik bir ordu ile Medine’den yola çıktı. Durumun nezaketine binaen yanına, Uzreoğullarından Mezkûr adında bir delil almıştı; zira Mezkûr, dar geçitleri ve gizli yolları bilen bir insandı. Aynı zamanda bu yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri ise dinlenmeyi tercih ediyorlardı.

Nihâyet kimsenin haberi olmadan bin kişilik ordu Dûmetü’l-Cendel denilen yere kadar geldi. Mezkûr:

– Yâ Resûlallah! Onların hayvanları şuralarda yayılıyor; Sen burada bekle, ben etrafa bir göz atayım, diyerek izin isteyince Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Olur, beklerim, buyurdu. Bunun üzerine Mezkûr, deve ve koyunların izini takip ederek etrafı kolaçan etti. Şer adına bir araya gelen bu insanlar batıya doğru ilerliyorlardı; hemen gelip Mezkûr, durumu Allah Resûlü’ne bildirdi.

Bunun üzerine Efendimiz, onların bulunduğu yere doğru hareket etti. Bin kişilik bir ordunun ansızın üzerlerine doğru geldiğini anlar anlamaz kaçışmaya başlayan çete, ne yapacağını şaşırmış, Dûmetü’l-Cendel’e çil yavrusu gibi dağılıvermişti. Sırra kadem basmışlardı. Daha içlere, hatta arazilerine kadar gidilmişti ama cesaret edip de karşılarına çıkan olmamıştı.

Efendiler Efendisi, Dûmetü’l-Cendel’de birkaç gün kaldı; etrafa müfrezeler gönderiyor, etrafı kolaçan edip duruma hâkim olmayı hedefliyordu. Her bir cihete giden müfrezeler, onların arkada bıraktığı deve sürüleriyle dönüyordu ama ortalıkta çeteden eser yoktu! Sadece Muhammed İbn Mesleme’nin gittiği tarafta bir adama rastlanmış ve o da yakalanarak huzura getirilmişti. Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri ona, arkadaşlarının nereye gittiklerini sordu:

– Senin gelip de develerine el koyduğunun haberini alınca hepsi de kaçıp dağıldılar, diyordu adam. Fıtraten temiz birisine benziyordu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de ona, İslâm’ın güzelliklerini anlatıp imana davet etti. Nihâyet o da, bu davete icabet ederek Müslüman oldu.

İslâm’ın ağırlığı hissettirilmiş ve onun üç beş çeteyle tehdit edilemeyeceği Şam cihetinde de gösterilmişti. Daha ilk adımla birlikte aleyhteki oluşumlardan haberdar olunuyor ve yerinde bastırma adına ansızın gelinip müdahale ediliyordu! Bu, daha sonraki çeteleşmeler adına büyük bir korku meydana getirecekti ve Allah Resûlü’nün, Şam’a beş günlük mesafedeki bu yere kadar bin kişilik bir ordu ile sessizce gelmiş olması, caydırıcılık açısından oldukça önemliydi. Şimdi maksat hasıl olduğuna göre geri dönme zamanıydı ve Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem), ordusuna hareket emri vererek yeniden Medine’ye yöneldi.

Her adımını değerlendiriyordu; yolda gelirken de Uyeyne b. Hısn el-Fezârî ile anlaşma yaparak bir taşla çok kuş vurmayı hedefleyecekti. Zira bu, bir taraftan bölgeyi güvenlik çemberi içine almayı ifade ederken diğer yandan da bu taraftan gelmesi muhtemel tehlikelere karşı sağlam bir duvar anlamına geliyordu. Uyeyne’nin bulunduğu bölge, kuraklıkla karşı karşıya olduğundan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hayvanlarını otlatabilmesi için Medine yakınlarına kadar gelmelerine müsaade edecek ve böylelikle o ve kabilesini İslâm’a daha da yakın hâle getirecekti. Zaten böyle bir dönemde birileriyle oturup anlaşma yapmak, aynı zamanda onların İslâm’a daha yakın durmalarını sağlayacak ve gittikçe etkinliğini artıran bu yeni oluşuma olan ilgilerini daha da artırıp Müslüman olmalarını kolaylaştıracaktı.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.